Röportaj:  Emrullah Buruk

Üsküdar Üniversitesi Mühendislik ve Doğa Bilimleri Fakültesi öğretim üyesi Doç. Dr. Türker Tekin Ergüzel ile yapay zekanın kullanım alanlarını konuştuk.

Türker Hocam, Üsküdar Üniversitesi'nde akademik hayatınızı devam ettiriyorsunuz. Bu üniversitede üzerinde çalıştığınız projelerden bahseder misiniz?

Temel olarak sistem modelleme ve sistemlerin kontrolü üzerine odaklanan çalışmalarımız zaman içerisinde yapay sinir ağları, özellik seçimi büyük verinin işlenmesi alanlarına doğru genişleyerek özellikle sağlık alanında yoğunlaşmıştır. Ulusal çerçevede Üsküdar Üniversitesi ve NP Beyin Hastanesi ile yürütülen çalışmalarımız uluslararası ölçekte de farklı ülkelerdeki beyin araştırma enstitüleri ile devam ediyor. Halihazırda ise "derin  öğrenme" algoritmaları ile büyük veriden kıymetli veri seçme üzerine odaklanmış çalışmalarımız ile özellikle sağlık alanında yürütülen araştırmalara katkıda bulunmayı hedefliyoruz. Nörobilim alanında 2005 yılında “Blue   Brain  Project”, 2009 yılında “Human Connectome Project” ve 2013 yılında “Human Brain Project” aslında geleceğin araştırma ve bilim uzayının insanın yaradılışındaki muhteşem ilim evreninde olduğunun net işaretidir. Artık bildiğimiz klasik hesaplama ve bilgisayar mimarileri dahi mevcut hızları ile bu sonsuz ilim evreninin yolculuğuna mevcut bilgisayar altyapıları ile çıkılamayacağının farkına varmış, Neuromorphic (On-chip photonic synapse) ile sinir hücrelerinin yapabildiklerini yapabilen işlemci mimarisi geliştirmeye, bu keşif sürecini hızlandırmaya çalışmaktadır.

Hocam bu soru biraz tarihi temellere dayanıyor. Daktiloyu ilk kullanan felsefecilerden biri olan Nietzche, “Yazı araçlarımız düşüncelerimizi de etkiler" demiş. Ve kendisinde yazı üslubunun değiştiğini de gözlemlemiş. Aslında buna günümüzün sosyal medya uygulamalarından örnekler verebiliriz. İnsanlar artık atacağı fotoğrafları veya tweetleri, kazanacağı beğenileri düşünerek paylaşımlar yapıyorlar. Sizce yapay zeka uygulamaları insanların fikirlerini ne derece etkiliyor?

Bu soruya bizim alandaki ilk akıllı sistem tanımına uyan Abaküs ile cevap vereyim. Yaşam şeklimizin, ihtiyaçlarımızın değişmesi, hayatımıza “hız” ve “güç” ihtiyacının girmesi ile birlikte temel yaşamsal ihtiyaçlarımızı karşılamaya yeten bilgi özellikle son 20 yıllık süreçte durağan değil, öğrenen, düşünen ve karar veren sistemi yani öğrenen dinamik algoritmaların kararlarına dönüşmüştür. 2000’li yılların başından itibaren, gelişimine içinde bulunduğumuz endüstri 4.0 devrimi ile birlikte hız veren dönüşüm, daha kısa zamanda, daha fazla sayıda ve kusursuz ürün üretme motivasyonu ile akıllı sistemleri sürecin yeni aktörü olarak tanımlamıştır. AR-GE odağına teknolojinin konması ile birlikte teknolojisi gelişen veri toplama cihazları, daha sık ve daha yüksek çözünürlüklü veriyi daha büyük veri saklama ortamlarında toplamaya başlamıştır. Ham veri artık sensörler tarafından toplanıyor, toplanan veri algoritmik yöntemler ile işleniyor, makine öğrenme yöntemleri ile öğrenen modeller üretim bandında sonraki adımda ne yapması gerektiğinin kararını veriyor ve uyguluyor. Yapay zekâ kavramı bu sürecin sonunda o kadar yaygın kullanılır bir kavram oldu ki, zaman içerisinde fazlaca anlam yüklendiğini ve pek çok kavramın aynı şemsiye altında toplandığını, ancak buradaki tüm bu kavramların da daha ayırt edici terminoloji ile ifade edilmesi gerektiğini düşünüyorum. Öncelikle zekânın tanımını yapmakta fayda var, zekâ bilgi işleyen ve seçim yapmayı öğrenen bir sistemdir ve bilinçlilik özellikleri taşır, bilgi işleyen tüm sistemler de er geç zekâ üretir. Dolayısıyla zekâ sadece insana ait değil, yaşamın kendisine ait bir işlevdir. Yapay zekâ ise; mevcut karar verebilme süreçlerimizi taklit eden, bizim gibi öğrenen ve karar verme aşamasında da önceki deneyimlerinden istifade ederek her bir duruma mahsus sonraki yeni kararını hatalarından çıkarttığı derslerle öğrenmiş olan modelinin cevabı olarak üreten sistemlerdir. Burada yapay zeka sistemleri derken aslında bizim gibi öğrenebilen, hatasından ders çıkarabilen, düşünebilen yani insanın karar verebilme becerisini taklit edebilen bir yazılımdan bahsediyoruz.

Google’ın “Duplex” adlı bir yapay zekâ girişimi var. İnsan hayatının günlük işlerini, randevularını sesli sentezleme yöntemiyle oluşturması mümkün kılınıyor. Aslında bir örneğini “Black Mirror” dizisinde de görmüştük. İnsan beyninin tüm belleği kopyalanarak bir cihaz içerisine aktarılıyor, yerleştirilen yapay zekâ ile akıllı ev sistemleri oluşturuluyordu. Aslında gelecekte beklenen, insanların günlük hayatını kolaylaştırma derken iyi bir şey mi yapıyoruz?

Black Mirror serilerinde yer alan senaryoların tamamının orta uzun vadede gerçekleşeceğine inanıyorum, öncelikle bu husustaki görüşümü paylaşayım. Diğer taraftan, bilginin güç olduğu gerçeğinden yola çıkarsak bilgiyi, gücü hangi gaye ile kullandığınız burada önem arz ediyor. Tıpkı atomu parçalamanın radyoloji ve radyografi gibi dünyayı değiştiren bilimlerin önünü açması ama bir yandan da atom bombasını mümkün kılması gibi; yapay zekâ da gücü elinde bulunduranın inisiyatifinde kullanılabilecek bir araçtır. Radyoaktiviteden atom bombasına giden süreçte nükleer fizik ve kimya alanındaki müthiş değişim ve gelişim sonunda dünyaya Hiroşima ve Nagazaki’deki insanlık dramını yaşatmış, diğer taraftan da Fransa’nın ihtiyacı olan enerjinin yüzde 73’ünü nükleer santrallerden sağlamasının yolunu açmıştır. Benzer şekilde yapay zekâ alanındaki değişimler de bu teknolojinin hangi gaye ile kullanılacağı ile yakından ilişkili. Nobel ödüllü fizikçi Stephen Hawking’in kontrol edilememesi halinde insanlığın en önemli başarılarından birisi olan yapay zekânın "insan ırkının son başarısı olabilir" uyarısının üzerinden yaklaşık 2 yıl sonra SpaceX kurucusu Elon Musk ile birlikte dünya üzerindeki önemli isimlerin yer aldığı 116 uzman dikkatleri tekrar yapay zekânın muhtemel risklerine çektiler. Birleşmiş Milletler’e yaptıkları çağrı ile yapay zekâ yöntemleri ile otonom robot ve sistemlerin geliştirilmesi çalışmalarının oldukça tehlikeli boyutlara ulaştığına ve insanlığın geri dönülmez tehlikelerle karşı karşıya kalabileceğine dikkat çektiler. Barutun bulunması ile geliştirilen askeri silahları takiben nükleer silahların geliştirilmesi ve sonrasında karşımıza çıkan otonom askeri sistemler ile üçüncü evreye geçen askeri sistemlerin geliştirilmesinde özellikle Birleşmiş Milletler’de nüfuzu olan ülkelerin öncülük yaptığını görüyoruz. Otonom savaş sistemlerinin sonraki yıllarda da geliştirilerek sınır bölgelerinde veya askeri operasyonlarda insan faktörünün devreden çıkartarak kullanılacak olması beraberinde oldukça büyük riskleri de beraberinde getirecektir. Otonom sistemlere yüklü yazılımların hacklenmesi, otonom silahların terör örgütlerinin ellerine geçmesi ve otonom silahların sonraki adımda kendi karar verme süreçlerine geçmesi ve insan kontrolünden çıkması önümüzdeki yüzyılda oldukça muhtemel riskler olarak karşımıza çıkabilir. Ülkelerarası savaşların, otonom savunma sistemlerinin devreye girmesi ile daha yaygınlaşabileceği ve halihazırda ülkeler arası siyaset ile sürdürülmeye çalışılan istişare ve uzlaşma süreçleri için kullanılan hareket alanı daha da daralacaktır. Adaptif karar verebilen, iradesi olan, kararlarında duygusal zekâdan istifade eden bir mekanizma yerine anlık sonuç ve güç odaklı bir yaklaşım yeryüzündeki canlı yaşamını tehlikeye atacaktır.

Alan Turing teorisine göre yapay zekâyı algılamamız görsel olarak mümkün olmadığında yanılmamıza sebep oluyor. Buradan günümüze baktığımızda işlevsel robotlar için Sofia örneğini verebiliriz. İnsanlar bu teknolojiyi günlük hayatın hangi kısmında kullanmayı planlanıyor? Turing tezinde haklı mı?

Alan Turing’in kim olduğuna çok kısa değindikten sonra cevap vereyim sorunuza. 4 Eylül 1939'da İngiltere'nin II. Dünya Savaşı'na girmesi üzerine Turing askeri hizmet için Bletchley Park'ta vazifelendirilir. Burada Alman deniz kuvvetlerinin şifreli iletişimini okumaktan sorumlu bölüme başkanlık yapan Turing, Almanların geliştirdiği şifreleme algoritması olan Enigma'yı hızla kırmaya yardımcı olacak elektromanyetik bir makine tasarladı. Almanların şifrelerini kıran Turing'in II. Dünya Savaşı'nı kazanan tarafın İngiltere olmasında katkısı büyüktür ve savaşın ardından sürdürdüğü bilgisayar ve yapay zekâ mantığı üzerine çalışmalar günümüz yapay zekâ teknolojileri için çok önemli bir başlangıç noktasıdır. Aslında yapay zekâya dair bizleri asıl endişelendiren veya kuşkularımızı besleyen, bu sistemlerin bizler gibi öğrenebilen, karar verebilen ama bunu çok daha hızlı yapabilen sistemler olmalarından öte, biz canlılar gibi duyguları, vicdanı olmayan ancak gene de bizim çerçevesini sınırlandıramayacağımız bir benlik kavramlarının ortaya çıkmasıdır. Kimi zaman fiziksel sistemler olarak karşımıza çıkan kimi zaman da algoritma olarak adlandırılan ve soyut sistemler olarak tanımlayabileceğimiz bu yeni nesil yaşam ortaklarımız ile bu ortaklığın bizim kontrolümüz dışında bizden çıkması bu korkuyu besleyen diğer bir faktör. İnsanlar aslında bu teknolojiyi günlük hayatlarında yaygın olarak farkında olarak veya olmayarak sıklıkla kullanıyorlar, verdiğimiz her kararla, alışveriş alışkanlıklarımızla, medikal verilerimizle, parmak izimizle, yüzümüz ve hatta sesimiz ile bu sisteme veri sağlamaya her an devam ediyoruz. Bundan sonraki süreçte özellikle sağlık alanında yürütülmekte olan çok değerli yatırımlar ile aslında gelecek nesillere önemli bir teknolojik birikim transfer ediyoruz. Yapay zekâ tabanlı “Biomind” yazılımının gerçek nörogörüntüleme verisi üzerinden beyin tümörü tanılama ve hematoma genişlemesinin tahminlemesinde Çin’li seçkin hekimlerin performansının oldukça üzerine çıkmıştır. Geleceğe dair bir beklentimi izninizle paylaşayım, Hızlı ve yüksek doğruluklu tanılama performansları ile yapay zekâ destekli giyilebilir teknolojiler ve IoT teknolojileri ile biyosensörlerin önemli veri toplama görevleri olacak ve artık süreç ve Pazar IoMT (Internet of Medical Things) özelinde gelişecek.

Yapay sinir ağları özgür bir iradeye kavuşarak kendi hayal gücünü üretmeye ulaşabilir mi?

Özgür irade, herhangi bir eylemi gerçekleştirme yolunda iç ve dış koşullarıyla belirlenen bilinçli bir karar alma sürecini ifade ediyor. Bahsettiğimiz sistemler de şu anda tam olarak ve çoğu zaman bizlerden daha rasyonel ve duygulardan arınmış şekliyle bunu zaten yapabiliyorlar. Ancak diğer taraftan, bizler ideallerimiz, yaşantılarımız, duygularımız, gerçeklerimiz, epigenetik faktörler ve inançlarımız çerçevesinde hayallerimizi şekillendiriyor, değiştiriyor  veya güncelliyoruz. Hayal kurma ihtiyacı hissettiren motivasyonun insan olarak bizdeki gerekçesinin yapay zeka ile geliştirilen sistemlerde hayat bulacağına dair makul bir gerekçe veya buna dair beklentim yok.

Yapay sinir ağlarının şimdiden fotoğraflardaki yüzleri tanıdıklarını, konuşulan sözleri anladıklarını, başka dillere çevirdiklerini, hatta bazı ameliyatlarda robotların da kullanıldığını biliyoruz. Dünyadaki örneklerine göre Türkiye’de gelecekte beklenen gelişmeler nelerdir?

 Bununla ilgili cevabı bazı verileri paylaştıktan sonra vermek isterim.

  •  2018'in en başarılı 5 AI Startup'ının piyasa değeri 7 milyar USD.
  • Yapay zekâ destekli görüntü tabanlı startup @Infervision 280 hastaneye görüntüden kanser tanısı hizmeti veriyor.
  • Hızlı ve yüksek doğruluklu tanılama performansları ile yapay zekâ destekli giyilebilir tıbbi cihaz pazarının 2022 yılına kadar 27,8 milyar dolar hacme ulaşması bekleniyor.
  • Medikal görüntüleme ve tanı sistemleri Çin'in gelecek AI vizyonu önceliklerinden. 2050 yılında 330 milyonluk 65 yaş üstü vatandaşının sağlık hizmetleri yapay zekâ uygulamalarına teslim edilecek.
  • IoT - AI - Sağlık Bilişimi birlikteliği ile ortaya çıkan @cardiotrak ECG sinyalini işleyip kalp sağlığı problemleri ile ilgili tanı sürecine önemli katkılarda bulunuyor.
  • 2020'li yıllarda yeni bir mühendislik alanı daha doğacak... "Vatandaş veri mühendisleri".
  • Giyilebilir teknolojiler ve IoT teknolojileri ile biyosensörlerin önemli veri toplama görevleri olacak. Glukoz düzeyi, arteriyel basınç, kalp atımı, kan oksijen düzeyi gibi temel verileri toplayıp kullanıcı veya hekimleri uyarabilecek. Akıllı hapların kullanımını artık FDA onaylı.

Tüm bu gelişmeler aslında özellikle sağlık sektöründe yapay zekâ yatırımları yapan ülkelerin son yıllardaki gayri safi milli hasılalarına etki edecek nispette ekonomiye geri dönüş sağladıklarını görebiliyoruz. Yapay zekânın geleceği savunma sanayisi ve sağlık sektöründe olacaktır. Bu alanda çok önemli yol alan Çin’in ve Hindistan’ın gelecek 10 yıl içerisinde dünya ekonomisini yöneteceğini söylemek zor değil. Türkiye’nin bu anlamda her zaman önemli fırsatlar barındırdığı düşünülürse sağlık alanındaki tecrübesini ve birikimini geleneksel yöntemlerden çıkıp yapay zekâ destekli öngörü süreçleri ile birlikte kullanması gerekiyor.

Bilim kurgu filmlerinden alışık olduğumuz, gelecekte bir yapay zekânın insanı aşarak varlığını sürdürme süreci “Singularity” inancı olarak görülüyor. Sizce mümkün olur mu?

Singularity inancını tanımlayalım isterseniz. Bu anlayışa göre önce insanlık bilincini, hafızasını, zekâsını silip, sonrasında kendi anlayışlarını, insanlığın sıfırlanmış zekâ ve hafızasına işleyerek yeni bir bilinç oluşturmak amaçlanıyor. Gelecek bilgisi ve beklentisi de olmayan bir inanış insanı aslında temel insani özelliklerden de uzaklaştıracaktır. Kimi kaynaklarda bilinç kıyameti olarak da referans gösterilen bu dönüşüm yaradılışa dair doğru adrese yaklaştığımız sürece çok muhtemel görünmüyor. Bilgiden hikmete doğru uzanan anlayış ve kavrayış yolculuğunda tefekkürün altını çizmek isterim. Örnek olarak yapay zekânın ve akıllı sistemlerin bu kadar yaşantımıza hızla girdiği günümüzde bizler insan olarak nasıl bir dönüşüm ile bu süreçten kendimiz ve sonraki nesiller için istifade edebiliriz, bunu da konuşmalıyız. Robotlar insansı olmaya başladılar ve ergenlik dönemine giriyorlar, acilen eğitim sistemimiz bilgi odaklı olmaktan öte yetenek odaklı olacak şekilde dönüşüme uğramalı, bilgi tabanlı öğretme yöntemimizi değiştirmeliyiz, makinalar ile bu anlamda rekabet edemeyiz. Eşsiz olan, müstakil ve insana mahsus becerileri (soft skills) öğretmeliyiz, burada makinalar bizlere yetişemez. Bunun için çocuklarımıza değerleri, bağımsız düşünmeyi, takım çalışmasını, empati kurmayı, başkaları için ne yapabilirim duygusunu, sanatı öğretmeli, öz güvenli yetiştirmeliyiz.