Edirne: Zamanın ötesine bir yolculuk
Edirne gezisi
Haber Üsküdar – Erhan Avşar
Aylardan sonbahar ve hava biraz güneşli, günlerden de pazarsa hep bir yerlere gitmek isterim. Biraz güneşin son coşkusunu hissetmek biraz da bende yarattığı olumluluğu güneşle birlikte yaşamak isteğidir. Dışarı çıktığında her adımda bir yaprak çıtırtısını duyarsın. Hüzündür bu. Ama hüznü yaşamanın erken olduğunu ve hâlâ hüznün sırasını beklemesini istersin. Adımların birbirini takip eder. Sen yolun yıllardır o değişmez amacına güvenirsin. Yollar kavuşmaktır. Aşktır. Heyecan ve umuttur. Kimi zaman tersi anlamlarını da bilir bu coğrafya. Göç demektir yollar hep. Bu halk bilmez mi göçün ne olduğunu. Göçün acısını ve yollarda kaybedilenlerin acısının nasıl boğazımızda düğümlendiğini ve geçmeyen yaraların göğsümüzün sol altında nasıl da yara olduğunu, göğsümüze oturduğunu bilmez miyiz? Dedim ya bugün hava güzel ve ben her şeye rağmen güzel olanı ve mutlu edeni yaşayacağım.
Rotam daha belirmedi. Rotadan önce hazırlıklarımı yapmam gerek. Küçük ihtiyaçlar çantası ve biraz da heybemizde anılarımızla birleşen özlemlerimizi almam gerekti. Aslında onlar benle hep varlardı. Ne de olsa hayatımın önemli bir sürecini şimdi yola çıkacağım yerlerde yapmıştım. Tam olarak olmasa da aynı bölge ve aynı kültürün izlerini bilirim. Yolculuklarım artık eskisi gibi ne büyük olmakta ne de tek başıma değildi artık. İki kızım ve eşim de yanımda.
Eskiden çıktığım yolculuklar geldi aklıma. Ne de çok hazırlıksız ve tek başınaymış. O adsız ve kimselersiz hayatın içinde en çok da yolculuklar hatıramda kalmakta. Her yolculuk büyük bir aşkın ilk adımlarıydı. Ben o adımların coşkusunu özledim. Hüznüm gözlerimde saklı gözyaşlarında ve yüreğimin dehlizlerinde saklı haykırışlarda kaldı. O ışıksız karanlık sokaklarda nasıl da ıslanmış ayaklarımız. Ve soluğumuzda yükselen nefesimizin dumanı ne de seyrek çıkarmış. Ama ıslığımız her zaman bu yolculuğumuzu aydınlatırdı. Nerede kalmıştık? Bugün iyiler hatırlanacak. Ve ben yolculuğuma çıkmaya başladım bile.
Rotamız Edirne. İstanbul’un o ihtişamlı görüntüsünü ardımızda bırakarak yüzyıllardır tüm kültürlere beşiklik etmiş ve bize büyük miraslarla armağan olan coğrafyaya yolculuğumuz başladı. Gidenler bilirler. Trakya’ya yolculukta yollar upuzun kıvrımları bir motif gibidir yollar ve kenarlarında tepelerin çok olmadığı yeşilin her daim kendini hatırlattığı, güneşin de her daim sana eşlik ettiği bir cümbüştür. O yolculuk hiçbir zaman bana hüzün vermedi. Hiçbir zaman beni heyecanlandırmadan da edemedi. Ne zaman bu coğrafyayı gitmek istesem heyecanıma gerekçelerden biri de bu duyguydu belki. Belki de güneşin o her daim olan parıltısının yüzüme vururken bende hatırlattığı anılardı. Belki de hiç görmediğim kimliğimin coğrafyası gibi seyreltilerin olduğu düz uzun alanların bende yarattığı çağrışımlardı.
Tabelalar artık Edirne’de olduğumuzu göstermekteydi. Hoş geldin yazısıyla başlayan bu misafirperverlik, beraberinde yolun kenarlarında süslenmiş kaldırım taşlarıyla daha da bir heyecan verici olmuştu. Anadolu’da hangi şehre gitsem ilk gördüğüm askeri alanlar ve silah işaretleriyken, Edirne farklılığını burada da gösterir ve Trakya Üniversitesi diye tabelayla karşılaşırsın. Bilirsin bu toprakların medeniyete alışık olduğunu ama yine de üniversite tabelasını görmek daha da bir heyecanlandırır seni. Yüzünde beliren tebessüm artık bu şehirde senden biri gibidir. Kolay kolay kimse bunu alamaz senden. Merkeze geldiğinde biraz daha kendini hissettiren bir trafik ışıkları silsilesini görürsün. İstanbul’a kıyas seni hiç üzmeyecek bir duraksamadır.
Artık yürüyerek devam etmemiz gerekiyor. Ama ben ilk başlangıcı şehirle özdeşleşen bir yerden başlamak istedim. Hani az önce demiştim ya “tebessüm burada sizlerle” diye. Bir yer var sadece burada bu duygunun başka bir duyguyla yer değiştirdiğini fark ettim. Bir hüzün çöker üstünüze. Anlamazsınız. Sanki o güneş bir bulutun ardına saklanmış ve siz içinizde bir üşümeyle yolunuzu bulmaya çalışıyorsunuz.
Selimiye Camisi: Mimar Sinan’ın ustalık eseri
Büyük ihtişamı ve tarihi motivasyonuyla karşımızda Selimiye Camisi durmakta. Büyük bir avludan girip içeri doğru yürürsünüz. Günlerden, aylardan, mevsimlerden ne olursa olsun Selimiye Camisi’nin avlusu hep ziyaretçilerle doludur. Hakkı değil mi bu ziyaretler? O zaten yüzyıllardır misafirperverliğini, ev sahipliğini yapmadı mı herkese? İnsan huzur bulduğu, hürmet gördüğü yerde rahat eder. Selimiye Camisi de bunu fazlasıyla konuklarına vermekte. Gökyüzüne doğru uzanan, zamanın ötesinde bir eser Selimiye Camisi. Edirne'nin göz bebeği, Mimar Sinan'ın kaleminden çıkan bu eşsiz yapı, tarihin ve sanatın sınırlarını zorlayan bir başyapıt.
Kubbeler arasında dans eden ışık, Selimiye'nin iç mekânını bir göksel saraya dönüştürüyor. Mimar Sinan, bu yapıyı “ustalık eserim” diyerek tanımlamış ve gerçekten de, Selimiye'nin her bir detayı, bu büyük ustalığın kanıtı gibi duruyor. Caminin devasa kubbesi, gökyüzüne doğru yükselirken, sanki sonsuzluğa bir kapı açıyor gibi.
Cami, dört minaresiyle göğe uzanırken, bu ince ve yüce kuleler, insanın yeryüzündeki varlığını ve göğe olan özlemini sembolize ediyor. Minarelerin zarif çizgileri, göz alıcı taş işçiliği ile birleştiğinde, adeta göksel bir şarkı söylüyor.
Selimiye'nin iç mekânı ise, sadece gözleri değil, ruhu da etkiliyor. Duvarlardaki nakışlar, kubbelerdeki geometrik desenler, ziyaretçileri adeta bir zaman yolculuğuna çıkarıyor. Işığın ve gölgenin oyunu, caminin içerisinde mistik bir atmosfer yaratıyor.
Bu büyük cami, sadece bir ibadethane değil, aynı zamanda bir medeniyetin, bir dönemin, bir sanat anlayışının zirvesini temsil ediyor. Selimiye Camisi, Osmanlı'nın gücünü, sanatın ve mimarinin sınırlarını zorlayan bir anlayışın ifadesini taşıyor. Her bir taşında, her bir sütununda tarih fısıldıyor.
Selimiye, zamana ve mekâna meydan okuyan duruşuyla, sadece geçmişi değil, bugünü ve yarını da kucaklayan bir mesaj veriyor. Bu muhteşem yapı, insanın yaratıcılığının ve inancının somut bir ifadesi olarak, yıllar boyunca ayakta kalmayı başarıyor.
Selimiye Camisi, Edirne'nin ve Anadolu’nun gururu, dünya mimarlık tarihinin ise parlayan bir yıldızı olarak, herkesi tarihle, sanatla ve ruhani bir yolculukla buluşturmaya devam ediyor.
Ciğer tava: Damağınızda patlayan lezzet bombaları
Edirne'nin mutfağı, tarih boyunca birçok kültürün izlerini taşıyan, lezzetlerin ve aromaların bir armonisi gibi... Şehrin sokaklarından yükselen yemek kokuları sizi adeta bir gastronomi cennetine davet ediyor. Bu lezzet yolculuğunun en özel duraklarından biri ise şüphesiz Edirne'nin meşhur ciğer tavası.
Bu kıtır harikası, ustaların ellerinde bir sanat eserine dönüşüyor. İncecik dilimlenmiş ciğer, baharatlarla harmanlandıktan sonra sıcak yağda özenle pişiriliyor. Her bir lokma, damağınızda patlayan lezzet bombaları gibi... Ciğerin dışı kıtır, içi ise o kadar yumuşak ki, adeta ağızda eriyor.
Ciğer tava, yanında kıyılmış soğan, maydanoz ve sıcak lavaş ekmekle servis ediliyor. Tabağınızın üzerindeki bu renk cümbüşü, gözlerinizi de şenlendirirken, her bir ısırık, Edirne'nin tarihini ve kültürünü damaklarınıza taşıyor.
Edirne'nin sokaklarındaki bir yürüyüş, sizi daha pek çok lezzetle karşılaştırabilir. Peynir tatlısının şerbetli, tatlı dokunuşu, damaklarda kalıcı bir iz bırakırken, taze çıkan alabalıklar, Meriç Nehri'nin serin sularından gelen bir lezzet şöleni sunuyor.
Edirne mutfağı, tarihi ve kültürel zenginliğinin yanı sıra, sunduğu lezzetlerle de bir hikâye anlatıyor. Her bir yemek, şehrin geçmişine, insanların hayatlarına ve bu toprakların bereketine bir saygı duruşu gibi... Ciğer tava ise bu hikâyenin en leziz, en unutulmaz karakterlerinden biri olarak, Edirne'nin gastronomik mirasını ziyaretçilere sunuyor.
Meriç Nehri: Bir ressamın tuvalindeki en özel dokunuş
Meriç Nehri'nin kıyısında yürüyüş yaparken, nehrin sakin akışıyla huzur bulabilirsiniz. Tarihi köprüler, nehrin üzerindeki zarif siluetleriyle manzaraya eşsiz bir güzellik katıyor.
Meriç Nehri'nin kıyısında, zamanın ötesinden bir yankı gibi duran köprü... Bu asil yapı, suyun üzerinde bir gökkuşağı gibi kavisleniyor, Meriç'in sakin sularına yansıyan siluetiyle adeta bir ressamın tuvalindeki en özel dokunuşu andırıyor.
Köprünün her bir taşı, geçmişten gelen bir fısıltı gibi. Her adımda, tarihin derinliklerinden gelen sesleri duyabilir, eski zamanların hikâyelerini hissedebilirsiniz. Nehrin akışı, köprünün altından geçerken yıllar boyu gördüğü insanları, yaşanan sevinç ve hüzünleri anlatıyor.
Meriç Köprüsü, sadece Edirne'nin değil, tüm bölgenin sembollerinden biri. Bu köprü, iki kıyıyı birbirine bağlarken, aynı zamanda geçmiş ile geleceği, hikâyeler ile anıları, insanı doğayla buluşturan mistik bir bağ kuruyor.
Ziyaretçiler, köprünün üzerinde yürürken, nehrin sakin ritmiyle uyum içinde huzur buluyor. Bu, sadece bir yolculuk değil, aynı zamanda bir içsel keşif, ruhun ve doğanın derinliklerine yapılan bir seyahat.
Meriç Köprüsü, sadece bir yapı değil, bir şiir, bir resim, bir müzik eseri gibi; ziyaretçilerine her ziyarette farklı bir deneyim, farklı bir hikâye sunuyor. Bu eşsiz güzellik, sadece gözleri değil, kalpleri de etkileyen bir sanat eseri olarak, herkesi büyülü bir yolculuğa çıkmaya davet ediyor.
Bu tarihi ve kültürel zenginliklerle dolu şehir, her mevsimde ayrı bir güzellik sunuyor. Edirne, sizi zamanın ötesine bir yolculuğa çıkarmak için bekliyor. Tarih, kültür ve lezzet dolu bu eşsiz deneyimi yaşamak için Edirne'yi ziyarete gidin, bu büyülü şehrin hikâyesinin bir parçası olun.