Dr. Öğr. Üyesi Gökser Gökçay: “Kriz dönemlerinde dışlayıcı bir milliyetçilik duygusu yükselişe geçer”
Dr. Öğr. Üyesi Gökser Gökçay: “Kriz dönemlerinde dışlayıcı bir milliyetçilik duygusu yükselişe geçer”
Haber Üsküdar – İzel Çelik
Üsküdar Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Kulübü tarafından Instagram üzerinden gerçekleştirilen online söyleşide COVID-19 sonrası dünya düzeni konuşuldu. Moderatörlüğünü Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Kulüp Başkanı Sümeyye Şen’in üstlendiği söyleşide, Üsküdar Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Dr. Öğr. Üyesi Gökser Gökçay, COVID-19 sonrasında Türkiye’de ve dünyada oluşacak yeni düzen hakkında bilgilendirmelerde bulundu.
“Liderler hem karizmatik duruşlarıyla hem de devletlerinin yapısal özellikleriyle kendi kaderlerini belirleyecekler”
Sümeyye Şen’in “Salgın sürecinde tüm liderler kendi ülkelerini korumak adına bazı önlemler aldılar. Bazıları başarılı oldu, bazıları ise başarısız oldular. Peki liderlerin bu yönetim süreçlerindeki başarı durumları gelecekteki seçim sonuçlarını etkileyebilir mi?” sorusu üzerine konuşmasına başlayan Gökser Gökçay şu yanıtı verdi: “Evet etkiler. Liderler hem karizmatik duruşlarıyla hem de devletlerinin yapısal özellikleriyle kendi kaderlerini belirleyecekler. Eğer kendi ülkelerinde yeterli alt yapıları yoksa ne yaparlarsa yapsınlar halk bir yerden sonra kötü giden ekonominin, çöken sağlık sisteminin bedelini mutlaka mevcut olan iktidara ödetmek isteyecektir. Bu durumu daha iyi atlatan, daha iyi toparlayan ülkelerdeki liderler de kazanacaktır. Ben diğer ülkelerle işbirliği yapan, koordineli çalışan liderlerin önünün daha fazla açılacağını düşünüyorum. Bu kriz dönemlerinde şunu görüyoruz, her ülke kendi içine kapanıyor ve kendi olanaklarıyla vatandaşlarına yardım etmeye çalışıyorlar. Hâlâ ulus devlet birimiyle yaşadığımız için devletler kendi vatandaşlarına öncelik tanıyorlar. Dolayısıyla o ülkelerin devlet sistemleri aracılığıyla güvenlikleri sağlanıyor. Sağlık güvenliği de bu sistemin içinde. O yüzden bu durumu aşıp, başka ülkelerle işbirliği yapıp, dünya geneline bir vizyon yansıtan ya da kendi halkına güven veren, güvenliğini sağlayan liderlerin öne çıkacaklarını tahmin ediyorum. Örneğin, Almanya ve Merkel bu anlamda bence öne çıktılar. Krizi Avrupa ülkelerine nazaran hatta genel olarak sanayileşmiş ülkelerin içinde en iyi atlatan ülke oldu. Büyük kapasitesi ve özellikle etkilenme oranı anlamında düşündüğümüzde, daha önceki deneyim eksiklikleriyle de karşılaştırdığımızda Almanya durumu iyi idare etti. Güney Kore daha önce Mers krizini, Tayvan da Sars krizini yaşadığı için deneyimleri vardı. Liderlerinden ziyade deneyimleri sebebiyle bu ülkeleri istisna tutabiliriz. Ama Almanya böyle bir deneyime sahip değildi. Almanya’nın ölüm oranlarını düşük tutabilmede, çok kontrollü bir geçiş yapmaya başlamada ve liderlerinin sağduyulu ve bilimsel açıklama yapmada da başarılı olduğunu gördük.
“Kriz dönemlerinde dışlayıcı bir milliyetçilik duygusu yükselişe geçer”
Devletlerin bu süreçte içlerine kapanmasıyla milliyetçilik duygusunun artması arasında doğrudan bir bağlantı kurulamayacağını ifade eden Gökçay: “İnsanlar mevcut kriz ortamında her zaman kendilerinden farklı olana, ülkelerinin dışından gelen kişileri suçlamaya meyilli olurlar ve özellikle dışlayıcı bir milliyetçilik duygusu bu tür zamanlarda yükselişe geçer. Ama buradaki ayrımlar, meselâ Amerika örneğinde de gördüğümüz gibi aslında toplumsal bölünmelere yol açıyor ya da toplumsal bölünmeler milliyet odaklı olmuyor. Amerika’da gördüğümüz gibi, silahlı kişiler kendilerine sağlanan ücretli hizmetlerin açılmasını istedikleri için alma özgürlüğünü savunuyorlar. Ama bunun arka planında etnik ve ırksal bir mücadele olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü genellikle o hizmeti yapmak zorunda olan kişiler, düşük gelirli ya da göçmen kişiler. Dolayısıyla o kişilerin hayatlarını önemsemeyen bir tavır içindeler. Doğrudan milliyetçilik duygusunun yükselmesi dalgasında bir paralellik kurmak ne kadar doğru bilmiyorum. Zaman içerisinde insanların özellikle otoriter yönetimlere yönlenmesiyle, beraberinde gelecek aşırı milliyetçilik dalgasını görme ihtimalimiz de var” dedi.
“Çin, ekonomik olarak da diplomasi olarak da emin adımlarla güçleniyor”
Sümeyye Şen’in “Yeni düzende dünyada yeni bir hegemon devlet oluşabilir mi?” sorusunu Gökser Gökçay şu şekilde yanıtladı: “Uluslararası düzen meselelerinde en çok tartışılan konu ‘acaba ABD yönlendirici liderlik görevini yitiriyor mu?’ sorusu üzerineydi ve her zaman karşısına alternatif olarak Çin öne sürülüyordu. Ama bu sorunun aslında bizi yanılttığını düşünüyorum. Biz ‘hegemon güç ortaya çıkacak mı?’ diye sorarken aslında düzenin yapısı içerisinde olan değişiklikleri gözden kaçırmış oluyoruz. Çin ekonomik olarak da diplomasi olarak da emin adımlarla güçleniyor ama yeni bir hegemonik güç olma olasılığı, o elde ettiği gücünü diğer ülkelerin üzerinde kullanabilme kapasitesiyle bağlantılı. Yani kendi mevcudiyeti içerisinde büyük üretim kapasitesine sahip olması, diğer ülkeleri onun rızası çerçevesinde hareket etmeye zorlayabileceği anlamına gelmiyor. Dolayısıyla Çin ABD’nin diğer ülkeleri etkileme kapasitesine yakın bir zamanda sahip olamayacak gibi görünüyor. Ama yine de Çin en büyük güçlerden olmaya devam edecek. Tabii burada Hindistan’ı da atlamamalıyız. Hindistan’ın da Çin’in de dünya ekonomisinin büyük bir kısmını artık kontrol edeceği kesin. Ama bir hegemoni anlamında, diğer ülkeleri bazen rızayla bazen zorla kendi politikalarına yönlendirme kapasitesine erişme olasılığı yakın zamanda bence görünmüyor. Belki dünyada bu kriz gibi çok büyük krizlerin yaşanmasının ardından bu süreç hızlanabilir de ama bu gidişat içerisinde birdenbire öyle hegemon bir değişim yaşanmaz. Ben aslında hegemon değişikliğinden ziyade dünya düzeninin yapısında daha çarpıcı değişiklikler olacağını düşünüyorum. İnsanlar artık devletlerinin gelir dağılımı kontrolü anlamında değişmesi gerektiğini, yönetimin daha aktif olması gerektiğini söyleyeceklerdir. Buna teşvik edecek toplumsal örgütlenmeler daha demokratikleşme, daha etkili bir iktisadi planlamalar anlamında oluşacak mı onu da göreceğiz.”
“Çin başarılı olmaktan ziyade başarılı olduğu algısını yarattı”
Çin’in bu süreçte bazı şeyleri diğer ülkelerden gizlediğine değinen ve başarılı olduğu algısı yarattığını ifade eden Gökçay, “Yavaş yavaş bazı şeyler ortaya çıktı ki Çin, salgının ortaya çıkış şekli anlamında, vaka sayıları anlamında ve Dünya Sağlık Örgütü’nün diğer ülkelere ne zaman haber vereceği konusu hakkında bazı engellemeler yapmış. Bu anlamda otoriter devletlerin dışarıdan başarılı oluyormuş gibi görünseler de başarılı olmaktan ziyade başarılı oldukları algısını yaratmakta daha başarılı olduklarını söyleyebiliriz. Çin böyle bir algı yarattı. Tabii tek parti yönetimine sahip olması nedeniyle çok hızlı bir şekilde sokağa çıkma yasağı ilan edebildi ve insan haklarına dair birçok kısıtlamayı daha hızlı harekete geçirebildi. Videolarda gördüğümüz gibi hasta olan insanları kolundan, bacağından tutup çok rahat bir şekilde hastaneye götürebiliyorlar. Ama bunun ne pahasına olduğunu düşünmemiz lazım. İnsan hayatına getirilen bu kısıtlamaların da getirdiği bedeller var. Belki bu şekilde salgını daha kısa sürede sona erdirdiler ama birçok şeyi de bizden gizlediler. İran, Rusya, Brezilya gibi ülkeler bu süreçte o kadar başarılı olamadılar. Bu durum aslında ülkedeki yönetim kapasitesinin yeterliliğiyle de bağlantılı. Çok otoriter olup başarısız olan veya çok demokratik gibi görünen, ‘bizim bara gitmeye, kafeye gitmeye hakkımız da var’ diyen ABD gibi ülkeler de şu an dünyanın en büyük salgın merkezi haline dönüşebiliyorlar. Bir taraftan da Güney Kore veya Tayvan gibi neredeyse tam bir demokrasiye dönüşmüş ülkelerde de muazzam başarılar elde etmiş olduklarını görüyoruz. Ama demokrasinin beşiği olarak görülen İngiltere’de ya da İtalya’da iyimser tablolar ne yazık ki yok” şeklinde konuştu.
“30-40 yıldır yapılan ihmallerin sonucunu yaşıyoruz”
Gündem içerisinde gelip geçici konular içerisinde vakit kaybettiğimizi ifade eden ve yeni düzenin, bilim insanlarının sözünün dinlendiği, anlaşıldığı bir toplumla kurulması gerektiğine değinen Gökser Gökçay bu düşüncesini şöyle açıkladı: “Bazen gündem içerisinde belli konulara odaklanıp, bir kriz konusu odağından başka birine atlıyoruz. Bu salgın başladığından beri terör, göç gibi konuların ortadan tamamen kalkması aslından ne kadar da gelip geçici konular üzerinde yoğunlaştığımızı ve vakit kaybettiğimizi gösteriyor. Birçok şeyi aslında halı altına süpürmüşüz. Toplumun idare edilmesi, insanların asgari yaşam koşullarını destekleyici sistemlerin oluşması anlamında 30-40 yıldır yapılan ihmallerin sonucunu bir anlamda yaşıyoruz. Sadece Türkiye’de değil aslında tüm dünya çapında en önemli sorunlardan birinin nitelikli insanları eğitme ve o nitelikli insanları gerektiği konumlara getirme sorunu olduğunu, liyakat meselesinin önemli olduğunu görüyoruz. Çünkü gençlerin şu an en önemli sorunu, ‘ben bu kadar eğitimi alıyorum ama eğitimimin hak ettiği konumlara gelebilecek miyim?’ sorusu üzerine oluyor. Bilim insanlarının dinlendiği rejimler kurulması için çok mesafeler katetmemiz gerektiğini görüyorum. Yeni düzenin bilim insanlarının sözünün dinlendiği, anlaşıldığı bir toplumla oluşması gerektiğini düşünüyorum. Son yıllarda aşı karşıtlığının artması, bilim insanlarının, doktorların ya da konunun uzmanı olan kişilerin yerine birçok safsataya inanılması da bu zamanın ruhuyla bağlantılı. Bu yapıyı gerekli faktörleri ele alarak tekrardan kurarsak, yeni bir krizde evlere kapanmayacağımız bir dünya yaratabiliriz.”
“ABD’nin askeri kapasitesi kendisinden sonra gelen on ülkenin kapasitesinden bile daha fazla”
Sümeyye Şen’in “Çin’in ABD'nin yerine geçeceği senaryosunu nasıl yorumluyorsunuz?” sorusunu Gökser Gökçay şöyle yanıtladı: “Aslında sadece bir tabelanın değişmesi, işlerin yürütülmesini değiştirmez. Ancak dükkân el değiştirirse, yönetimin de değişmesiyle değişiklik olacağını düşünürüz. Burada da öyle bir durum söz konusu. Çin özellikle 80’lerde, 90’larda geçirdiği dönüşümlerle, orta ve büyük işletmelerini özelleştirmesiyle ve tarım üretimlerinin de özelleştirmeye açılmasıyla beraber, her ne kadar yönetimi içerisinde daha küçük bir oligarşinin yönetimine sahip olsa da tam anlamıyla kapitalist bir devlete dönüştüğünü söyleyebiliriz. Dolayısıyla kapitalist bir devletten, diğer kapitalist bir devlete geçişin aslında toplumsal düzenin yürütülmesi ve güç dengeleri anlamında çok büyük bir kırılma yaratacağını düşünmüyorum. Çin, 2000’ler boyunca kendi yer küresi içerisinde nüfuzunu sağlamlaştırmak için elinden gelen her şeyi yapacaktır. Belki bu zaman zaman ABD’nin gücünün azalmasıyla ortaya çıkacak, bazen belli bir savaştan ya da krizden sonra bu geçişlerde ani bir atlama göreceğiz, bazen de ABD yeterli olmayacak, oraya Çin müdahale edecek ve Çin’in yardım paketlerinin o ülkeyi nasıl kurtardığını konuşmaya başlayacağız, bu salgın sırasında gelen Çin paketlerini konuştuğumuz gibi. Böyle örneklerle belki bir hızlanma olacak ama normal dönemlere dönüldüğünde bu geçiş süreci yavaşlamaya başlayacaktır. Ama ne olursa olsun Asya’nın baskın olduğu bir uluslararası düzen oluşacaktır diye düşünüyorum. Çin şu an askeri, siyasi ve diplomasi alanlarında gelişmesini tamamlayamadı. ABD’nin müdahale kapasitesine yakın bile değil. Özellikle askeri anlamda bu kapasitelere hiç yakın değil. Şu an ABD’nin askeri kapasitesi kendisinden sonra gelen on ülkenin kapasitesinden bile daha fazla. Bunun yanında diplomatik olarak da aynı araçlara, aynı olanaklara sahip değil. Çin şu an hala emekleme aşamasında. Katetmesi gereken çok mesafe var.”