Netflix tüketim kültürünün bir parçası
Tüketim unsuru olan Netflix günümüzdeki sosyal muhabbetlere giren bir içerik haline geldi.
Haber Üsküdar- M. Zelal Direkçi
Üsküdar Üniversitesi İletişim Fakültesi Dekan Yardımcısı Dr. Öğretim Üyesi Can Diker ile Netflix’in ortaya çıkışını, gelişim sürecini ve gelecekteki konumunu konuştuk.
Netflix’in tarihini ve şu an bulunduğu konuma nasıl geldiğini kısaca anlatır mısınız?
Netflix aslında bir dijital platform ve görsel içerik dağıtıcısıdır. Bu platform 1997 yılında Silikon Vadisi ile birlikte bir girişim olan dvd satın alma-kiralama olarak kurulmuştur. O zamanlarda günümüzdeki gibi güçlü bir internet altyapısı olmadığından bizim bugünkü bildiğimiz Netflix daha farklı bir yapıya sahipti. Kendisi bir içerik üretmiyordu. 2001’de dot.net ve 2008’de küresel ekonomi krizlerinin olması ve teknolojiyle sektörün arz talep dengesinin birbirine yetişmemesi sonucunda Silikon Vadisi’ndeki bütün şirketler battı. Tabii Netflix de bu krizlerden çok ciddi bir biçimde etkilendi fakat bu süreçlerden sağlıklı bir şekilde kendisini kurtarabildi. Sonrasında internet teknolojisi hızlanınca Netflix altın çağını yaşamaya başladı. 2011’de Netflix’in ilk orijinal yapımı olan House of Cards yayımlandı. House of Cards ile artık tamamen dijital platforma geçme fikri oluşmaya başladı. Bir yandan da DVD kiralama Amerika içerisinde devam etmekteydi. Bununla birlikte uluslararası çapta internet üzerinden yeni kullanıcı kazanma fikri de vardı. 2011’de Kevin Spacey’in başrolünü aldığı House of Cards yapımı bir politik drama Shakespeare-vari bir anlatım olmasıyla olay bambaşka bir boyut kazandı. Onun ardından yeni diziler, farklı belgeseller derken Netflix’i yapımcı statüsünde görmeye başladık. Tabii bu durum Hollywood sektörünü çok kızdırdı. Yapımcının dünyada temel olarak kabaca iki boyutu var diyebiliriz. Birincisi sinemayı bir sektör olarak görenler -özellikle Hollywood’u daha da açacak olursak bir kültür endüstrisi ürünü olarak görenler- ikincisi ise Avrupai bir tarz olan sinemanın bir sanat, görsel ve işitselliğe sahip olduğu yönetmenin fikrinin ön plana çıktığı sanat anlayışı diyebiliriz. Dünya genelinde olduğu gibi Türkiye’de de bağımsız sinema ve film festivalleri, oluşturulan içeriğin sanat kısmına bakmaktadır. Ancak ana akım sinema dediğimiz şey daha çok salon açma-gelişme ve yayılma mantığı gütmektedir. Bu anlayıştan dolayı küresel anlamda Hollywood sineması veya benzeri kar amaçlı yapılan filmlerleri görmek mümkündür. Netflix’in şu anki konumunu değerlendirecek olursak, bir sanat kısmının olduğunu da görüyoruz. Nitekim Alfonso Cuaro, Roma filmiyle en iyi yönetmen Oscar'ını aldı. Netflix sanatsal yaklaşımı olan filmlerle birlikte popüler içerikli diziler de çekiyor. House of Cards, Narcos gibi tüm dünyanın bildiği yapımlara sahip olan Netflix herkes için bir tehdit oluşturdu. Hollywood ve Avrupai sinema birbirleriyle pazar kavgası yaparken Netflix üçüncü oyuncu olarak bu pazara girdi. Ancak genel olarak bakacak olursak, Netflix bir üretim merkezi olmadığından bu pazarda bir yeri yok diyebiliriz. Netflix bir tane stüdyosu olmamasına rağmen birden en büyük orijinal yapımcılardan birisi haline geldi. Bu sermaye sahipliği değişebilen bir durumdur. Bununla ilgili olarak Spielberg en büyük tepkilerden birini ortaya koydu. Spielberg, Netflix yapımlarının televizyon kategorisi altında değerlendirilmesi, sinema filmi olarak değerlendirilmemesi gerektiğini söylerken bu duruma gerekçe olarak Netflix’in Oscar’ların yapısına zarar vermesini öne sürdü.
Netflix’in günümüz tüketim zamanına hitap eden bir oluşum olduğundan bahsedebilir miyiz?
Netflix günümüz koşullarına uygun içerikler üretmektedir. Mesela Netflix yapımları metroda giderken, bir iş yaparken göz ucuyla bakabilecek işler olarak görülebilir. Ancak sinema sektörü bu duruma kızmakta ve bu durumun sinemanın biricikliğine karşı yapılan emeğe bir hakaretmiş gibi olduğunu düşünmektedirler.
Organize İşler Sazan Sarmalı filminin yaşadığı dağıtım sürecindeki sıkıntıya daha genel ölçekte bakacak olursak, bu durumun Türk sinemasına yansıması nasıl olacaktır?
Sinema salonlarının temel bir mantığı vardır. Satılan her bir biletten belli bir yüzde yapımcıya gider. Şu an ise o bilet bedeli içerisine patlamış mısır vb. şeyler de ilave ediliyor ve bu durum yapımcıya verilen payı düşürüyor. Bu durum BKM, Cem Yılmaz gibi büyük yapımcıları bile krize sokarken küçük yapımcının hiç para kazanamayacağı hatta belki de zarara uğrayacağı bir hale dönüşüyor. Sonuç olarak da Türk sineması bu sebeplerle gelişemiyor, yeni yönetmenler çıkmıyor ve farklı anlatılar oluşmuyor. Ekonomik olarak kendi kendisini besleyebilen bir yapıya sahip değil. Sazan Sarmalı filminin vizyona girmesinin ardından Netflix’e verilmesi bizim aklımıza şu fikirleri getirdi, demek ki popüler film izlemek için sinema salonuna gitmek zorunda değiliz. Bu durum izleyiciye beraberinde pek çok avantaj ve farklı bir tüketim biçimi de sunmaktadır. Burada konformizm var diyebiliriz. Sinema kültürü dediğimiz olgu zaman içerisinde aşınmaya uğradı. Diyebiliriz ki herkes kendi alanına çekildiği takdirde sinema salonlarına ihtiyaç kalmayacak ve sinema salonları sadece sembolik bir hale gelecek. Fakat tamamen bitecek de diyemeyiz çünkü bu işin gerçek sevdalıları var. 10 yıl içerisinde Netflix dahil benzer birçok dijital platform çıkacaktır. Bu platformların çıkması insanların tüketim alışkanlıklarının değişmesiyle görülebilecek bir sonuçtur. Sinema salonlarının ciddi bir kazanç eksikliğine uğrayacağını söyleyebiliriz hatta belki de batma noktasına bile gelebilirler. Pek çok sinema salonu batarsa veya sayıları azalırsa o zaman sinema salonları kendi filmlerini gösterebilmek için daha küçük yapımcılarla anlaşmak zorunda kalırlar. Bu da, popüler filmler dijital mecraya kayarken daha çok kişiye erişebilmek için daha ucuza iş üretebilmeyi göze alan iletişim fakültesi öğrencileri için bir fırsat olabilir. Krizlerin olduğu bir düzende biliyoruz ki mutlaka bu durum bir yerde patlama noktasına gelecek. Bu durumda patlayanın sinema salonları mı, film yapımcıları mı yoksa Netflix gibi platformların mı olacağını ilerleyen süreçte göreceğiz. Ancak şunu da söylemekte fayda var, Netflix gibi uluslararası bir sermaye varsa bu o sermayeyi elinde tutanı güçlendirir. Hele ki kendi milli para birimi dolar ve euro gibi para birimleri karşısında değer kaybeden kişilerin uluslararası firmalar karşısında işi daha da zorlaşır. Zamanla bu sermaye sahipleri daha az eforla daha çok iş yaptırabilir hale gelir.
Yaşanan bu süreçlerin bağımsız film festivallerine ne gibi etkileri oluyor?
Film festivalleri daha çok bağımsız sanat yapımlarını gösterir. Bu sene İstanbul Film Festivali’nde Hakan Muhafız’ın tanıtımı yapılacak. İleride İstanbul Film Festivali’nin ana sponsoru Netflix olursa festivalin ismini değiştirip Netflix İstanbul Film Festivali yapabilir. Bu da bu tarz özgür alanların kısıtlanması anlamına gelir. Şunu diyebiliriz ki, yarın bir gün Netflix “burada şu filmi yayımlamayın” gibi bir sansür girişiminde bulunabilir. Devreye sansür girerse özgür söylem, herkesin kendi filmlerini gösterme hakkı vs. gibi düşünceler yavaş yavaş ortadan kalkar.
Netflix’in ilerleyen zamanlarda ne gibi süreçleri yaşayabileceğini öngörüyorsunuz?
Facebook kullanıcılarının, anne babalarının Facebook’a gelmesiyle orayı terk etmeleri gibi zamanla biz de bu mecraları terk edecek olabiliriz. Aslında içinde bulunduğumuz mecrayı belirleyen şey aynı kuşağımızla birlikte orada var olmak istememizdir. Bugünkü geleneksel medya kuşağı bizim var olmak istediğimiz yerden farklı bir hale geldi. Bu yüzden dijital platformlar daha avantajlı gözüküyor. Belki de 2030 yılına geldiğimizde Netflix’i sadece yaşlılar, y ve x jenerasyonu kullanıyor olacak. Bu sebeple tüketim alışkanlıkları biraz sosyo-kültürel durumlarla ilişkilidir. Temel olarak şunu söyleyebiliriz ki insan iki şekilde var olur: üreterek ve tüketerek. İnsan her ürettiğinde ve tükettiğinde kendisini gerçekleştirmeye biraz daha yakın hisseder. Şu anki tüketim kültüründe yaşayan bireylerde şöyle bir durum söz konusudur. Bireyler üretimden uzaklaşmıştır. Kendi istediğini yapamayan ve üretemeyen bireyler kendisiyle bir yabancılaşma yaşıyor ve daha çok tüketime yöneliyor. Kendini gerçekleştiremeyen ve üretim sağlayamayan bireyler toplumsal baskıyı baskılamak için oradaki hatayı kabul edip tüketime daha da yöneliyor. O yüzdendir ki tüketerek var oluyoruz. Netflix’i satın almak bir tüketim unsuru haline geliyor ve bir süre sonra tüketim unsuru olan Netflix günümüzdeki sosyal muhabbetlere dahi giren bir içerik haline geliyor. Eğer bu tüketim sağlanamazsa bireyde çağ dışı kalmışlık hissi oluşuyor, bu da yeterince tüketememe, kendi kuşağı ile kopma gibi sorunları ortaya çıkarıyor. Kişi eğer güncel olanı tüketemediği takdirde çağ dışı adlandırılmasıyla nitelendirilir. Son tahlilde tüketim kültürünün bir parçası haline gelen Netflix bireyi esiri haline getiriyor.