Zübeyde Saraçoğlu Çöklü: “Üsküdar İletişim’den mezun olmak bir ayrıcalık”
Haber Üsküdar – Burak Demirbaş
Üsküdar Üniversitesi Kariyer Merkezi Daire Başkanlığı tarafından hazırlanan ve sunuculuğunu Mezunlar Ofisi Sorumlusu Remziye Çopur’un yaptığı Kariyer Yolunda programına bu hafta Üsküdar Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yeni Medya ve Gazetecilik Yüksek Lisans Programı’ndan mezun Zübeyde Saraçoğlu Çöklü konuk oldu. Her perşembe Üsküdar Üniversitesi Televizyonu’nda (ÜÜTV) yayınlanan programda Saraçoğlu Çöklü, geçmiş ve aktif iş hayatındaki deneyimlerini, kurucu ortağı olduğu firmasını ve eğitim sürecinde yaşadıklarını anlattı.
Bugün Zübeyde Saraçoğlu Çöklü’nün yüksek lisans programını bitirdikten sonra yer aldığı çalışma alanlarını ve kendisinin akademik ve mesleki başarılarını ele alacağız. Öncelikle kısaca kendinizden bahseder misiniz?
Ben Zübeyde Saraçoğlu Çöklü. 27 seneyi aşkındır bilişim sektöründe profesyonel iş hayatıma devam ediyorum. İleri yaşlarda yüksek lisans eğitimini almaya karar verdikten sonra bu bölümü bitirdim. Aynı zamanda pro seviyesinde dalıcıyım ve dalış yapmayı çok seviyorum. Şu anda da kurucu ortağı olduğum bir yazılım firmasında da aktif olarak çalışmaya devam ediyorum.
İzleyenler yeni medya ve gazetecilik yüksek lisans programı mezunu bir konuğumuz bilişim sektöründe çalışıyor gibi tezat bir düşünceye düşmüş ve şaşırmış olabilir. Yeni medya ve gazeteciliğin sektörel ve akademik anlamda çalışma alanları nelerdir?
Aslında yeni medya ve gazetecilik ister lisans ister yüksek lisans olsun bu bütün sektörleri kapsayan bir alandır. İletişim bilimi bütün bilimlerin yapı taşı olduğu gibi aslında bu meslek de artık dijital dünyadadır. Şu aralar meta verse diye adlandırılan ve bana sorarsanız paralel evren denen alana bakıldığında, sıfır ve birin ortak bir dil olduğunu ve herkesin kendini o platformlarda var ettiğini düşünürsek aslında bu bölüm mezunlarına her sektörde ihtiyaç var. Çünkü dijital itibarla başlayan, aslında ürettiğimiz tüm mal ve hizmetleri talep tarafına yönlendirebileceğiniz doğru ifadelerin sunulabilmesi, gerçekten bu bölümü okutmanın zorunlu olduğu bir hale gelmiş durumda. Baktığınızda, yapıları multidisipliner diye düşündüğünüzde herkesin mutlaka iletişim ile ilgili ders alması gerekiyor, iletişimi ve bilişimi bilmesi gerekiyor. Dolayısıyla yeni medya ve gazetecilik aslında inanılmaz bir bölüm bu anlamda. Çok büyük bir zenginlik içeriyor.
Sektörel anlamda ve akademik anlamda bilişim temel taş olarak gözükmekte. Özellikle sosyal medya ayağında günümüzde çok önemli. Ben ortak alanları olduğunu ama farklı kesişen kümelerin de söz konusu olduğunu ama farklı yolları da var diye biliyorum. Doğru mudur?
Doğru aslında. Yeni medya dediğimiz aslında dijital medya yani dijital platform. Dolayısıyla aslında birbirinin üstüne işleyen bir binanın katı gibi düşünün ve bir üste çıkmak için o binadan geçmeniz gerekiyor. Dolayısıyla birbirine paralel ve birbirine teğet giden aslında birbirinden ayırt edilmemesi gereken iki alandır. Akademik olarak örneklendirmek gerekirse, tezimi yazarken ki tezim ‘İletişim Bilimi Açısından Bilişim Teknolojileri Okuryazarlığı’dır, tarihçesine dönüp baktığımda fikirlerin Orta Doğu’dan çıktığını, kuramların Avrupa’da oluşturulduğunu, bunu reel sektöre yani endüstriyel tarafa çekenin de Amerika olduğunu fark ettim. Dolayısıyla aslında baktığınızda tüm kuramların endüstriye döndüğü bir dünyada yaşıyoruz. Amerika’nın yapmış olduğu ve patentlerinin bugün dünya endüstrisinin teknoloji patentlerinin yaklaşık yüzde 80’i yanılmıyorsam Amerika’nın elinde. Bu patentlerin çıktığı endüstriyel tarafın da aslında bir arada olması gereken bir noktadayız. Özellikle akademi noktasında endüstriyel akademik kuram ve kavramların bir arada verilmesi gerekiyor. Çünkü siz onu realitede aslında ne olduğunu anlayamadığınız zaman, okuyup mezun olduğunuz zaman bambaşka bir dünya ile karşılıyorsunuz ve bir anda sudan çıkmış balığa dönüyorsunuz ve her şeye yeniden başlamanız gerektiğini anlıyorsunuz. İkinci en önemlisi ise ekip çalışması. Akademide aslında ekibe önem verilmesi gerekiyor. Bir örnek ile açıklamam gerekirse, tez çalışmamda fark ettim ki Almanya’da özellikle Münih Teknik Üniversitesi öğrencileri birinci sınıftayken dünyanın farklı ülkelerindeki öğrencileri bir araya getirip Münih Belediyesi’nde proje yaptırıyor. Çocuk hem teori öğrenirken aynı anda da onu reele döndürmeye çalışıyor. Şimdi baktığınız zaman her şey dijital oldu. Sosyal bilimcilerin de oturup kod yazmasından bahsetmiyoruz. Kod yazmak teknik insanların işidir ama sosyal bilimcilerin bu bilişim teknolojilerinin kültürüne haiz olması gerekiyor. Bir yeni medya ve gazetecilik bölümü mezununun, beğeni tuşunu Van Dijk’tan ya da Christian Fuchs’tan eleştirirken Manuel Castells’in de ne demek istediğini ya da Henry Jenkins’in de ne demek istediğini reelde anlayabiliyor olması lazım. Facebook’ta bir beğen tuşu aslında iktisadi temelli kıt kaynakları yönetebilmeye kadar giden, dünya üretim süreçlerini belirleyen bir tuştur. Yani biz ona bilişim sektörlerinde aslında veri toplama diyoruz. Herkesin marketlerde haiz olduğu barkod dediğimiz olayda mesela bunu tanımlıyorsunuz. Bunu da Facebook’ta ya da yeni medyada beğeni tuşu diye düşünün. Bu tanımladığınızı okutuyorsunuz veya beğen tuşuna basıyorsunuz. Sonra bu bir veri haline geliyor, arkasından da bilgi olarak çıkıyor ve endüstriyel bir dönüşüm sağlanıyor. Yeni medyada her alan bir veri toplama ünitesi olarak kullanılıyor. Bugün artık bir firmanın ya da bir okulun hiç fark etmez web sayfasına girdiğiniz zaman bir broşürden çok daha ötesini yansıtıyor. Orada yaptığınız her hareket, her arama her okuma aslında karşı tarafa giden yani o webin sahibine giden bir veridir. O veriye göre de yeni şekillenmeler söz konusu oluyor.
Şöyle diyebilir miyiz? İç içe geçmiş alanlar söz konusu aslında. Baştan o ürünün ekrana yansıması olabilir. Sosyal medyadaki portresi de olabilir ben buna kısaca ürün diyorum. Ürünün ekrana yansıması ile bir tasarım söz konusu. Burada bir tasarımcı ön plana çıkabilir belki. Arkasındaki veri toplama işlemleri dediğimiz o gömleği kaç kişi beğenmiş, cinsiyet farkını gözeterek Türkiye’nin hangi bölgesinden kaç kişi beğenmiş ya da siyahı mı yoksa kırmızısı mı daha revaçta gibi sorular var. Yazılımcı arka planda ama bir de bunun dilini okuyabilmek var. Dilini okuyabilen insan da biraz toplum bilimini biliyor olması gerekiyor ki saydığımız üç aşama üç bilim demek aslında.
Kesinlikle. Daha ilginç bir şey söyleyeyim. Bu benim iddiam. Hep diyorlar ya yapay zekâ dünyayı ele geçirecek diye. Yok öyle bir şey. İnsanın bulamadığı, insanın yapamadığı ya da elektriğe takılması gereken bir yapının dünyayı ele geçirmesi mümkün değildir. Asıl o yapay zekâyı yönlendiren, o yapay zekâdan verim alan sosyal bilimcilerdir. Sosyal bilimciler olmasa bu iş sadece kod yazmakla olmuyor. Asıl o şekli verenlere ise biz yazılım mimarı diyoruz. Bunlar sosyal bilimcilerdir. Yani sosyal bilimci kendi alanını yazılımcıya aktarıyor. Yazılımcı ona göre bir algoritma çıkartıyor. Her şeyi teknik adamlar yapabilirmiş ve teknik adamlar olmasa hiçbir şey yapamazmışız gibi geliyor ama değil. Asıl sosyal bilimciler burada önemlidir. Kritik noktada olanlar ve geleceği de taşıyacak olanlar da bu yapay zekâyı yönlendirecek olanlar da sosyal bilimcilerdir. Dolayısıyla sosyal bilimcilerin gerçekten bu kültüre haiz olup, asıl teknik kadroları eğitmesi gerekiyor.
Siz aslında yeni medya ve gazetecilik bölümü yüksek lisans programı mezunusunuz. Ama bundan öncesinde hep bilişim alanında çalışmışsınız. Hatta kişisel asistanlık da yapmışsınız, unvan olarak köşe yazarlığınız da var. Ama genellikle bilişim sektörü. Peki bu bilişim sektöründe nasıl bir aydınlanma yaşadınız da ‘evet benim yeni medya tarafına da hâkim olmam lazım ki bu sektör buna gidiyor’ fikri oluştu sizde?
Benim bilişim sektörüne girmem de işe girişim de çok tesadüfi.
Peki iş hayatına nasıl girdiniz?
Ben iş hayatına zorla gittim. Benim ilk üniversitem Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Latin ve Yunan Edebiyatı’ydı. Bölüme yüksek bir puanla girdim ama sonrasında oranın bir filoloji olduğunu öğrendim ve üç sene kadar dayanabildim. Sonrasında kamu yönetimi lisansı yaptım. Ben Ankara Üniversitesi’nde okurken bir şekilde Çerkezköy’deydim. O dönemde Avrupa’nın en büyük elektronik fabrikalarından bir tanesi olan Profilo Telra vardı. O fabrikaya bir yönetim asistanı gerekiyormuş. Ben de Ankara Üniversitesi’nde okuyordum. Benim on parmağımda on marifet olduğunu düşünerek bize bir süre bu işi yapar mısın diye teklifte bulundular. Kesinlikle kabul etmedim çünkü ‘biz üniversite okuyoruz, Dil Tarih’te okuyoruz, ne münasebet birinin yönetici asistanlığını yapacağım olur mu öyle şey’ diye bir kariyer motif anlayışımız vardı bizim o dönemlerde. Beni ilk personel daire başkanına götürdüler mülakat için. Beni işe almaması için elimden ne geliyorsa yaptım. Mesela ‘kalem masanın üstünde.’ cümlesini İngilizceye çevir dediğinde bilmiyorum dedim. Aslında Latin ve Yunan dili okuyan biri olarak haftada 6 saat İngilizce görüyorum ve ben bu soruya bilmiyorum dedim. O benim hiçbir şey yapamayacağıma ikna oldu. Ben de “oh kurtuldum” dedim ve döndüm. Bir hafta sonra fabrika üretim müdürü başkanı ‘ne oldu bize birisi başlayacaktı başlamadı mı?’ deyince personel daire başkanı ‘ondan hiçbir şey olmaz’ demiş. Üretim müdürü de demiş ki ‘bence bu bizimle kafa bulmuş, çağırın da bir de ben görüşeyim.’ Böylelikle ben, Ertan Bey’den yırtamadım ve onların ricası ile başladım. Fakat ben başladığımda bana bambaşka bir dünya açıldı. Benim gördüğüm şey inanılmazdı. Robotlar, bantlar ve işleyişe inanılmaz bir hayranlık duydum. Tamamen işin gidişatını anlayabilmek adına fabrikada dört dönüyordum. Hatta o zamanlar daha ilk defa bir bilgisayar kullandım. Bilgisayar DOS ekranlıydı. Lotus 1,2,3 kullanıyorduk. Benim yaşımdakiler bilir. Fakat Ar-Ge’de Microsoft yüklü Mouse kullanılan bir bilgisayar vardı ve ben onu öğrenmek için Ar-Ge’den bir arkadaşımla akşam 6’daki mesaiden gece 12’ye kadar ek mesai yapıyordum. “Bu nasıl kullanılıyor, buna niye fare demişler ki gibi” sohbetlerle başlayarak gece 12’ye kadar o işi öğrenmeye çalıştım ve baktım ki iş dünyası yani reel sektör ile okul arasında uçurum var, dağlar var. Bu durum benim çok ilgimi çekti. Bu iş sonrasında yine tesadüfi olarak Ankara’ya gidiyorum. Bir yazılım evi ile tanıştım. Otobüsün bistro bölümüne çay içmeye indiğimde hayatım değişti. Bir anda kendimi bilişim sektöründe buldum ve henüz daha 22-23 yaşlarındaydım. Bu benim aslında çok da büyük bir şansım oldu. Okurken çalışmak inanılmaz bir şanstı ve ben 23 yaşında girdiğim bilişim sektörüne bugüne kadar devam ettim.
Süper, buraya kadar da devam ettirmişsiniz çünkü yönetici asistanlığınızın yanı sıra genel koordinatörlük, bölge müdürlüğü unvanınız ve satış pazarlama koordinatörlüğü ve özel projeler koordinatörlüğü görevi var.
Orada en ilginci şu; Profilo’da yönetim asistanı olarak girmiştim. Yaklaşık 5-7 sene sonra aynı şirkete Özel Projeler Koordinatörü olarak döndüm.
Nasıl bir duyguydu?
Çok güzel, çok heyecan verici bir duyguydu. Kimseye belli etmemeye çalıştım. Yerini hazmetmek çok önemli, işine odaklanmak çok önemli ama hani içimi de gıdıklamadı değil yani.
Az önce şöyle söylediniz: onu hazmetmek, bir de başka bir açıdan bakmak istiyorum. Evet bu zamanda kadar bilişim sektörüne gelmişsiniz, unvanlarınız var, şu an kendi şirketinizde kurucu ortak olarak görev yapıyorsunuz ama sonuçta bir kadın yöneticisiniz. Kadın yöneticilerin genelde her iki cins için de bir takım farklı düşüncüleri vardır. Bir de bilişim sektörünü düşündüğünüzde erkek egemenliğinde olan bir sektör. Bu ön yargıyı mutlaka kırmışsınızdır ama bunu nasıl başardınız?
Porcan Holding’te çalıştığım zamanlarda kurucusu, yabancı yatırımcılar geldiği zaman insanları benimle tanıştırırken anarşist diye tanıştırıyordu. Yani ben inatçıydım. Ben inandığımı savunuyordum. Kadın olmanın zorluğunu da çok çektim. Hiç akla hayale gelmeyecek olaylara tanık oldum. Acı tarafını çok gördüm ama ben hep işime odaklandım ve işimdeki ön görüme çok inandım. Bu öngörüdeki inatlaşma ve inatlaşmanın sonunda çok şükür haklı çıkmam benim biraz yolumu açtı, biraz daha bu konuda rahatlamama neden oldu.
Şunu söyleyebilir miyiz o zaman? Bildiğimiz, hâkim olduğumuz bir konu varsa inatla üstüne gitmek ve aykırı olabilmek çünkü arkada bilgi var.
Kadınların bir de öngörü gibi bir yeteneği var. Bu bir şekilde bizim doğamızda var. Bu öngörü ile iş hayatını birleştirdiğiniz zaman çok kısa yollar buluyorsunuz ve iş ile ilgili ve o kısa yollarda direttiğiniz zaman o kısa yollarda haklı çıkabiliyorsunuz. Ben çalıştığım bütün firmalarda çok farklılıklar yaratabildiğimi düşünüyorum. Zaten kendi şirketimi kurmamın sebebi de buydu. O yüzden de en zor yolu seçtim. Kariyerimin en çok kazanç kazandığım, en çok itibar gördüğüm, en rahat döneminde kendi şirketimi açmaya karar verdim.
Yapamadığınız neydi peki?
Beni genellikle şöyle tanımlarlardı: “Sen kuzey kutbunda bile buzdolabı satarsın.” Hayır, ben satmam. Evet satabilirim ama satmam. Dolayısıyla ben hep verdiğim hizmetin ve ürünün mümkün olduğu kadar eksiksiz ve liyâkata önem veren ürünler olmasını istedim. Bu yazılımda çok önemli bir unsurdur. Hayal ettiğim bir yazılım vardı. Bu hayal ettiğim yazılımı, hayal ettiğim şekilde insanlara vermek vardı. Bir örnek; Dünyada sadece bizim ürettiğimiz yazılım, yazılım hatalarına karşı yani yapısal hatalara karşı ömür boyu garanti veren tek yazılım. Bunu hayal ettim. Fazlasını almamayı, ihtiyaçları olduğu kadarını vermeyi, verim almayı ve kullananların büyümesini hayal ettim. Başarı kriterleri açısından şu anki inanışlar biraz farklı olabiliyor ama ben daha çok başarıyı başınızı yastığa koyduğunuzda huzur içinde uyumakla eş anlamda tutuyorum. O yüzden de gerçekten başarılı olduğumu düşünüyorum.
Aslında şanslı insanlardansınız.
Evet ama işin açıkçası çok kolay olmadı Remziye Hanım. Yaptığınız ürün teknolojik bir ürün. Patent anlamında ise dünya ile aramızda yüz yılın ötesinde bir fark var. Bu rekabet ortamında onlar bizim ülkemize kendi yazılımları ile gelebiliyorlar ama biz oralara gidemiyoruz. Onlar buraya geldikleri zaman bizler onlarla mücadele edebilecek düzeyde bir ürün çıkartmamız gerekiyor. Dolayısıyla bunu yapmakta çok kolay bir süreç olmadı. Zor ve taşlıydı. Hala o süreçleri yaşıyoruz. Ancak üretmenin verdiği haz, bir şeyi meydana çıkarmanın verdiği haz dünyada en azından benim için hiçbir şeye değişilmiyor.
Üniversitemizde yeni medya ve gazetecilik yüksek lisans eğitimi alırken de fark etmişsinizdir ki sektörün içindeyken yeni medya ve gazeteciliği harmanlamak fikri oluşmuş ve firmanızı kurmuşsunuz. Peki bu firmayı biraz daha tanıtmak gerekirse, firmayı kurma aşamasından ziyade yaptığı hizmetlerden bahseder misiniz?
Bizim firmamızın ürettiği yazılım her sektörde kullanılabilir. Hammaddenin girişinden son kullanıcının satış anına kadarki tüm operasyonel yönetim süreçlerini takip eden bir yazılım. Buna üretim takip sistemi diyorlar. Perakende otomasyon sistemi, muhasebe, finansman yönetimi, son günlerde moda değimle CRM, MRP, ERP gibi baştan aşağı tüm ve her sektörü üreten kocaman bir yazılım ürettik. Bunun esası da aslında öncelikle az önce de söylemeye çalıştım bir şeyi tanıtmakla başlıyor. O bir şey, birçok şey oluyor. Yani üç hammadde giriyor ve bu hammadde bir madde oluyor ve depoya giriyor. Depodan, satış noktasına gidiyor, satış noktasından da son kullanıcıya gidiyor. Bu süreçlerin tamamını kapsayan operasyon yönetim sürecini içeren bir yazılımdan bahsediyoruz. Kurucu ortağı olduğum şirket bu yazılımları yüzde yüz yerli olarak üretiyor.
Dijital medya da buna dahil. Bu aşamada dijital medyanın o işi yapan insandan nasıl bir karakter çıkarmasını bekler ya da kişilik özellikleri daha doğrusu?
Ben yüksek lisansa başladığım zaman Nilüfer Timisi hocam bir vize ödevi vermişti. Ödev konusu medya kuruluşları ile röportajdı. Ben de Doğuş Medya’nın dijital grup başkanı ile bir röportaj ayarladım ve gittim. Orada bir söz benim hem tezimi hem bu okuldaki bakış açımı ve yönümü değiştirdi. ‘Biz gazetecilik ya da iletişim mezunlarından haber masasına oturduğu zaman teknik kadro ile anlaşabilecek kadar teknoloji diline hâkim olmasını istiyoruz’ dedi. Ben bunu sevgili danışman hocam Nazife Güngör ile paylaştım ve bana, ‘Sen bir sosyal bilimci olarak bu bilişim sektöründe 27 senedir varsın. Bir de bu bölümü okuyorsun. O zaman bu ikisini harmanlayıp bir tez çıkar” dedi. Ben de dedim ki, sosyal bilimcilerin de artık bu teknolojilerle barışması gerekiyor. Barışması derken övmesi anlamında söylemiyorum. Yani biz o teknik kadrolara gazetecilik ya da iletişim mezunu olarak aslında neyi yansıtmaları gerektiğini ekrandan verebilmek için o yazılımcının aslında ne iş yaptığı, o teknolojinin bileşenlerinin ne olduğunu ya da bunun endüstriyel karşılığının ne olduğunu biliyor olmak gerekiyor. Haber masasındayken siz, ben videoyu öyle değil de böyle bir hyperlink (hiperlink) yapmak istiyorum dediğinizde yazılımcılar tarafından o teknik olarak çok mümkün değil denildiğinde, “hayır mümkün” diyebilecek kadar hâkim olması gerekiyor. Kod yazmaktan, network (ağ) kurmasından bahsetmiyorum. Sadece biliyor olması gerekiyor. Ben 27 senedir bu sektördeyim, kod yazmıyorum, network kurmuyorum ama ben bu bilişimin temel bileşenlerinden proje üretebiliyorum ve teknik kadroları bu projenin oluşması için yönlendirebiliyorum. Aslında bütün mesele bu. İletişimler çok iyi bilir aktör ağ kuramı vardır. Artık haber masasında yapay zekâ ve robot gazeteciler birer aktör diyor. Benim tezimde diyor ki, hayır değil. Bunlar bilişim teknolojilerinin yarattığı birer sistem. Yani yapay zekâ sezgisel değil sistemseldir. Bunun en bariz örneği de Japonya’da Fukagu diye bir süper bilgisayar çalışıyor. Şu an dünyanın en hızlı bilgisayarı. Saniyede 415 katrilyon işlem yapıyor ve son bir buçuk senedir Covid-19’un tedavisini bulmaya çalışıyor ve bulamıyor. Çünkü insanın bulamadığı hiçbir şeyi algoritma bulamaz. Dolaysıyla az önce de söylemiştim; sosyal bilimci mutlaka bu teknolojinin en azından bileşenlerine, tarihçesine ve kültürüne haiz olursa algoritmalar da daha hızlı ilerleyecek. Bilim insanlarının önce içeriye bir veri vermesi gerekiyor o yapay zekânın size bilgi sunabilmesi için. Dolayısıyla insan olmadan, bu sistemler olmaz.
Sektörde çalışan birisi olarak, yeni medya ve gazetecilik de dâhil buna zaten ikisini harmanlamışsınız. Size sadece bilişimci ya da sadece dijital medya sektörüne hâkim bir kadın diyemiyoruz. Harmanlanmış bir iş yapan kadın diyoruz. Sizi zorlayan ya da kolay gelen yönler nelerdir?
Beni zorlayan iki unsur var. Bunlardan birincisi teknoloji patentlerine sahip olamamamız, hali hazırda mevcut yapıları kullanmamız. İkincisi de ülkemizde yazılım ve bilişim kültürünün firmalar açısından henüz tam oturmamış olması. Aslında kriz dönemlerinde teknolojide hazır olanlar hiç durmadılar. Dolayısıyla henüz teknoloji ile reel sektör olarak ve kobi olarak bilince varamadık. Bu bilinç oturduğunda işlerimiz kolaylaşacak.
Peki size kolay gelen ve haz veren yanları nelerdir?
Henüz muhasebe programı kullanan bir işletmenin, biz sistemi kurduktan sonra Covid-19’a rağmen 3-4 sene içinde büyüyüp, fabrikasını büyütüp, yeni yere taşındığı zaman o çok büyük bir mutluluk ve çok büyük bir haz, en büyük mutluluk. Hatta bir örnek vermek gerekirse bir fabrika sistem otomasyonu arıyor ve işleyişine uygun bir yazılım bulamıyor. Sonra diyor ki ‘yok mudur bizim işleyişimize karşılık gelecek bir yazılım.’ Birisi de ona ‘Bir bak bakalım bir de Anatolia varmış’ diyor. Bizim de sloganımız bu oldu; bir de Anatolia var. Müşteriden gelen feedbackler (geridönüşler) bizim en büyük motivasyonumuz ve mutluluğumuz. Biz kariyer, başarı olarak sermaye, para pul olarak bakmadık. Biz biraz Rolls Royce olmak ve kişiye, firmaya özel olmak istedik. Biz hem fakir hem de mutluyuz. Peki başarılı mıyız? Evet gerçekten başarılıyız. Çünkü hayallerimizi gerçekleştirdik.
Sektörün içindesiniz. Kafanızda ne yapmak istediğiniz belli. Evet bilişim altyapısı olmak üzere dijital medyayı konuşturmak istiyorum diyorsunuz. Peki yüksek lisans dersleri alırken bunları ben günlük hayatta kullanabiliyorum diyor muydunuz?
Evet, hepsi için diyordum. Ben o kuramları okurken o kadar mutlu oldum ki, bizim uzun uzun anlatmak istediklerimizi çok güzel ifade edilmiş şekliyle buldum. Bu bölümü inanılmaz haz alarak okudum ve tezimi inanılmaz haz alarak yazdım. Çünkü gerçekten hepsi iyiydi. İnsanlar düşünmüşler taşınmışlar, evet bunun anti tezleri de tezleri de birbirinden farklı katma değer üreten şeylerdi. Ben burada aldığım yeni medya ve gazetecilik eğitimini inanılmaz beğendim. İnanılmaz katkılar sağladı.
Beş yıl sonra Zübeyde Hanım kendisini nerede görüyor?
Benim aslında bu beş yılda mı olur on yılda mı olur bilmiyorum ama bir hayalim var. Bizim yarattığımız çok güzel bir ürün var. Ben bu ürünü özellikle fen bilimleri olan bir üniversitenin gençlerine vermek istiyorum. Bizden sonra o yazılımı alsın, geliştirsin hatta bir dünya markası yapsın. En büyük hedefimiz ve hayalimiz bu açıkçası. Hayalim, bizim memleketimizde bu işi anlayacak, yapacak akademik bir yapının içindeki genç beyinlere emanet etmek aslında.
Bunu kendi firmanız için de düşünüyorsunuzdur elbette. Peki siz personel alırken neye dikkat ediyorsunuz? Sizin kriterleriniz neler?
Benim kriterlerim insani kriterler açıkçası. Ben şunu söylüyorum: ‘aldığın diploman sana ait, bana ait değil. Aldığın diploma buraya bir değer katmayacak.’ Hatta okurken çalışanlar benim için daha çok tercih sebebi olabiliyor. Profilo’da çalışırken ekibimize bir elektronik mühendisi almamız gerekiyordu. İlana çıktık bir klasör geldi. Klasörde inanılmaz özgeçmişler bulunuyordu. Kariyerler birbiriyle yarışıyordu. Benim bir son sorum vardı. O soru da ‘televizyon kolisi, kutusu taşır mısın?’ idi. Önce şaşırıyorlardı, sonra, ‘onca çalışanınız var, onlar taşır herhalde’ diyorlardı. Bazıları da ‘buna gerek var mı?’ diyordu. Sonra ODTÜ mezunu Devrim diye bir arkadaşım vardı. Soruyu sorunca güldü, ‘çok enteresan geldi sorunuz ve tabii ki taşırım’ dedi. Ben de ‘işe alındın’ dedim. Ben işin açıkçası bir iş yaptığınız zaman ne yaptığınızdan çok nasıl yaptığınızla ilgileniyorum. Ben de zaten kariyerimi ne iş yaptığın değil nasıl yaptığın üzerine kurdum.
Üsküdar Üniversitesi mezunu olmak size ne ifade ediyor?
Öncelikle bölüm anlamında, benim girdiğim dönemde Yeni Medya ve Gazetecilik Yüksek Lisans Programı sadece Üsküdar Üniversitesi’ndeydi. Üsküdar Üniversitesi İletişim Fakültesi’nden mezun olmak bir ayrıcalık açıkçası. Çünkü gerçekten çağı yakalamış bir anlayış var ve özgürsünüz. Henüz öğrenciyken özgürsünüz. Hem bölüm hem İletişim Fakültesi anlamında Üsküdar Üniversitesi İletişim Fakültesi’nden mezun olmak bir ayrıcalık. Başta Prof. Dr. Nazife Güngör ve Prof. Dr. Süleyman İrvan hocam olmak üzere diğer tüm akademisyenlere de sizin vasıtanız ile teşekkür ediyorum.