Murat Ertürk: Tipografi serüvenimiz henüz emekleme aşamasında
‘Türkçe Tipografi Topluluğu’nun kurucusu Murat Ertürk, Tipografi konusunu anlattı.
Haber Üsküdar - Abdullah Şaşkın ve Merve Şişman
Moderatörlüğünü Üsküdar Üniversitesi Görsel İletişim Tasarımı Bölümü Başkanı Prof. Hatice Öz Pektaş’ın üstlendiği ‘Tipografinin Temelleri’ etkinliği, Türkçe Tipografi Topluluğu kurucularından Murat Ertürk’ün katılımıyla gerçekleştirildi.
"Tipografiyi yazıyla ilişkilendirdik"
Türkçe Tipografi Topluluğu’nun kurucularından ve tipografi çalışmalarının Türkiye’deki önde gelen isimlerinden biri olan Murat Ertürk, konuşmasına tipografi alanındaki çalışmalarından ve gerçekleştirdikleri etkinliklerden bahsederek başladı. Ertürk, “Çalışmalarımda tipografiye özellikle ağırlık veriyorum. Tipografiyi çok önemsiyorum. Hem alanımızda hem de derslerimizde oldukça önemli yeri var. Türkçe Tipografi Topluluğu’nda da Türkçe tipografi alanında içerik üretmeye çalışıyoruz. Topluluk 2010 yılında Ömer Durmaz ve Oğuzhan Öcalan tarafından kuruluyor. Daha sonra bu topluluğa ben de dâhil oluyorum. Ve bu toplulukla bizler, Medium sayfamızdan Türkçe içerikler yayınlamaya çalışıyoruz. Türkçe tipografi alanını zenginleştirmek için çeviriler, aylık bültenler, söyleşiler, özel yazılar gibi yayınlar yapıyoruz. Örneğin en son dünyanın önde gelen yazı evlerinden biri olan Occupant Fonts’ta çalışan Cem Eskinazi ile bir söyleşi yaptık. Kendisi bir Türk yazı tasarımcısı. Kendisinin kariyer yolculuğunu dinledik. Bizim için güzel bir söyleşi oldu. ‘Örneklerle Tipografik Hatalar Serisi’ başlattık. Bu seride sıkça gördüğümüz hataları derledik. Bu yazılarımıza Medium sayfamızdan ulaşabilirsiniz. Bizim zamanımızda önemsediğimiz bir kitap vardı. Robert Bringhurts’un ‘Element of Typographic Style’ kitabı. Bu kitap, "Tipografi, içeriği onurlandırmak için vardır" ifadesi ile başlar. Bu sözü ben çok severim ve önemserim. Çünkü yazı, insanlığın mirasıdır. Bunun aktarılmasında da bizler aracıyız. Bizim yaptığımız aracılık işlemi, aslında bu işlemi onurlandırmada ve aktarmada önemli bir rol oynuyor. Bu nedenle tipografinin bu yönünü çok önemsiyorum. Tipografiyi yazıyla ilişkilendirdik. Yazı varsa tipografi vardır. Bugün yazı her yerde karşımıza çıkıyor. Basılı ve dijital ürünlerde, kaligrafide, hat sanatında, bireysel çalışmalarda, iç mimaride tipografi karşımıza çıkıyor. Tipografi varsa o zaman bu da bizim uzmanlık alanımızın içerisinde yer alıyor. Yazı insanlığın ortak mirası dedik. Bu miras bir anda ortaya çıkmadı. Yüzyıllar boyunca, demlene demlene, kültürel etkileşimle günümüze geldi” ifadelerini kullandı.
“Modern tipografiyi Gutenberg ile başlatıyoruz”
İlk alfabeleri ve yazı stillerini yorumlayan Murat Ertürk, “İnsanlığı önce görsellerle anlattılar. A sesini bir öküz başıyla simgelediler. Yunancada Alpha, Arapçada ise Elif harfi dendi. B harfi, bir evi simgeliyor. Bu ev simgesi Yunancaya Beta diye geçiyor. Arapçaya Be olarak geçiyor. C harfi aslında bumerangdır. İnsanlığın ortak mirası yazı, değişerek ve evrimleşerek bugün bizim kullandığımız nihai formuna kavuştu. Bütün bu formlar bir önceki kültürün mirasını sahiplenmeyle oldu. Bugünkü modern tipografiyi Gutenberg ile başlatıyoruz. Kendisi bir kuyumcu. Dolayısıyla madenlerle uğraşmayı seviyor. Harfleri metale döküp bir inovasyon yapıyor. Tşınabilir metal harfleri ortaya çıkartıyor. Ve bunu oluştururken de Orta Çağ'daki yazıcıların el yazılarını alıyor. Bu yazılar kağıt üzerinde koyu bir görünüm oluşturuyordu. Buna ‘Blackletter’ dediler. Bu harfler, insan aklının pratik zekâsı sayesinde hep okunur olma, aktarımı daha kolay hale getirme yönünde ilerledi. 15. yüzyılda ‘Blackletter’ harfler, 16. yüzyıla doğru geldiğimizde daha okunur hale gelmesi için biraz daha ‘Old Style' (Humanist) bir tarza kavuştu. Bu da el yazıcılarının yazmasına dayanıyor. İtalyanların formları daha okunur olduğu için bu sefer onların formlarını dökmeye başlıyorlar” dedi.
"Latin alfabesine geçtiğimiz 1928’den hesaplarsak, 92 yıllık bir birikimimiz var"
Tipografinin tarihsel gelişimi üzerinde duran Murat Ertürk, “18. yüzyıla geldiğimizde harflerin uzunlukları artıyor. Geçiş dönemi diye adlandırdığımız bir dönem ortaya çıkıyor. Burada kontrast biraz daha artıyor ve okunurluk araştırmalarında bir geçiş dönemi ortaya çıkıyor. 18. yüzyıla geldiğimiz zaman, bu sefer modern harfler dediğimiz ‘Bodoni’ tarzı ortaya çıkıyor. Bodoni, diğer tarz harflerinden biraz daha uzun ve bizlere biraz daha kontrastlı bir yazı çıkarıyor. Daha sonra 19. yüzyılın başında, ‘Slab Serif (levha)’ dediğimiz yazı stilleri çıkıyor. Biliyorsunuz 18. yüzyılın sonu ve 19. yüzyılın başı, Sanayi Devrimi’nin başlangıcı ve gelişimin yoğunlaştığı bir dönemdi. O zamanın sokakları afişlerle kaplıydı. Kendilerini duyurmak için daha belirgin ve vurgulu yazı stillerine ihtiyaçları vardı. Bu dönemde yazı stili daha kalın ve yoğun olmuştur. 20. yüzyılın ortasına geldiğimiz zaman, çok popüler olan ‘Helvetica’ adıyla bilinen ‘Sans Serif’, yani serifsiz yazı ortaya çıkıyor. 1950’nin başından itibaren günümüze ulaşıyor. Okunur olma ve içeriği aktarma, onarma arayışı bu süreçlerden geçerek günümüze kadar geliyor. Avrupa’nın ve Amerika’nın Gutenberg’den bu yana sayarsak 600 yıllık bir geçmişi var. Bizim Latin alfabesi ile geçmişimiz çok yakın tarihlidir. 1928’den hesaplarsak 92 yıllık bir birikimimiz var. Onlara göre bu geçmiş bebek sayılır. Bu bebeklik döneminin de geçirmiş olduğu bir karmaşa, kaos var. Bir tipografi konuşması yaptığımız zaman şunu görüyoruz; ‘Kimi font, kimi yazı karakteri, kimi ise yazı tasarımı’ diyor. Yani burada ne demek istediğini anlamak zorlaşıyor. Fakat bir konunun bir bilim olması için, o bilimin yerleşerek bir kültüre dönüşmesi için öncelikle ortak bir dili konuşmamız lazım” ifadelerini kullandı.