Dünya Basın Özgürlüğü Günü panelinde deprem haberciliği konusu ele alındı. Deprem bölgesinde görev alan gazeteciler tecrübelerini paylaştı.
Haber - Ayça Aracıçam
3 Mayıs Dünya Basın Özgürlüğü Günü kapsamında Üsküdar Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü'nün İLİMER ve MAKDER ile ortaklaşa düzenlediği "deprem haberciliği" konulu panele CNN Türk haber muhabiri Merve Tokaz, Demirören Medya Grubu Görsel Medya Direktörü Bünyamin Aygün, Medya Akademisi Derneği (MAKDER) Genel Başkanı Selçuk Taşdemir ve Milliyet gazetesi foto muhabiri Hakan Akgün katıldı. Çevrimiçi gerçekleştirilen panelde, 6 Şubat Kahramanmaraş merkezli depremlerin ardından sahada bulunan medya çalışanları, bölgede karşılaştıkları zorlukları aktardı.
Üsküdar Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü, İletişim Araiştırmaları Derneği (İLİMER) ve Medya Akademisi Derneği (MAKDER) ile birlikte, 3 Mayıs Dünya Basın Özgürlüğü Günü kapsamında deprem haberciliğini irdeleyen bir panel düzenledi. Panelin moderatörlüğünü yapan Üsküdar Üniversitesi İletişim Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Süleyman İrvan, açılış konuşmasında Dünya Basın Özgürlüğü Günü'nün anlam ve önemi hakkında bilgiler verdi. Prof. Dr. İrvan, şunları söyledi: “3 Mayıs, 1994 yılından beri dünyada Basın Özgürlüğü Günü olarak kutlanıyor. Aslında tam olarak 1993 yılının Aralık ayında Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından ilan edildi 3 Mayıs tarihi. Neden bu tarih seçildi peki? Çünkü UNESCO 1991 yılında Namibya'nın başkenti Windhoek'te Afrika’da basın özgürlüğü sorunlarıyla ilgili bir toplantı düzenliyor ve toplantının son günü olan 3 Mayıs'ta 17 maddelik bir bildirge yayımlanıyor. Bu bildirge Windhoek Bildirgesi olarak anılıyor. Bildirgede, özellikle hükümetlerin basın özgürlüğünü sağlama konusunda neler yapmaları gerektiği vurgulanıyor. Örneğin, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi'ne atıfla, ifade ve basın özgürlüğü bir ülkede demokrasinin geliştirilmesi ve sürdürülmesi için bir zorunluluktur deniliyor. 1991 yılında yayımlanan bu bildirgeye atfen 3 Mayıs, Dünya Basın Özgürlüğü Günü olarak kabul ediliyor. 1994 yılından itibaren basın özgürlüğünün durumunu değerlendiren, medyaya yönelik saldırılara karşı dayanışma oluşturmaya çalışan ve öldürülen gazetecileri anmaya yönelik bir güne dönüşüyor. Üsküdar Üniversitesi İletişim Fakültesi olarak bizim için de bu tahih oldukça önemli. Biz de bu günün anlam ve önemine vurgu yapmaya çalışıyoruz.”
İrvan: "Mesleki dayanışma anlamında Türk medyasının iyi bir sınavdan geçtiğini düşünüyorum”
İletişim Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Süleyman İrvan, ifade özgürlüğü ve sansür uygulamlarına dikkat çeken bu tarihte, felaket anlarında önemi daha iyi anlaşılan gazeteciliği sahada çalışan gazetecilerden dinlemek için bu etkinliği gerçekleştirmek istediklerini belirtti. Deprem sürecinde gazetecilerin gösterdikleri mesleki dayanışma hakkında da değerlendirmelerde bulunan Prof. Dr. Süleyman İrvan, "Bu sürecin gazeteciler açısından gayet başarılı atlatıldığını düşünüyorum. Mesleki dayanışma ve sahiplenme duygusunu gördük. Oradaki gazetecilerin aslında tek amacı, halkın sıkıntılarını aktarmak ve depremi haber yapmaktı" dedi. Sözü etkinliğe konuk olan gazetecilere bırakan Prof. Dr. İrvan, gazetecilik öğrencilerinin gazetecilerin deneyimlerinin ilk ağızdan dinlemeleriini istediklerini belirtti.
Selçuk Taşdemir: “Gazeteciler deprem sürecinin gizli kahramanlarıdır"
Konuşmasında basın özgürlüğü, deprem haberciliği ve dezenformasyon yasasına değinen Medya Akademisi Derneği (MAKDER) Genel Başkanı Selçuk Taşdemir, “Deprem sırasında tıpkı pandemi döneminde olduğu gibi bu işlerin sessiz kahramanı gazeteciler oldu. Dernek olarak bunu vurgulamya çalışıyoruz. Deprem haberciliği önemli bir konuydu. Deprem bölgesine giden gazeteci arkadaşlarımız adına da deprem haberlerinin doğru verilmesi adına da pandemi döneminde olduğu gibi gazetecilerin görüşleri, düşünceleriyle birlikte bu konuyla ilgili neler yapılabilir, bunu dile getirmek için çalışmalar yaptık. Öte yandan, dezenformasyon yasası veya sansür yasası olarak adlandırlan yasanın tekrar gözden geçirilmesi ve basın özgürlüğüne uygun hale getirilmesi gerektiğine inanıyoruz. Biz 29. maddeye ciddi bir şekilde karşı çıktık. Bunu her yer paltformda dile getirdik, getirmeye devam ediiyoruz. İnternet gazeteciliği için ayrı bir sürecin oluşması lazımdı” dedi.
Hakan Akgün: “Meslektaşlarımızla aramızda yoğun bir dayanışma oldu”
Deprem bölgesinde yaşadığı deneyimleri paylaşan Milliyet gazetesi foto muhabiri Hakan Akgün, sahadaki dayanışmanın önemi üzerinde durdu. Akgün, sahada gördükleriyle ilgili şu ifadeleri kullandı: "Depremin ilk gününden itibaren yola çıkanlardan birisiydim. Saat 4.50 itibariyle yola çıkmıştık. İlk önce Malatya’ya vardık. Gördüğümüz durum çok kötüydü, yaklaşık 15 saat geçmişti ancak kimsenin ulaşamadığı enkazlar vardı. Hava çok soğuktu, eksi 18 dereceleri gördük. Ben 53 gün boyunca bölgede kaldım. İlk 10 gün boyunca Hatay’dan haberimiz yoktu, biz de olay yerine gittik, Hatay’ı gördük. İletişim sıkıntısı yaşadık, telefonlarımız çekmedi. Daha sonraki günlerde durum biraz daha düzeldi. Yan sokağımda ne olduğundan haberim olmadığı zamanlar oldu. Diğer meslektaşlarımızla aramız çok iyiydi, yoğun bir dayanışma oldu. Internet konusunda, haberde birbirimize yardım ediyorduk. O konuda bence medyanın kendi içerisinde de halka karşı da iyi bir sınav verdiğini düşünüyorum."
Bünyamin Aygün: “Ekiplerimiz, gazetecilikten önce ‘biz insanız’ dediler”
Deprem sürecinde sahada görev alan ekiplerin koordinasyonunu gerçekleştiren ve aynı zamanda Üsküdar Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü öğrencisi olan Demirören Medya Görsel Medya Direktörü Bünyamin Aygün, deprem sürecinde gazetecilerin meslekleri bir yana insan olarak hareket ettiklerini belirtti. Aygün, "Çok ciddi bir gazeteci ekibiyle depremin ilk gününden itibaren deprem bölgesindeydik. Hala da ekiplerimizin bir kısmını bölgeden çekmedik. Belki otosansür uygulayan meslektaşlarımız olmuştur, bu sahadaki muhabirin inisiyatifinde olan bir şey ama biz hiçbir zaman bizim için şunu yap bunu yap diyerek zorlamadık. Depremde iki ay boyunca saha olan arkadaşlarımıza hiç müdahale etmedik. Öyle bir sinerji oluştu ki Demirören Medya ekibi olarak bölge halkıyla ekip bütünleşti. Ekiplerimiz, gazetecilik bir yana ‘biz insanız’ dediler. Kimin neye ihtiyacı varsa ekiplerimiz önce o sorunu çözmeye çalıştılar. Tarihte eşine az rastlanır bir etik gazetecilik örneği sergiledik. Ana akım medya olmanın hakkını vermeye çalıştık. Deprem olduğunda 37 ekiple yola çıktık. Her ekip en az iki kişiydi. CNN Türk ve Kanal D ortak yayın yaptık ve ilk yirmi gün on sekiz saat aralıksız yayında kaldık. Mubirlerimiz bu iki ay boyunca yüzlerce haber yaptı" ifadelerini kullandı.
Merve Tokaz: "Hem depremzede hem de muhabirdik"
6 Şubat Kahramanmaraş depreminde sahada görev alan CNN Türk muhabiri Merve Tokaz, deprem bölgesinde temel ihtiyaçların karşılanması noktasında gazetecilerin önemli bir işlevi yerine getirdiğini belirtti. Bölgede yaşadıklarını anlatan Tokaz şu ifadeleri kullandı: “Bizler uykumuzda bile bir gözümüz ve bir kulağımız açık oluyoruz. Deprem bunu bize tekrar göstermiş oldu. O saat pek çok insanın uyuduğu bir saatti ve biz bir refleks gösterdik, sahaya indik. Deprem bölgesine ayağımızı bastığımızda hem depremzede hem muhabirdik. Günün 24 saatini oradaki insanlarla geçiriyorsunuz, orada yemek yiyorsunuz, onların yaşadıkları felaketi içselleştiriyorsunuz. Vicdanınızla hareket etmek zorundasınız. Bize eksikler, ihtiyaçlar ne ise her şeyi olduğu gibi aktarın denildi. Oradaki depremzedeler ne yiyorsa biz de onlarla beslendik. Duş, tuvalet ihtiyacımızı oralarda karşıladık. Belli bir noktadan sonra oradaki insanlarla aranızda bir bağ oluşuyor. Deprem bölgesinde 64 gün kaldım. Yayından sonra iki tercihiniz var, ya araca geçip dinleneceksiniz ya da depremzedelerle konuşacaksınız. Böyle bir acıda moral vermeniz mümkün değil ancak o süreçte onların elini tutmak, göz yaşlarını silmek, sarılmak çok kıymetliydi. İnsanların da en çok buna ihtiyacı vardı. Böyle olduğu zaman aramızda doğal bir bağ oluştu. Her şeyden önce onlardan biri olduğunuzda izleyicideki karşılığı farklı oluyor. Bu süreçte resmi makamlarla iletişimimiz oldu ve eksikliklerle ilgili ihtiyaçları aktarabiliyorduk.Gazetecilik her meslekte olduğu gibi fedakârlık ister, çok az uyudum ama oradaki insanların hayatlarına dokunduğunuz zaman doğru nokta burası diyorsunuz. Olumlu tepkilerin yanında vicdan rahatlığı da oluyor."