Haber Üsküdar - Hazal Göksün, Sefa Mert Kahraman, Ümmü Gülsüm Dural
Üsküdar Üniversitesi İletişim Fakültesi tarafından bu yıl dokuzuncusu düzenlenen Uluslararası İletişim Günleri'nin son oturumu olan yuvarlak masa oturumunda 'Dijital Çağda Medyanın Geleceği' ele alındı. Üsküdar Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölüm Başkanı Prof. Dr. Süleyman İrvan'ın moderatörlüğünde gerçekleşen oturuma, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Genel Sekreteri gazeteci Sibel Güneş, gazeteci Göksel Göksu, gazeteci Ahu Özyurt, gazeteci Burak Tatari ile akademisyenler Prof. Dr. Ümit Atabek ve Doç. Dr. Yıldız Derya Birincioğlu Vural konuşmacı olarak katıldı.
Oturumun açılışnda bir değerlendirme yapan Prof. Dr. Süleyman İrvan, dijital teknolojilere geçiş evresinde olduğumuzu, dijital teknolojilerin medyayı derinden etkilediğini, bu süreçte hem mevcut duruma ilişkin doğru değerlendirmelere ihtiyaç bulunduğunu hem de medyanın geleceğine dair yeni yaklaşımlara ihtiyaç duyulduğunu ifade etti.
Gazeteci Sibel Güneş: "Zor zamanlardan geçiyoruz"
Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Genel Sekreteri Sibel Güneş, konuşmasında gazetecilik mesleğinin güncel durumunu ele aldı. Güneş, “Acı ama güzel bir söz var ‘zor zamanlardan geçiyoruz’. Bu kelimenin ağırlığı altında gazetecilik yapıyoruz. Dünyada basın özgürlüğü sıralamasında 149. sıradayız. Şu an cezaevinde tutuklu 28 meslektaşımız var. 10 yıl içerisinde bin civarında gazeteci tutuklandı ya da gözaltına alındı. Bu ağır süreçte her üç gazeteciden biri işsiz kaldı. Biraz önce dijital teknolojilerin gazeteciliğin ruhunu, bugününü ve yarınını değiştirdiğinden söz ettik. Ama tek bir nokta var o da gazeteci, gazetecinin hafızası ve haber kaynakları. Kullandığımız teknoloji ne olursa olsun bu değişmiyor. Gazetecilerin meslekteki süreleri beş yıldan elli yıla kadar uzanıyor. Türkiye’nin hafızası diyebileceğimiz çok kıymetli gazeteciler işsiz kaldılar. Gazetecilik alanında yüzde otuz işsizlik söz konusu. İstatistikler de tartışmalı. Bu konuda da birçok farklı görüş var. Türkiye’de genel anlamda yoksulluk sınırında bir ücret alınıyor. Sendikalaşma yüzde yedi civarında, düşük bir oranda. İktidarın yanında olan ya da olmayan, her iki mecrada da sendikalaşma düşük. Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin kendi kuruluş gerekçesi de daha bağımsız, daha özgür bir basın yaratma tutkusudur. Gazetecilerin meslek örgütlerini odalaştırmak için değişik görüşler ve faaliyetler de var. Buna destek olan bazı basın meslek kuruluşları da var. Ama TGC devletten olur alınarak gazetecilik yapılmasından yana değil. Bugüne kadar hep böyle bir tavrı var ve bunun mücadelesini sürdürüyoruz“ ifadelerini kullandı.
“Gücün değil güçsüzün yanında olma sorumluluğumuz var”
Gazetecinin omuzlarında büyük bir toplumsal sorumluluk olduğunu ifade eden Sibel Güneş, gazetecilerin önündeki en büyük engellerden birinin hukuksuz uygulamalar olduğunu belirtti. Güneş, “Habercilik bu zor koşullarda devam ediyor, yapılan haberlerin mahkeme kararı olmadan erişime engellenmesi gibi bir problemimiz var. Gazetecilerin haberleri mahkeme kararı olmadan siliniyor. Gazeteciler bu haberlerini tekrar tekrar yüklüyorlar. Yaptığımız haberler arama motorundan silindiği zaman ülkenin hafızasından da silindiği anlamına geliyor. Bu nedenle kağıt hala çok önemli, biz bu nedenle gazete arşivini basılı olarak tutmayı sürdürüyoruz. İletişim fakültelerine ilişkin de şöyle bir tespitimiz var. Geleceğimiz sizin biçimlendirdiğiniz öğrencilerdir. Davet ettiğimiz genç öğrencilerde soru sormakla ilgili sıkıntılar olduğunu görüyoruz. Haber ajansları olan, gazete ve dergi çıkaran iletişim fakültelerinin dinamiği daha güçlü. Bu konuda öğretim üyelerinin öğrencileri yönlendirmesine ve destek olmasına ihtiyaç var. Gazeteciler olarak farklı görüşlerin sesi olmalıyız. Tek bir ses, tek bir demeç, bu ülkenin temel problemi. Tek tip gazeteciliğin doğru olmadığını biliyoruz. Biz en zayıf halka için bu mesleği yapıyoruz. Gücün değil güçsüzün yanında olma sorumluluğumuz var. Yurttaşın sorunlarına dönük kamu yararını önceleyen bakış açısını koruma sorumluluğumuz var” dedi.
Gazeteci Göksel Göksu: "Dijital platformlarda herkes kendinin habercisi"
Mesleğini Habertürk televiyonunda televizyon habercisi olarak sürdüren deneyimli gazeteci Göksel Göksu, televizyon haberciliğinin dijitalleşme sürecinde yaşananları ve geleceğe dair beklentilerini dile getirdi. Gazeteci Göksu, “24 yıllık gazetecilik hayatımın çok uzun bir bölümü sahada geçti. Son 4-5 yıldır haber merkezinde gazeteciliğe devam ediyorum. Sahada çalışırken bir yere artık gizlice giremez olmuştum. Yaptığım haberleri izleyenler mutlaka karşıma çıkıyordu. Kimseye belli etmeden bilgi almam mümkün olamıyordu. Bu dönemin geride kaldığını düşünüyorum. Gençler artık televizyon izlemiyor. Televizyon haberciliği kısır bir döngünün içine girdi. En basit örnekle, televizyonlarda ajanslardan gelen bilgiler habere dönüştürülüyor. Haberin içeriği, doğruluğundan ziyade kendisine söylenenleri ekrana çıkıp söyleme işi yaygınlaştı. Gençlerin artık kendi dijital medya platformları var. Bu platformlarda herkes kendisinin habercisi, mahallemizdeki kasap bile haberci. Dijital platformlarda da çok ciddi emek sarf ediliyor. Fakat orada meslektaşlarımız bizimle aynı şart ve haklara sahip değil, gerekli yasal düzenlemelerin yapılması gerekiyor” dedi.
Gazeteci Burak Tatari: "Podcastin yakaladığı ivmeyi devam ettiremediğini düşünüyorum"
Konuşmasına podcast yayıncılığına nasıl başladığını anlatarak başlayan gazeteci Burak Tatari, podcast yayıncılığının geleceğini de değerlendirdi. “Ben gazeteciliğe Tempo dergisinde gazeteciliğe başladım. Orada üç sene muhabir olarak çalıştıktan sonra Medyascope’a geçtim, beş yıl orada haber sundum. Oradaki deneyimim sırasında da podcast ilgimi çekti. Küçük bir gazeteci grubu olarak İsveç’e gittik, podcast eğitimi aldık. Eğitimden sonra da bayağı bir heveslendik. İsveç böyle butik alanlarda yaptıklarıyla dünyada tanınan bir ülke. Biz de Türkiye'de bu işin öncüsü olabileceğimizi düşündük, Türkiye’de yeni yeni filizlenmeye başlayan podcaste biz de yöneldik. Podcastteki bu popüleritenin sürmemesinin sebebi bana göre şu olabilir: Pandemi bir ket vurdu, çünkü podcastin özelliği şu, siz müzik dinlemekten sıkıldığınızda ya da bilgiye erişmek istediğinizde podcast dinlerken aynı zamanda birçok şey yapabilirsiniz ama hiçbir şey yapmazken podcaste konsantre oluyorsanız gerçekten takip etmesi zor, o zaman insan görüntü arıyor. Pandemi bizi evlere kapattı, evlere kapattığı zaman da bizim sosyalleşmemizi kısıtladı. Ben direkt olarak pandemi alışkanlıklarıyla podcastin düşüşe geçtiğini söyleyemem ama yakaladığı ivmeyi devam ettiremediğini düşünüyorum” şeklinde konuştu.
“Geleneksel ve dijital medya arasında bir kopuş var”
Dijital ve ana akım medya hakkında düşüncelerini ise Burak Tatari şu sözlerle aktardı: "Benim maceram herkesin tersine oldu. Ben dijital platformda beş yıl çalıştıktan sonra Halk TV’ye geçtim. Olaya tersinden bakıyorum, o yüzden yaşadığım deneyim bana ilginç geliyor. Maalesef üzücü tespitlerim var. Gündemi televizyonlar üzerinden takip eden kişiler, dijitalde hemen hemen yoklar, dijitali takip edenlerse çoğu zaman televizyona bakmıyorlar. Burada bir kopuş var. Ben bu yüzden yaptığım yayınların belirli bölümlerini kesip sürekli Twitter’da paylaşmaya çalışıyorum. Geleneksel medya kuruluşları Youtube’a içeriklerini televizyonda yayımlandığı gibi yüklüyorlar. Bunları izleyenlere baktığımızda yaş ortalamasının altmışlardan on beşlere düştüğünü görüyoruz. Dolayısıyla Youtube izleyen insanlar özel içerik istiyorlar. Üretilen içeriğin olduğu gibi Youtube'a konması geleneksel kurumların orada oldukları anlamına gelmiyor.”
Prof. Dr. Ümit Atabek: "Eski düzen ölemiyor, yeni düzen de bir türlü doğamıyor"
Gazeteciliğin gidişatı hakkında bir değerlendirme yaparak konuşmasına başlayan emekli akademisyen Prof. Dr. Ümit Atabek, "Gramsci yaşadığı devirde dünyanın değişmekte olduğunu ve dünyanın çok ciddi bir dönüşüm geçirmekte olduğunu görüyor. Bu kriz anına ilişkin şöyle bir lafı var: ‘Eski dünya ölüyor ve yeni dünya doğmak için mücadele veriyor. Şimdi tam da canavarların zamanı.’ Aslında eski düzen ölemiyor, yeni düzen de bir türlü doğamıyor ve ortaya da birtakım tuhaflıklar çıkıyor, demek istiyor. Bunun için de ‘interregnum’ sözcüğünü kullanıyor. Türkçe'de buna ‘fetret devri’ diyebiliriz. Aslında yaşadığımız devir biraz böyle” ifadelerini kullandı.
Teknolojinin gazetecilik üzerindeki etkilerine de değinen Prof. Dr. Ümit Atabek, “Eskiden gazeteciliğin bir meslek hiyerarşisi vardı. Örneğin, çırak olarak girerdiniz, sonra kalfa, sonra da usta olurdunuz. Daha sonra farklı bir beklentiye girildi ve gazetecilik eğitimlerini tamamlamış olan gazeteci adayları şöyle bir durumda kaldı: Sürekli eksik kalan bir eğitimden bahsediyoruz. Bugün cemiyetlerimiz de eğitim programları hazırlıyor, AB projeleri yapılıyor, yani sürekli, yetmeyen bir eğitim var. Eskiden gazetecilik eğitimi iki yıldı ve herkes çok mutluydu. Şimdi dört yıl okuyor, yüksek lisans yapıyor, yine yetmiyor ve ‘hizmet içi eğitim’ diyebileceğimiz eğitimlerle bunu destekliyor. Tabii bu bir sorun, neden böyle olduğunu tartışmıyorum ama meslek açısından bakıldığı zaman, nefes nefese kalınmış bir durum çok da iyi değil. Demek ki teknoloji arttıkça, teknoloji düzeyi yükseldikçe böyle bir eğitim eksikliği hissetmemiz de acıklı bir durum” diye konuştu.
"İletişim eğitiminin iletişim teknolojileriyle ilişkisini gözden geçirmemiz lazım"
Üniversitelerin de gazetecilikten çok farklı olmadığını söyleyen Prof. Dr. Ümit Atabek, "Üniversiteler de fetret devrinde. Üniversitelerin hali gazetecilikten çok farklı değil. İletişim eğitiminde bizim karşılaştığımız sorunlar nelerdir? Temelde bir kere bölümlerle ilgili bir sıkıntımız var. Eskiden bölüm yoktu, gazetecilik okulu vardı, sonra gazetecilik ve halkla ilişkiler yüksekokulu oldu, radyo ve televizyon eklendi ve iletişim fakültesi oldu. Daha sonra reklamcılık halkla ilişkilerden ayrıldı, görsel iletişim bölümü kuruldu, yeni medya ve gazetecilik derken adını yeni medya ve iletişime döndürdük. Bölümler en önemli akademik birimlerdir. Biz hangi bölümlerde eğitim vereceğiz? Bu eğitimler bir meslek edinimine tekabül edecek mi? Bu ciddi bir sorun olarak karşımıza geliyor. Bir diğer konu, iletişim fakültesi yöneticilerini çok ilgilendiriyor. İletişim fakültelerinde ‘teknoloji fetişizmi’ diyebileceğimiz bir durum var. Eskiden hatırlarsınız bizim öğrencilik yıllarımızda ‘kameraya eli değmeden mezun oldu çocuk’ söylemi vardı. İtibarlı gazetecilik döneminde sadece daktiloya elini değdirirdi. Hatta daktilo bile yoktu, daktilo için gazeteciler sıra beklerdi. Şimdi iletişim eğitiminde bilgisayar yetiştiremiyoruz. Bu arada sadece cep telefonundan çekilmiş filmleri kabul eden film festivalleri var. Bunlar da yeniden düşünmemiz gereken konular ve iletişim eğitiminin iletişim teknolojileriyle ilişkisi kısmını da ciddi şekilde gözden geçirmemiz lazım” dedi.
Doç. Dr. Yıldız Derya Birincioğlu Vural: "Çoğu öğrencimiz enformasyonu reddetme çabasında"
‘Enformasyon değersizleşti mi?’ sorusuna cevap arayarak konuşmasına başlayan Üsküdar Üniversitesi İletişim Fakültesi Yeni Medya ve İletişim Bölüm Başkanı Doç. Dr. Yıldız Derya Birincioğlu Vural, “Gözlemlediğim kişiler enformasyona, bilgiye ve haber akışına yeni medya araçları üzerinden ulaşmayı tercih ediyor. Ama diğer bir grup kişi de bu durumu tamamen reddederek var olan gerçeklerden haberdar olmak istemiyorlar. Haber akışını takip etmenin kendilerini demoralize ettiğini belirtiyorlar. Ben haber ve yeni medya dersleri veriyorum. Her seferinde öğrencilere Twitter ve benzeri mecraları takip edip etmediklerini, gündemdeki haberlerden haberdar olup olmadıklarını soruyorum. Gündem olan konu başlıklarını derslere dahil ederek, onlar üzerinden tartışıp konuşacakları bir alan açmak istiyorum. Ama çoğu öğrencimiz o enformasyonu reddetme çabası içerisinde” diyerek, ‘Enformasyon çoğaldıkça değersizleşti mi?’ meselesinin sorgulanması gerektiğini söyledi.
Gazeteci Ahu Özyurt: "İyi gazeteciliğin hâlâ karşılığını bulduğunu düşünüyorum"
Gazeteci Ahu Özyurt, yeni medyayla birlikte gazeteciliğin iyi yönde dönüştüğünü ve güçlü bir gazetecilik anlayışının geliştiğini şu sözleriyle belirtti: “Biz dezenformasyonun her şeyi yıktığını düşünüyoruz. Ama teknoloji buna çok müsait değil artık. Kullandığımız bütün sosyal mecralar, yanlış haber karşısında kendilerini hızlıca önce Kovid sürecinde sonra Ukrayna krizi sürecinde düzeltme ve güncelleme ihtiyacı hissettiler. Biz eğer geleceğin medyasıysak yalan yanlış görüntüleri, üç sene önceki görüntüleri vs. yaymamalıyız refleksi oluşmaya başladı. İtiraf edeyim ‘son kullanıcı gazeteciliği’ gibi kavramları içime sindiremiyorum. Otuz senedir bu işe gönül vermiş birisi olarak işimize bu ismin verilmesini içime sindiremiyorum. İyi işin hâlâ değeri olduğunu ve iyi gazeteciliğin hâlâ karşılığını okuyucu ya da gençlerde bulduğunu düşünüyorum. Birkaç sene öncesinde ismini hiç duymadığımız birçok genç ile güçlü bir dijital gazetecilik geliyor. Özellikle araştırmacı gazeteci sınıfı geliyor. Bunlar bence küçümsenmeyecek kadar kuvvetliler. Tabanları ve oturdukları ahlaki zeminçok sağlam. Yalan ve yanlış haber yazdıklarını görmüyoruz. Ortalığı yıkmıyor olabilirler ama sabırla ilerlediklerinde muhataplarını yanıt vermeye mecbur bıraktıklarını görüyoruz. Bu iyiye işaret. Bu bizim klasik gazetecilik dediğimiz olay. Bizim bunu kuvvetlendirmemiz gerekiyor. İyi bir gazeteci sınıfı yetiştirebiliyoruz. Bir meseleyi gündemde ısrarla tuttukça sonuç alan genç gazeteciler görüyoruz. Ben gençlerden ve mesleğin geleceğinden umutluyum.”
Yuvarlak masa oturumu dinleyicilerden gelen sorulara verilen cevaplarla sona erdi.