Haber Üsküdar - Merve Şişman

Türkiye'de basının Osmanlı İmparatorluğu'ndaki modernleşme girişimlerinin bir uzantısı olarak hayat bulduğu ve siyasal yaşama hareketlilik getirdiği bilinmekte. Geçtiğimiz günlerde "21 Ekim Dünya Gazeteciler Günü" olarak kutlanan gün de yine aynı gazetecilik tarihinin bir uzantısı. Konuyla ilgili önemli çalışmaları bulunan Üsküdar Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo, Televizyon ve Sinema bölümü öğretim üyesi Doç. Dr. İsmail Arda Odabaşı, tarihsel anlamda basınla ilgili çok bilinen bazı yanlışlar olduğunu dile getirmekte. Biz de kendisine tarihsel anlamda Türk basınına dair temel izlekleri sorduk.

Osmanlı basınının ilk ortaya çıkışı nasıl olmuştur? Hangi dinamikler etkilidir?

1790’lardan beri Osmanlı topraklarında Fransızca gazeteler çıkıyordu. II. Mahmut döneminde, 1831’de yayın hayatına giren Takvim-i Vekayi ise ilk gazetemiz olarak kabul edilir. 19. yüzyıla gelindiğinde Osmanlı yöneticileri Batı’da gazetenin ne denli etkin bir kitle iletişim aracı olduğunun farkındaydılar. II. Mahmut reformcu bir padişahtı ve bir gazete yayımlama fikri de aslında onun yenileşme projesinin bir parçasıydı. Gazete hem II. Mahmut’un politikalarının duyurulması için bir araç hem de doğrudan doğruya kendisi bir yenilikti. Bir yenileşme vasıtasıydı. Tabii Osmanlı Devleti’nin o yıllarda mücadele içinde bulunduğu Mısır Valisi Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın Kahire’de yarı Türkçe yarı Arapça çıkan gazetesi Vekayi-i Mısriye faktörünü de unutmamak gerek. Bu gazete 1828’de yayın hayatına girmişti. II. Mahmut bir ölçüde Vekayi-i Mısriye’den esinlendi ve aynı zamanda Kavalalı ile mücadelesinde ona aynı silahla karşılık vermiş de oldu. O nedenle bu iki gazete arasındaki çekişme de basın tarihimizin ilk polemiği sayılabilir.

21 Ekim Dünya Gazeteciler Günü: "Yanlış günde yanlış içerik"

Osmanlı dönemi Türk basınının karakteristik özellikleri nelerdir?

Osmanlı, çok etnisiteli, çok dinli ve çok dilli bir imparatorluktu. Basınının sadece Türkçeden ibaret olmayıp polyglot, yani çok dilli olması en karakteristik özelliklerinden biridir. Fransızca, İngilizce, Almanca gibi yabancı dillerde ve anadili Türkçe olmayan Osmanlı vatandaşlarının (Rumca, Ermenice, Arapça, İbranice gibi) dillerinde çok sayıda süreli yayın çıkıyordu. Bir diğer özellik olarak, esas itibarıyla Avrupa basınını takip ettiği, en kuvvetli şekilde oradan beslenip etkilendiği söylenebilir. Batı’dan farklı olarak devlet eliyle, resmî yayınlarla başlayan Osmanlı Türk basınının ticari yönü zamanla, Osmanlı döneminin sonlarında gelişecektir. Dolayısıyla 1831-1922 yılları basınına kitle gazeteciliğinden ziyade fikir gazeteciliğinin hâkim olduğu söylenebilir. Ayrıca devletin basına çeşitli şekillerde müdahalesi ve kontrol etme çabası kısa aralar hariç devamlılık gösterir.

Türk basın tarihindeki ilk gazeteye ilişkin tartışmalar var. Geçtiğimiz günlerde de Tercüman-ı Ahval dolayısıyla 21 Ekim Dünya Gazeteciler Günü'nü kutladık. Buna dair neler söyleyebilirsiniz?

Takvim-i Vekayi resmî nitelikte bir gazeteydi, yani devlete aitti. 1840’ta yayın hayatına giren Ceride-i Havadis ise yarı-resmî. Devlete ait değildi ama ondan maddi destek görüyordu. Agâh Efendi tarafından Şinasi Efendi’nin katkısıyla çıkarılan Tercüman-ı Ahval, devletle organik ilişkisi bulunmayan, resmî veya yarı-resmî nitelikte olmayan ilk Türkçe gazete olması bakımından önemlidir. Bugün anladığımız gerçek anlamda gazeteciliğin, fikir gazeteciliğinin de onunla başladığı söylenebilir. Ama birincisi, bu gazetenin çıktığı gün 21 Ekim değil. İlk nüshasının üzerindeki tarihe bakılacak olursa, Hicri takvime göre 6 Rabiulahir 1277 olduğu görülür ki bu da 22 Ekim 1860’a karşılık gelir. Dolayısıyla Tercüman-ı Ahval’e izafeten 21 Ekim’de bir kutlama yapılması yanlış bilgiye dayanıyor. İkincisi, adına “Dünya Gazeteciler Günü” denilince dünyanın da bundan bir parça haberdar olması beklenir ki böyle bir şey söz konusu değil. Biraz kendi kendine gelin güvey olma durumu söz konusu. Hatta Türkiye’de bile bu günün yaygın bilinirliğinden bahsetmek zor. Dolayısıyla yanlış günde yanlış içerik diyebiliriz.

Osmanlı Basını: "Özgür olmayan ama giderek kurumsallaşan bir yapı"

Sizce Türk basın tarihindeki önemli kırılma noktaları nelerdir?

1860’da Tercüman-ı Ahval’le başlayan süreç elbette çok önemli. 1860’lar ve 1870’ler gazete ve dergilerin hızla çoğalmasına, çeşitlenmesine, basının gelişmesine tanıklık etti. Bizde gazeteciliğin temellerinin bu dönemde atıldığını söylemek yanlış olmaz. II. Abdülhamit saltanatının ilerleyen yıllarında, bilhassa 1880’lerden itibaren bir başka dönüm noktasına tanıklık edilir. Söz konusu yıllar basın açısından ikili bir görünüm arz eder. Bir yandan denetleme mekanizmalarının sertleşmesi, giderek şiddetlenen ve kurumsallaşan sansür basına zarar verirken, öte yandan yeni açılan okullar sayesinde okur sayısının artması sonucu gazete tirajları artmıştır. Özgür olmayan ama giderek kurumsallaşan bir yapıdan söz edebiliriz.

Basın fotoğrafçılığı da 1890’larda istim alır. 1908’de açılan II. Meşrutiyet dönemi sansürün kalktığı, daha önce görülmedik bir basın patlamasının yaşandığı, basın-yayın alanının olağanüstü zenginleştiği ama aynı zamanda faili meçhul gazeteci cinayetlerinin de başladığı bir dönemdir. Ayrıca büyük bölümü savaşların gölgesinde geçmiştir ve bunun da basına etkileri olmuştur. Basının ticari boyutunun kuvvetlenmesi, kitle gazeteciliğinin ilk emareleri yine bu yıllarda görüldüğü gibi, ilk kez bir Türk gazeteci, Ahmet Emin Yalman yurtdışında gazetecilik eğitimi alır. Yani mektepli gazeteci doğar.

Temmuz 1914’te patlak veren I. Dünya Savaşı, II. Abdülhamit dönemine benzer bir görünüm doğurmuştur. Sansür ağırlaşırken basında kurumsallaşma eğilimi artar ve bunun sonucu olarak da yaşama kabiliyeti gösterebilen ilk gazetecilik meslek örgütü 1917’de "Osmanlı Matbuat Cemiyeti" adıyla kurulur. I. Dünya Savaşı’nın sonu ve Mütareke Dönemi bir başka kırılma anıdır. Kendine has koşulları içinde bu dönemin belki de en özgün yanı, ilk kez iki başlı bir sansürün ortaya çıkışıdır. Sansür hem İstanbul hükümeti hem de işgal kuvvetleri tarafından uygulanmıştır.

Cumhuriyet’in basınla ilişkisine bakacak olursak, Cumhuriyet'le birlikte basında ne gibi değişiklikler, kırılmalar gerçekleşmiştir?

Erken Cumhuriyet döneminin önemli gazetecileri II. Meşrutiyet yıllarında, 1910’larda yetişti. Gazete ve dergiler de Osmanlı’dan intikal eder. Dolayısıyla bir yönden sürekliliğe işaret etmek gerek. Ama elbette kopuşlar da söz konusu. Savaşlar sonunda Osmanlı’nın geniş toprakları kaybedilip hem de Cumhuriyet’le birlikte ulus devlete geçilince her şeyden evvel çok dilli basın ortamı büyük oranda ortadan kalktı. Ayrıca basının merkezi bakımından da bir değişim söz konusu oldu. Osmanlı’da basının merkezi tartışmasız şekilde İstanbul’dur. Cumhuriyet’te İstanbul yine önemini korur ama Ankara’nın Milli Mücadele’nin üssü ve sonra da başkent olmasıyla yeni bir basın merkezi de belirmiş olur.

Kurtuluş Savaşı sırasında kurulan Anadolu Ajansı’nı da kaydedelim, çünkü daha evvelki yerli haber ajansı girişimleri başarısızlıkla sonuçlanmıştı. Bu bakımdan Anadolu Ajansı’nı ilk haber ajansımız sayabiliriz.

Cumhuriyet döneminin basın açısından en önemli kırılma noktalarından biri ve belki de birincisi, 1928’de Harf İnkılabı’yla yaşanır. Alfabenin değişmesi, temel malzemesi harfler olan bir sektörü doğal olarak derinden etkileyecekti. Harf İnkılabı’nın ilk sonuçları basın açısından gayet olumsuz oldu. Doğal olarak tirajlar hızla düştü. Devletin basını sübvanse etmesi gerekti. Ayrıca hurufatın değişmesi, basın emekçilerinin yeni harfleri öğrenip bunlara alışması gibi zorluklar da söz konusuydu. Ama bununla birlikte, orta ve uzun vadede basın açısından sonuçlar olumludur. Yeni harflerin hızlı öğrenilmesi okur sayısını arttıracak ve bu da tirajlara yansıyacaktır. Şunu da belirtelim ki ilk olumsuzluğa rağmen Harf İnkılabı basın tarafından desteklenmiştir. Bunun nedeni de en başta, daha az harf dökümü ve harf kasası gerektiren yeni harflerin dizgiyi ve baskıyı kolaylaştırmış olmasıdır. Bu, Osmanlı basının bir sorunuydu, o nedenle daha 1860’lardan beri harflerin ıslah edilmesini savunanlar olduğu gibi, Latin harflerinin benimsenmesini savunanlar da vardı. Fikir olarak yeni bir şey değildi yani.

Osmanlı basınında kadın gazeteci ve yazarlar sizce ne gibi roller üstlenmişlerdi ve katkıların boyutları nelerdi?

Kadınlar tarafından kadınlara yönelik olarak çıkarılan ilk yayın, 1880’lerde Arife Hanım’ın yönetiminde yayımlanan Şükûfezar isimli dergi. Demek ki oldukça erken bir tarihte kadınlar basın alanına girmişler. 1895’te çıkmaya başlayan ve 15 seneye yakın uzunca bir süre yaşamayı başaran Hanımlara Mahsus Gazete’nin de yazı kadrosunun çoğu kadınlardan oluşur. Fatma Aliye Hanım gibi önemli yazarları vardır. II. Meşrutiyet yıllarında kadının toplumsal ve siyasal yaşama katılımı arttıkça basın alanında da daha çok görünür olur. 1908-1918 arasında 20’ye yakın kadın dergisi çıkmıştır ki bu ciddi bir rakam. Bunlar arasında Ulviye Mevlan’ın sahibi olduğu Kadınlar Dünyası’nın yeri ayrı. Bu derginin dizgicisine kadar tüm kadrosu kadınlardan oluşuyordu. Kadının toplumsal yaşama ve iş yaşamına katılımının artması ölçüsünde Osmanlı’da kadın yazar ve gazeteciler de çoğaldı. Örneğin Halide Edip Adıvar, Halide Nusret Zorlutuna ve Sabiha Sertel yazar ve gazeteci olarak alana çok önemli katkılarda bulundular.