Kapıların bir gün açılacağına dair umut onları sınırda tutuyordu
Kapıların bir gün açılacağına dair umut onları orada tutuyordu
Haber Üsküdar - Rabia Soy
Suriye’nin İdlib bölgesinde rejim güçlerinin Şubat ayı sonlarında Türk askerlerine yönelik hava saldırısının ardından hükümetin kapıları açtığını ilan etmesiyle, Yunanistan ve Bulgaristan üzerinden Avrupa'ya gidebilmek için harekete geçen sığınmacı ve düzensiz göçmenlere Pazarkule Sınır Kapısında geçiş verilmemişti. Kaosun yaşandığı sınırda birçok gönüllü, mültecilere yardım için bir araya geldi. Bu gönüllülerden biri olan İbrahim Selman Apa sınırda yaşananları bize anlattı.
İbrahim Selman kimdir? Bize kendinizi tanıtır mısınız?
Merhaba,ben İbrahim Selman Apa. İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi'nde lisans öğrencisiyim. Gençlik ve Spor Bakanlığı'nda gençlik liderliği, Kızılay ve AFAD koordinatörlüğünde gönüllü olarak faaliyet gösteriyorum. Şimdilerde AFAD koordinasyonunda mülteci kriz masasında çalışıyorum.
Sınıra gitmeye nasıl karar verdiniz? Neden gittiniz?
Devletimiz tarafından sınırların mültecilere açılması fakat sınırımızdaki ülkelerin kendi kapılarını açmaması sebebiyle tampon bölgede sıkışan, göç ettikleri için artık evleri olmayıp tampon bölgede Avrupa’ya geçmek için bekleyen insanları gördük. Yunanistan’ın insan haklarına aykırı faaliyetler göstermesiyle insani yardım için destek olmamız gerektiğini düşündük ve ayni yardımlar toplayıp yola çıktık.
Sınırda iki farklı çalışma bölgesi oluşturduk. Gün içerisinde Pazarkule sınır kapısında bekleyen mültecilere gıda, hijyen, çadır, uyku tulumu gibi o anın ihtiyacına yönelik dağıtımlar yapmak için Pazarkule sınırının tampon bölgesi birinci çalışma alanımızdı. İkinci ve benim çok daha önemli gördüğüm çalışma bölgemiz ise, Meriç nehrinin Yunanistan ile aramızda sınır kabul edildiği 193 kilometrelik sınır hattında, geceleri işkence gören mültecileri nehre atıp geri göndermeleri durumunda o anda ısınma, giyinme, barınma ve beslenme ihtiyaçlarını karşılayabilmek için 11 sınır köyünü gece boyu deyim yerinde ise mekik dokur gibi sürekli gidip gelerek nöbet tutmamız oldu.
O bölgedeki atmosfer nasıldı? Bize biraz bahseder misiniz?
Pazarkule sınır kapısında 400'ü aşkın çadırda binlerce insan, geneli aile Avrupa'ya geçmek için bekliyordu. Valiliğin koordinasyonunda muhtelif STK ve gönüllüler insani yardım dağıtıyorlardı. Oradaki hava çok daha sakindi. Sınır köylerinde ise ciddi bir trajedi söz konusuydu. Sırtında işkence izleri, iki gün aç bırakılmış insanlar gece soğuk havada nehre atılarak Türkiye’ye gönderiliyordu.
Peki oradaki yerel halk bu durumu nasıl karşılıyordu?
Halkımız; din,dil,ırk ayrımı yapmadan mazlumu gözetip onlara yardım etmeyi hep vazife bilmiştir. Gecenin ilerleyen saatlerinde köylere gelen mülteciler için köy odaları, muhtarlık, cami ve köy kahvesi o geceyi geçirsinler diye açık bırakılıyordu. Köy halkının ekmeğini, kıyafetlerini bu insanlara verdiğini kendim gördüm. Gitmeye çalışıyor olmalarını nankörlük gibi görseler bile yine de gidene, gidemeyene, işkence görüp gönderilene kucak açtılar. Onlar olmasa bu süreç çok daha sancılı olurdu.
Mültecilerin Avrupa’ya yönelmesindeki temel sebep sizce ne olabilir?
Birçok sebep sayılabilir fakat kanaatimce güçlü olan iki temel sebep var. Birincisi; dünyaca bilinen Avrupa’nın sözde özgürlüğü, iş imkanları ve zenginliği. İkincisi; birkaç yıldır Türkiye-Suriye sınırında devam eden operasyonlarımızdır. Suriye'de güvenli bir yaşam alanı oluşturmak için yapılan operasyonlarda esefle belirtmek gerekir ki şehitlerimiz ve gazilerimiz vardır. Yunanistan sınırları açılmadan birkaç gün önce 36 şehit haberi ülkemizi derinden sarsmış, halkımızın bir kesimi tarafından kendi sınırlarımızın güvenliği için canını veren yiğit evlatların sebebi ülkemizdeki mülteciler olarak gösterilmiştir. Potansiyel tehlike gösteren bu nefret söylemleri mültecileri yeni bir yaşam alanı bulmaya mecbur etmiştir. Sansasyonel gelebilir fakat bu benim şahsi düşüncemdir.
Merak edilen bir şey de, mültecilerin bekleyiş esnasında temel ihtiyaçlarını nasıl karşıladıkları. Orada ne yediniz ne içtiniz, hava soğuktu, nasıl ısındınız?
Yunanistan ile aramızda Pazarkule ve İpsala sınır kapıları var. İpsala'da Kızılay, Pazarkule'de AFAD organizesinde insani yardım hiç kesilmedi. Valilik izni ile farklı sivil toplum kuruluşlarından gıda, hijyen, giyim, uyku tulumu ve çadır yardımları yapıldı. Tankerlerle temiz su temin edildi. Battaniye, çadır, uyku tulumu gibi dağıtımlar yapıldığı için o insanlar geceyi bir nebze olsun rahat geçirdiler. Biz geceyi sınır köylerini araçla gezip keşif yaparak geçirdikten sonra sabaha karşı Edirne'nin merkezine gidip, devlet destekli yurtlarda dinleniyorduk. Hem gece hem gündüz yolda olduğumuz veya mültecilerle ilgileniyor olduğumuz için genelde paketli gıdalar ile geçiştirip fırsat bulunca yemek yemeye gidiyorduk.
Mültecilerin sağlık durumu göz önünde bulunduruluyor muydu? Yeterli sağlık önlemi var mıydı?
Şu günlerde ülkemizi de etkisi altına alan Koronavirüs endişesiyle günlük sağlık kontrolleri sıkı tutuluyordu. Hasta olan, yaralanan mültecilere ilk müdahale ambulanslarda yapılıyor, sonra hastaneye naklediyorlardı. Sağlık çalışanları tercüman eşliğinde çadır çadır gezip kendilerinde veya çocuklarında herhangi bir rahatsızlığın olup olmadığını sorup not ediyorlardı. Aciliyet sırasına göre müdahaleler yapılmaya başlanıyordu.
Sence mülteciler engellemelere rağmen neden hâlâ orada bulunmayı tercih ediyorlardı?
Umut. Kapıların bir gün açılacağına dair umut onları orada tutuyordu. Devletimiz geri dönmek isteyenleri bir karşılık olmadan otobüslere bindirip İstanbul'a gönderiyordu. Çıkan haberlerin aksine devletin herhangi bir şekilde zorlaması, tampon bölgede mültecileri sıkıştırması söz konusu değildi. İsteyen geri dönebiliyordu, fakat her an kapının açılma ihtimali onları orada bekletmeye yetti.
Sınırda gözlemlediğin kadarıyla bu durumdan en çok kimler etkilendi?
Hiç şüphesiz çocuklar. Küçük yaşlarına rağmen zorlu koşullarda ikinci kez göç eden çocuklar vardı. Sonu belli olmayan, ebeveynleri nereye götürürse o koşullarda oraya sürüklenen çocuklar en ağır etkiyi yaşadılar.
Bu durum psikolojik ve duygusal açıdan sende nasıl bir etki bıraktı?
Devletin yardım elini temsil ettiğimiz için güçlü kalmaya çalıştık fakat çoğu yerde hüngür hüngür ağladığımı itiraf etmeliyim. Daha dört aylık bebek bu krizin göbeğinde ve hiçbir şeyden habersiz. Sırtında işkence izleriyle kıyafetlerine kadar soyulup nehre atılmış insanlar. İsterseniz üç gün uyumadan çalışın, başınızı yastığa koyunca o çocukları, o işkence izlerini aklınızdan çıkaramayıp yine uyuyamıyorsunuz. Diğer yandan o köylülerin, ki çoğu zor durumdaydı, kendi yemeğini, kıyafetini mültecilerle paylaşması milletim adına gurur duyduğum bir durumdu.
Sınırda yaşadığınız anlardan seni en etkileyeni hangisi?
Sınır köylerimizden biri olan Doyran köyündeydik. Yunanistan bölgesinden siren sesleri, anonslar ve uyarı atışları başladı. Anladık ki sınırı geçmeye çalışan mülteciler var. Sesin geldiği aşağı köye doğru ilerledik. Sonuç yine şaşırtmadı 37 insan paraları, telefonları ve kıyafetleri soyulmuş bir biçimde nehre atılmıştı. Bir mültecinin ailesi sınır kapısındaymış, onlara ulaşması gerektiğini söyledi. Bu işi üstlendim ve o kardeşimizle birlikte sınır kapısına doğru yola çıktık. Tam 483 çadır. Ailesini bulamadık. Ben aileyi korkarak sağlık çalışanı arkadaşlarımıza sordum. 11 yaşındaki çocuğu Yunanistan’ın biber gazı ile yaptığı müdahalede zehirlenmiş. Durumu iyiydi fakat nefes almakta zorlanıyordu. Orada o birlikte geldiğimiz kardeşimiz – çocuğun babası- bana sıkıca sarılıp ağlamaya başladı. Geçeceğini, çocuğunun durumunun iyi olduğunu söyleyince asıl ağlama sebebini söyledi. Gaz zehirlenmesi geçiren çocuğun ağabeyi dört yıl önce Suriye’de fosfor bombasından ölmüş. Bunu anlatınca ben de ağladım haliyle. Bu durum etkiledi fakat o kardeşimiz bana bir şey söyledi ki söylediği şey içinde bulunduğumuz durumu gayet iyi özetlemişti. “Biz uçurumdan birer birer atladık ve düşerken son şansımız olan dala tutunduk. O dal Türkiye idi. Biz sizlerin hakkını ölene kadar size hizmet etsek ödeyemeyiz” demişti. Birilerine umut olabilmenin tebessümünü yaşarken içimdeki tarifsiz acıyı da yaşıyordum. En zor sindirdiğim anılardan biridir.
Peki bize söylemek istediğin bir şey var mı?
Lütfen herkes devletimizin ve devlete bağlı STK'larımızın birer gönüllüsü olup, bir gün herhangi bir olay, afet veya krizle karşılaşma ihtimaliyle kendini geliştirsin. Maddi veya fiziksel yardım edemiyor olsanız bile atmosferi, yaşananları görmek için yine kriz merkezlerine gidin. Varlığınızı hissettirin, yaşadıklarınızı not edin. Hem gelecek nesle aktaracak anılarınız hem de bugününüzde aydınlatıp bilgilendireceğiniz insanlar olsun.
Yaşadıklarını bizimle paylaştığın için çok teşekkür ederiz.