Kameraman Ahmet Akpolat: İnsanların çaresizliğini fotoğraflarla anlatabilmek mümkün değil
Kameraman Ahmet Akpolat ile derprem bölgesinde yaşadıklarını konuştuk.
Röportaj: Nuran Bolluk
‘Asrın felaketi’ olarak nitelendirilen ve ülkemizi yasa boğan, merkez üssü Kahramanmaraş’ın Pazarcık ilçesinde meydana gelen deprem, Kahramanmaraş da dâhil olmak üzere toplam on bir ilimizde büyük hasara ve acılara neden oldu. Sadece deprem bölgesinde yaşayan insanlar değil şüphesiz tüm Türkiye bu acıyı yürekten hissetti ve yaşadı. Bu zorlu süreçte deprem bölgesinde olup bitenleri bize canla başla aktarmaya çalışan gazeteciler elbette çok şeye tanıklık etti. Bunlardan biri de CNN Türk kameramanı Ahmet Akpolat. Deneyimli kameraman sorularımızı cevapladı.
Ahmet Bey kendinizden biraz bahseder misiniz?
İlk, orta ve lise öğrenimimi İstanbul’da okudum. Daha sonra üniversite eğitimimi Şanlıurfa’da Harran Üniversitesi Radyo ve Televizyon bölümünde tamamladım. 2002’de CNN Türk’te stajyer olarak kameraman asistanlığına başladım. Bir sene gibi bir süre asistanlık yaptıktan sonra önce SKY Türk’te, ardından HABER Türk’te devam ettim, tam 10 yıl sonra yani 2012’de CNN Türk’e geri döndüm. 2022’de NTV’ye kısa bir geçişten sonra CNN’e üçüncü kez dönüş yapmış oldum. Yani yaklaşık 20 yıldır bu işi yapıyorum.
Televizyon haber kameramanlığı yapmak istediğinizi nasıl fark ettiniz?
Annemin küçükken bana aldığı fotoğraf makinesiyle fotoğrafa merakım başladı. Daha sonra bir akrabamız yurt dışından bir video kamera almıştı ama kullanamadığı için bana vermişti. Fotoğraf makinesine olan yatkınlığımdan olsa gerek sanki yıllardır kullanıyormuşum gibi çok kısa bir sürede öğrendim. O zamanlar kameralı cep telefonları bu kadar yaygın değildi ve çektiğim videoları televizyondan izler gibi izlemek bana inanılmaz geliyordu. Zamanla hobi olarak çekmeye devam ettim ama aklımda kameramanlık yapmak yoktu. Üniversiteyi okurken birden bir aydınlanma yaşadım. Neden hobim olan meslekten devam etmiyorum diye, tekrardan sınava girdim ve memleketim olan Şanlıurfa’da radyo ve televizyon okumaya başladım. Aklımda kameraman olmak vardı, hatta sinema filmi çekmek istiyordum ama zorunlu staj var ve bunu CNN Türk’te ayarlamıştım. Stajımın ilk gününde içeriye girdiğimden beri başka bir alanda kameramanlık yapmayı hiç düşünmedim.
Deprem bölgesinin tamamını dolaştınız mı, gördüğünüz manzara karşısında neler hissettiniz?
Diğer soruda da belirttiğim gibi 20 yıldır bu işi yapıyorum. Türkiye’de birçok afet, sel, kötü olaya gittim, dünyada da birçok savaşa katıldım, birçok felaket gördüm. Her felakette bundan daha kötüsünü görmedik deriz ama bu bambaşka bir şey… İster asrın felaketi deyin ister başka bir şey ama hiçbir ismin bunu karşılaması mümkün değil. Öncelikle nasıl gittiğimizi anlatayım, deprem 04.17’de olmuştu. Beni 04.40 gibi Fulya Öztürk aradı, kendisini Adanalı akrabaları aramış, hemen beni aradı ağlayarak deprem olmuş, Adana’da hemen gitmemiz lazım diye. Uçuşlar iptal olduğu için benim de içinde bulunduğum 3 ekip bakanlık uçağıyla ilk Adana’ya indik. Adana’da bir fabrika aracı ile şehir merkezine gidebildik. Manzarayı anlatabilmek görüntülerle dahi mümkün değil. Adana’da birçok bina yıkılmış, insanlar sokakta çaresiz, buz gibi bir hava… O gün Adıyaman’da biraz çekim yaptık sonra Kahramanmaraş’a gittik durum kötü, ondan birkaç gün sonra Hatay’a geçtik, orası daha kötü yani inanılmaz manzaralar var ve bunu uzun yıllar kimsenin unutabileceğini düşünmüyorum. Daha önce bir ilde sel veya deprem olduğunda gittiğimiz yerde ihtiyaçlarımızı karşılayamıyorsak eğer yakın bir ile gidip orda ihtiyaçlarımızı giderirdik ama bu depremde 11 il de yerle bir olmuş durumdaydı.
Sizi derinden etkileyen olaylar veya kareler oldu mu, olduysa bizimle de paylaşır mısınız?
Yani çektiğim birçok kare beni etkiledi ama bir yerden sonra körlük yaşıyorsunuz. Her tarafta felaket, her tarafta akıl almayacak görüntüler var. Bir yerden sonra o görüntülere duyarsızlaşıyorsunuz. Ama en etkileneceğiniz şeyler her zaman ilk başınıza gelen şeylerdir. Bir fabrika transiti ile Adıyaman şehir merkezine girdiğimizde ilk yıkılan binanın önünde durduğumuz zaman yağmur yağıyordu. İnsanlar enkazı kendi elleriyle kazıyordu çocuk çıkarılmıştı meselâ. Bu ilk güzel haberdi benim için. Yavaş ilerleyen trafikte ikinci büyük depreme yakalanmıştık, önünde durduğumuz binanın yanındaki bina yıkıldı eğer trafik yavaş ilerlemeseydi belki bir 30 saniye sonra aracımızın üzerine düşecekti. Akşama doğru Maraş’a vardığımızda Maraş’taki manzara da çok kötüydü. Hâlâ şehirden öbek öbek yangın dumanları çıkıyordu, sanki bütün şehir yanıyor gibiydi. Hava karardıktan sonra arabayla şehirde dolaşıyorduk, elektrik olmadığı için sadece araba farlarımız etrafı aydınlatıyordu. Depremin on beşinci saatinde bazı insanları görüyorduk enkaz başında, yakınları altındaydı ve bekliyorlardı. Kazamazsınız, şırıl şırıl yağmur yağıyor, iş makinesi yok, enkazı kazamazsınız… İnsanların çaresizliğini fotoğraf kareleri veya videolarla anlatabilmek mümkün değil.
Çadır kentlerde bulundunuz mu, sizce çadır kentler kalıcı çözüm olabilir mi?
Çadır kentlerde bulundum ama çadır kentlerin çok da sürdürülebilir olabileceğini düşünmüyorum. Onun yerine konteyner kentlerin kurulması ve çocuklar için oyun alanları yapılması daha iyi olur diye düşünüyorum.
Görev yaptığınız sürede gözlemlediğiniz kadarıyla yardımlar ulaştı mı?
Instagram’da sınırlı bir takipçi kitlesine sahibim ama paylaştığım videolardan sonra insanlar çılgınca yardım etmek istediler. Bu yardımlar belli bir yerden sonra ters tepmeye başladı. Meselâ Hatay- Antakya’ya giderken 6-7 saat trafikte kaldık, düşünün deprem bölgesine gidiyorsunuz ve trafiğe takılıyorsunuz, bunun tek nedeni yardım tırları… Kontrolsüzce herkes yardım gönderiyor, benim abim de aradı bir tane minibüsü var, ‘Ben minibüse eşyalar koyup bölgeye getireyim’ dedi. ‘Hayır, getirme sana en yakın yardım kuruluşuna götür, getirip de burada nereye koyacaksın’ demiştim. Türkiye’nin her yerinden plakası olan araçlar vardı, binek arabasının bile arkasına yiyecek doldurup getiren insanlar vardı. Profesyonel olmayıp da arama kurtarma çalışmalarına katılmak için gelen gönüllüler kendilerine yer bulamayınca birkaç gün sonra onlar da depremzede konumuna düşüyorlardı.
Sizce deprem bölgesinde bu kadar yıkım olmasının asıl sebebi neydi?
Asıl sebebi bina, başka açıklaması yok. Ben Hatay’ın kırsal bölgesinde bir zeytinlik tarlasını çekmiştim, toprak bildiğiniz yarılmıştı 100 metre kadar içine çökmüştü, içinde zeytin ağaçları vardı ama bir tane bile ölü yoktu o köyde! Neden? Çünkü kimse ev yapmamıştı o bölgeye ya da sağlam yapılmıştı. Ama şehir merkezlerinde o binaları bir görseniz… Aynı şey İstanbul için de geçerli, benim yaşadığım evden farkı yok o binaların. Muhtemelen aynı senaryoları biz de yaşayacağız. Hani depremle ilgili güzel bir söz vardır ya, ‘Deprem öldürmez bina öldürür’, o kadar yani. Bu kadar yıkımın, bu kadar ölünün olmasının sebebi bu binaları yapanların da, denetleyenlerin de ahlaki değerlerden yoksun olmasıdır…