3. Medya ve Kadın Sempozyumu gerçekleştirildi
Haber Üsküdar: Nimet Mercan
Üsküdar Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü, Yeni Medya ve Gazetecilik Yüksek Lisans Programı, İnsan Odaklı İletişim ve Uygulama Merkezi (İLİMER) ve Gazetecilik Kulübü tarafından düzenlenen 3. Medya ve Kadın Sempozyumu 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nde gerçekleştirildi. Etkinlikte, medya sektöründe kadının konumu ile medyada kadının temsil biçimleri tartışıldı.
Akademiden ve medya sektöründen konuşmacıların katıldığı sempozyum iki oturum olarak gerçekleştirildi. Sabah saat 10'da başlayan llk oturumun moderatörlüğünü İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölüm Başkanı Doç. Dr. Gül Esra Atalay yaparken, Hatay Mustafa Kemal Üniversitesi İletişim Fakültesi öğretüm üyesi Doç. Dr. Nil Çokluk, TRT Spor muhabiri Şeyda Şenürek ve Üsküdar Üniversitesi İletişim Fakültesi Dr. Öğr. Üyesi Ceren Saran Doğan konuşmacı olarak yer aldı.
Doç. Dr. Gül Esra Atalay: “Medyanın kadın temsili sorunlu”
Sempozyumun açılış konuşmasını gerçekleştiren Doç. Dr. Gül Esra Atalay, medyanın kadın konumunu değerlendirirken kadına yönelik ürettiği olumsuz yargılara hizmet etme amacının ötesine geçtiğine vurgu yaptı: “Medya, kadının toplum içindeki konumunu belirleyen ve şekillendiren önemli bir yapıdır. Ancak, medyanın kadına yönelik ürettiği olumsuz yargılar, hizmet etme amacının ötesine geçmektedir. Bu nedenle, medyanın sorunlu yönleri, katkılarından daha fazla gözükmektedir.” 8 Mart'ın aslında bir mücadele günü olduğunu hatırlatan Atalay, kadınların yıllardır verdiği mücadeleyi anımsamak gerektiğini belirtti. “Bu günü tarihsel bir perspektifle hatırlamak önemlidir. Kadın çiçektir söylemlerinin havada uçuştuğu bir gün. Evet, biz çiçekleri seviyoruz ama çiçek değiliz. Çünkü söylendiği kadar kırılgan değiliz. Belki daha fazla kırılıyoruz çünkü daha fazla şey yaşıyoruz. Daha fazla ağlıyoruz, ama ağlama cesaretini gösterebildiğimiz ve çok güçlü olduğumuz için yapıyoruz. Erkek dünyasından daha farklı bir güce sahibiz ve kutlamamız gereken bir durum olduğunu düşünüyorum” şeklinde konuştu.
Şeyda Şenürek: “Daha fazla kadın muhabir istihdam edilmeli”
TRT Spor muhabiri Şeyda Şenürek, medyada spor alanında kadın muhabirlerin azınlıkta olduğunu belirterek düşüncelerini ve deneyimlerini paylaştı: "TRT Spor'a çok erken yaşta stajyer olarak başladım ve bir süre sonra 'Acaba bıraksam mı?' dediğim durumlar oldu. Çekingenliğimden dolayı bildiklerimi söyleyemiyordum ancak devam etmeyi seçtim. Görünür olmak, ön planda olmak çok ilgi çekici geliyor. İlk canlı yayınıma muhabirlerin yanında öğrenmeye gittiğim anlardan birinde o zamanki spor müdürüm, “Bu maçta sen görevli olacaksın. Seni denize atıyoruz ya yüzmeyi öğreneceksin ya da boğulacaksın” dedi. Ben de çıkıp sunmayı tercih ettim. Kamera önünden önce arka kısımda her işi yapmayı öğreniyorduk. Yani işi mutfağında öğrenince bu bize avantaj ve rahatlık sağlıyor" şeklinde konuştu. Kadın muhabirlerin dijital medyanın gelişmesi ile daha görünür olduklarını ancak sorunların devam ettiğini anlatan Şenürek, kadın muhabir sayısının geçmişe göre arttığını ancak kadınlar arasındaki dayanışma konusunun hala önemli olduğunu belirtti. Şenürek, “Dijital medya giderek daha fazla izleyici buluyor ve kadınların bu alanda var olması erkekleri tedirgin ediyor. Kadınların spor medyasındaki varlığı hala istenen düzeyde değil. Şu an TRT Spor İstanbul’da tek kadın muhabir benim. 10 yıla yakındır sahadayım ve sahada olmak beni çok mutlu ediyor. Ancak bir şeyi değiştirmek isteseydim daha fazla kadın muhabir istihdam ederdim" şeklinde konuştu.
Doç. Dr. Nil Çokluk: "Kadınlar afetin bütün yükünü taşıyor"
Hatay Mustafa Kemal Üniversitesi İletişim Fakültesi öğretim üyesi Doç. Dr. Nil Çokluk, geçtiğimiz yıl yaşanan Hatay depremindeki deneyimlerini paylaşarak medya ve kadın ilişkisine dikkat çekti. Deprem sırasında kadınların yaşadıkları zorlukları vurgulayan Çokluk, deprem bölgesindeki kadınların medyadaki temsilini eleştirdi. Çokluk, “Ben özellikle şuna değinmek isterim; kadınlar afetin bütün yükünü taşıyor fakat medya bunu göstermiyor. O bölgede kadınlar büyük sıkıntılar ile karşılaşıyor ama medyada bunu göremiyorsunuz. Medya bizim en önemli haber kaynağımız ama medya bunu üstlenmiyor. Bu yükün ağırlığını da kadınlar çekiyor. Mesela şu an orada altyapı problemlerinden dolayı su olmaması, kadının yükünü artırıyor. En önemli sorunlardan biri de mahremiyet. Ayrıca bütün bu bakım yüklerini de kadın taşıyor. Yaşanan depremde 15 milyon insanın etkilendiği ve 7 milyonunun kadın olduğu istatistiklere yansıyor. Üstelik bu insanların 1 milyonu da engelli kadın. İlginçtir ki ben bugüne kadar medyada engelli bir afetzede kadın bireye rastlamadım açıkçası. Burada en büyük problemlerden biri aslında yerel basının işlevsiz olması. Çünkü yerel basın sermaye ve siyaset ilişkileri ile çalışıyor. Bu da bence Türkiye’de medyanın en büyük sorunlarından birisi olarak karşımıza çıkıyor” şeklinde konuştu.
Dr. Öğr. Üyesi Ceren Saran Doğan: "Medyadaki eşitsizlik tarihsel bir süreç"
Dr. Öğr. Üyesi Ceren Saran Doğan, gazetecilik ve medya ilişkisine odaklanarak, kadın gazetecilerin tarihsel sürecini ve deneyimlerini katılımcılarla paylaştı. Doğan, “1840'lardan itibaren başlayan eşitsizlikler, kadın gazetecilerin istihdam edilmeye başlandığı dönemde, kadınların ilgi alanlarına yönelik moda, dekorasyon gibi sınırlı alanlarda iş bulduklarını gösteriyor” dedi. Konuşmasının devamında, günümüzdeki sorunlara da değinen Ceren Saran Doğan şunları sölyedi: “Günümüzde erkekler, bazı konularda açıkça konuşamıyorlar çünkü dijital platformların getirdiği linç kültürü var; linçlenmekten korkuyorlar. Ayrıca, örtük ve içkin ayrımcılık ve cinsiyet eşitsizliği rolleri de bazı konularda devam ediyor. Tarihsel olarak kendimizi bir adım ileri taşımış olsak da dünyanın geri kalanına baktığımızda hala benzer sorunlarla karşılaşıyoruz. Örneğin, İsveç'te üst yönetimde eşitlik eksikliği tartışma konusu olabiliyorken, ülkemizde kadınların üst yönetimde daha az temsil edildiği bir gerçek. Bu nedenle, toplumsal olarak farklı konumlarla karşı karşıyayız ve dünya genelinde bir eşitsizlik mevcut.”
8 Mart Medya ve Kadın Sempozyumu'nun öğleden sonra gerçekleştirilen ikinci oturumunu İletişim Fakültesi Dekan Yardımcısı Doç. Dr. Bahar Muraoğlu Pehlivan yönetti. Bu oturumda Üsküdar Üniversitesi İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi Dekanı ve Rektör Danışmanı Prof. Dr. Deniz Ülke ile yazar ve editör Sibel Öz değerlendirmelerini aktardılar.
Doç. Dr. Bahar Muratoğlu Pehlivan: "8 Mart bizim hak arama mücadelemizin sembolü"
Sempozyumun ikinci oturumu, Doç. Dr. Bahar Muratoğlu Pehlivan'ın moderatörlüğünde gerçekleşti. Pehlivan, konuşmasında 8 Mart'ın hak arama mücadelesinin sembolü olduğuna vurgu yaparak, “8 Mart bizim için önemli çünkü hak arama mücadelesinin sembolü. Bu mücadele, hem kadının ev içinde yaşadığı eşitsizliklerde hem iş hayatında hem de toplumsal yaşamda, hayatın her alanında karşılaştığımız zorlukları daha fazla duyurabildiğimiz ve hak aramak için önemli bir gün olarak değerlendiriliyor. Bugün, eşitsizliğe karşı mücadelede daha fazla katkıda bulunmayı hedeflediğimiz için buradayız” ifadelerini kullandı.
Prof. Dr. Deniz Ülke Arıboğan: Akademik arenanın yarattığı toksik bireyler
Üsküdar Üniversitesi İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Deniz Ülke Arıboğan, 8 Mart'ın toplumsal açıdan önemine vurgu yaparak, “Kadınların karşılaştığı büyük bir istismar sorunu var. Kadınlar, erkek akademisyenlerin oluşturduğu baskılarla şekillenen bir kariyer yolculuğunda bulunuyor. Bu kariyer yolculuğunu avantaja çeviren kadınlar da var ancak çevremde gördüğüm kadarıyla, onlar kadın hareketine en fazla zararı veren, en az istismarcı erkekler kadar zararlı toksik bireyler” dedi. Prof. Dr. Deniz Ülke Arıboğan, günlük yaşamda karşılaştığı zorluklara da değinerek, “Evime gittiğimde çocuğumla ilgilenmek, hasta olduğunda başında beklemek, anne ve babam için koşuşturmak, misafirlerimle ilgilenmek, eşime eşlik etmek gibi sorumluluklarla karşılaşıyordum. Birçok farklı sorumlulukla başa çıkarken eşim işine gider gelirdi ve hayat onun için daha kolaydı. Çünkü bir gün de ‘çocukla ben ilgileneyim’ dediği olmuyordu. Bunları sorgulamadan yürümek zorunda kaldım. Yolunuz ne kadar engebeli ve zor olursa, antrenman kabiliyetiniz ve dayanıklılığınız da o kadar yüksek oluyor. Kadınlar olarak, aslında çok dayanıklı varlıklarız. Burada karşımızda oturan her kadının çok şanslı olduğunu düşünüyorum. Buralarda okuyabilmek, bu sohbetlere katılabilmek çok ayrıcalıklı. Bu koşullarda olmak için canını verebilecek birçok kadın var. Biz de bu imkânları daha geniş kitlelere ulaştırmak için bir misyoner gibi çalışmakla yükümlüyüz” şeklinde konuştu.
Sibel Öz: "Artık kadın genel yayın yönetmenlerinin de olması sevindirici"
Yazar ve editör Sibel Öz, medya ve edebiyat dünyasındaki toplumsal cinsiyet eşitsizliklerini ve özellikle kadın yazarların karşılaştığı zorlukları ele alarak kapsamlı bir konuşma gerçekleştirdi. Sibel Öz, “Yayıncılıkta kadın olmak, edebiyat dünyasında çoğunlukla kadınların rol aldığı bir alan olsa da kademeler yükseldikçe kadınların sayısının azaldığını görmek beni düşündürüyor. Bu durum, sektörde yükselme konusundaki zorluklara ve kadınların yönetici pozisyonlara yükselmelerinin önündeki engellere işaret ediyor. Ancak son zamanlarda tanıştığımız bazı kadın genel yayın yönetmenleri gibi ilham verici figürlerle karşılaşmak umut verici bir gelişmedir. Kadın yazarların edebiyat sahnesinde önemli bir varlık gösterdiğini söylemek mümkündür. Ancak bu varlığın altında yatan koşulları anlamak ve değerlendirmek, kadınların yazma süreçlerini ve yazdıkları eserlere olan etkilerini anlamamıza yardımcı olabilir. Virginia Woolf'un ‘kendine ait bir oda’ konsepti, kadın yazarların yaratıcılıklarını sürdürebilmeleri için bağımsız bir alanın önemini vurgular. Bu, kadınların yazma süreçlerini ve eserlerini geliştirebilmeleri için sağlanması gereken temel bir gerekliliktir. Yemek masalarında yazma pratiği, kadın yazarların sıklıkla aile sorumlulukları ile yazım süreçlerini dengeleme gerekliliğini gösterir. Kadın yazarlar, genellikle anlık durumlara hızlı bir şekilde uyum sağlamak zorundadırlar. Bu da öykü yazma konusunda daha avantajlı hale gelmelerine neden olmuş olabilir. Öte yandan, erkek yazarlar genellikle daha uzun soluklu eserlere odaklanabiliyorlar; çünkü genellikle daha sabit bir çalışma ortamına sahipler. Bu durum, öykü yazmanın kadın yazarlar için daha doğal bir format olabileceğini gösterir. Biz kadınlar genellikle gece saat birden sonra çalışmayı tercih ediyoruz. Herkes eşini ve çocuğunu yatırır, mesaiye başlar. Yani kadın yazarların gündelik yaşamlarındaki koşuşturmalardan uzaklaşarak yaratıcı süreçlerine daha yoğun bir odaklanma şansı buldukları bir zaman dilimidir”.
Sempozyum, kapanış konuşmalarının ve öğrencilerin sorularının yanıtlanmasının ardından hatıra fotoğrafı çekilmesiyle sona erdi.