Emre Tilev: Kazanırken de kaybederken de sınırlarımızı aşıyoruz
10.11.2023 18:49

Emre Tilev: Kazanırken de kaybederken de sınırlarımızı aşıyoruz


Haber Üsküdar – Muhammed Cemal Yıldırım

A Milli Futbol Takımının EURO 2024’e katılmayı garantilediği şu günlerde spor spikerliğinin değerli isimlerinden Emre Tilev’e spikerlik, Milli Takım ve EURO 2024 konu başlıkları altında birkaç soru sormak üzere soluğu Radyo Gol’de aldım.




Spor spikerliğine nasıl başladınız? Spikerlik kariyerinizde geldiğiniz noktada kırılma anınız neydi?

Ben, 6 yaşımdan itibaren sokakta maç anlatmayı seven bir çocuktum ve maç anlatırdım. Bence en önemli şey, belki de bunu genetik olarak kodlarımda taşıyor olmam diye düşünüyorum; herhalde öyle bir durum vardı. Arkadaşlarım sokakta futbol oynarken bir köşeye çekilip maç anlatan benim için en önemli şey, maç anlatma sevdasıydı. Üniversitede bununla ilgili bir bölüm okumayı çok arzu ettim; ama annem, mühendis olmamı istiyordu. Bu yüzden de onun dediğini yaparak mühendis oldum.

Benim için en önemli kırılma anı, liseye geçtiğim dönemlerde İzmir'in yerel gazetelerinde yazılarımın çıkmaya başlamasıydı. O yazıların yayımlanmaya başladığı günlerde bana bir şevk geldi; dedim ki, “Evet, bunu yapabilirim.” Sonrasında üniversiteyi kazandığım için Samsun'a gittim. Samsun Ondokuz Mayıs Üniversitesi Mühendislik Fakültesi Gıda Mühendisliği bölümünde okurken, maç anlatma sevdasıyla yerel bir kanalda işe girdim; ama orada maç anlatmak yoktu. Sadece bir müzik programı yapabiliyordum. Sonrasında o bölgenin önemli takımlarından biri olan Bafraspor TFF 1. Lig’e yükseldi ve o maçların yayımlanması gündeme geldi. Bu sayede maç anlatma sevdama kavuşmuş oldum. Bence en önemli kırılma anı buydu; ama bu bir tek değil. Bunun tek bir anla tanımlanabilecek bir durumu yok. Birçok kırılma anı vardı. Belki de beni, 1994'te ulusal kanala taşıyan faktör, onların hepsinin birleşimiydi.

Birçok farklı spor dalının en önemli müsabakalarında spikerlik görevini üstlenme fırsatı buldunuz. Sunduğunuz maçlardan sizin için en unutulmazı hangisidir?

İzleyenlere elimden geldiğince ulaştırmaya çalıştığım birçok maç oldu. Babam, iyi bir Galatasaraylıydı. İstanbul'da oynanan ve 4-3 biten Galatasaray - Bordeaux mücadelesi, babamın gelip de beni yerimden dinlediği tek maçtı. Herhalde hem ona yüklediğim anlam hem de gitti denilen maçın 90. dakikasında Sabri Sarıoğlu'nun kaydettiği golle Galatasaray'ın galip gelmesi, bu maçı ayrı bir yere koymamı sağlıyor. Maç önünde ve sonrasında Ali Sami Yen Stadı'nın oradaki kafede oturup, babamla ettiğim sohbetler... Burada takımdaşlık veya başka unsurlar dikkate alınmamalı. Buradaki ana tema, babamdan dolayı maça yüklediğim anlam.

Maç anlatmaya başladığınız günden itibaren 'keşke daha fazla Süper Lig maçı anlatma imkânı bulsaydım' diye bir kez olsun içinizden geçirdiğiniz oldu mu?

Olmadı. Çünkü ben, Cine5 sürecinde 3 sezon Süper Lig anlatımlarında yer aldım. Süper Lig anlatımı yorucu bir anlatımdır; her hafta bir yere gitmek zorunda kalıyorsunuz. Ben, o dönemde çırak ya da çömez diye tabir edilen bir süreç içinde olduğum için Anadolu takımlarının maçlarında daha çok yer aldım; ama 'keşke bunu yapsaydım' diye içimden bir şey geçirdiğim hiç olmadı. Zaten bu, hayat felsefemde yok. Şampiyonlar Ligi, Ziraat Türkiye Kupası veya Bölgesel Amatör Lig anlatıyor dahi olsam, yaptığım işten keyif almaya bakarım. Benim için hiçbirinin birbirinden farkı yok. Ben, hepsini aynı özen, aynı dikkat ve aynı şevkle anlatıyorum.

"Allah'ım nasıl kaçar? 7,32 x 2,44. Bir Allah, bir top; bir kale, top dışarı", "Allah'ım Brezilya mı?", "Kim koydu o direği oraya?" gibi efsane haline gelmiş replikleriniz var. İnsanlardan kendi repliklerinizi duyduğunuz oldu mu?

Tabii ki oldu. Filmlerin içerisinde gördüğüm bile oldu. Birçok yerde bununla karşı karşıya kalıyorum; ama “bu replik benimdi, çok gururlandım” diye bir yaklaşımım hiç olmadı. Daha komik bir şey anlatayım. Oğlum, İTÜ'yü kazandı; ama şimdi Gazimağusa'da dil eğitimi görüyor. Bir gün arkadaşlarıyla sohbet ederken, birisinin önüne sevgili Mete Gazoz için çektiğim video gelmiş; o kişi de içinde oğlumun da bulunduğu gruba o videoyu göstermiş ve demiş ki, “Bu adamı tanıyor musunuz? Çok komik adam.” Emrecan da (Emre Tilev'in oğlu) “tanıyorum” demiş. Bir arkadaşı “nereden tanıyorsun” deyince Emrecan da “kendisi babam olur” demiş. Böyle komik olaylar da yaşıyorum.

Mete Gazoz için çektiğim videonun hikayesini de anlatmak istiyorum. Sevgili Mete; göz önünde değilken, kendisini CNN TÜRK'e çıkartmıştım ve CNN TÜRK'ün o zamanki genel müdürü “bu isimleri nereden buluyorsun” gibi bir değerlendirme yapmıştı. Bana, biraz da kızmıştı. Halbuki ben; o dönemde Muğla'nın Bencik Koyu'ndan insanlara da okçulukla ilgili yardımcı olup, elimden geleni yapmıştım. Mete ile de tanışmamız öyle olmuştu. Olimpiyat şampiyonu olduğunda da gerçekten çok duygulandım ve o videoyu Mete'ye gönderdim; ama o videoyu gönderirken, sadece Mete'ye değil, içinde bulunduğum bir WhatsApp grubuna da gönderdim. Gruptan biri de o videoyu sosyal medyaya yükledi. Durum bundan ibaret.

Sizin gibi olmak isteyen birçok genç var. Bu sektörde çalışmayı kafaya koymuş gençlere neler tavsiye edersiniz?

Ercan ağabey; Gökhan Abdik, Müjdat Mustafa Muratoğlu veya ben gibi olmaya çalışmasınlar. Kendileri gibi olmaya çalışsınlar; bu işin ana çıkış noktası budur. Benim önümde İlker ağabey; Ercan ağabey, Melih Şendil ve Melih Gümüşbıçak vardı. Hiçbir zaman onlar gibi olmaya gayret etmedim. Ben, ben olmaya gayret ettim. Bu konuyla ilgili de bir şey anlatayım. Bir gün Ercan ağabeyden bir telefon geldi ve dedi ki, “Oğlum, benden de coşkulu anlatıyorsun; daha sakin ol.” Ben de “tamam” deyip onu bir kenara koyuyordum. Herkesin bir tarzı vardır. O yüzden de coşkumu hiç yitirmedim. İnsanlar “kardeşim, orta sınıf bir Ziraat Türkiye Kupası maçında niye Dünya Kupası maçı anlatıyormuşçasına bir heyecana kapılıyorsun” dediler de dediler; ama ben, onların hiçbirinden vazgeçmedim. İkinci tavsiyem, asla yılmasınlar. Bu, çok meşakkatli bir yolculuk. Üçüncü temel öge de yaptıkları işin layıkıyla yapılabilmesi adına mutlaka çok iyi bir bilgiye sahip olsunlar. F1 mi anlatıyorlar, Max Verstappen'in ayakkabı numarasını dahi bilsinler.

Şimdi güncel konularla devam edelim istiyorum. Birkaç gün önce Kadınlar Futbol Süper Ligi'nden bir maçı anlatmak için İBB Esatpaşa Stadı'na gittiniz; orada gördüklerinizi hoş karşılamamış olacaksınız ki kişisel Twitter hesabınız üzerinden stadyumun maç anlatmak için elverişli koşullara sahip olmaması sebebiyle duruma isyan ettiğiniz bir video paylaştınız. Sizce bu video, gerektiği yere ulaşır mı?

İnşallah, zaten ulaşsın diye paylaştım; ama Türkiye'de, sevgili Slaven Bilic'in de dediği gibi “yetkisi olanların bilgisi yok; bilgisi olanların da yetkisi yok.” Ben de yetkim olmadığı bir noktada bilgimi konuşturdum. Orada yaşanan problemi “lütfen çözün” yaklaşımıyla ortaya koydum. Çözülür mü, çözülürse çok güzel olur. Orada maç anlatacak benden sonraki nesil de anlatırken keyif alır. Orada sadece kadınlar da futbol oynamıyor; erkekler de oynayacak.

Ben, bu tarz videoları sadece sportif anlamda çekmiyorum; siyasi anlamda da çekiyorum. Örnek verecek olursam, Seferihisar'da yaz tatilimi geçirdiğim Akarca diye tabir edilen bir yer var. Oradaki yollar yapılmamıştı ve bölge halkı bu durumdan çok dertliydi. Ben, bunun da çekimini yaptım; ama komik çektim. Oğlum ile ralli parkuru benzetmesi yaptık. O video da gazeteler ve televizyonlarda yayımlandı. Orasının belediyesi CHP'deydi. Beni, AKP'nin trolü olmakla suçladılar; fakat bu videonun bir benzerini AKP'li bir belediye için de yapmıştım. Onlar da beni CHP'nin trolü olmakla suçladı. Benim amacım; yönetici kitlesinin görmediği unsurları, sahip olduğum bilgi ve sosyal medya gücüyle halkın daha da rahat edebilmesi adına ortaya koyabilmek. Özellikle genç nesile buradan seslenmek istiyorum. Arkadaşlar, bir şey eksik yapıldığında bunu söylemekten çekinmeyin. İyi bir entegrasyon sağlanmalı; bunu hem siyasi hem sportif ve hayata bakış açısı olarak söylüyorum. Sonuç itibarıyla anneniz dahi olsa birileri yanlış yapıyorsa bunu edepli bir dille ve saygınlığı kaybetmeden anlatın.


Sevincimiz de çok tazeyken, Milli Takım'ın EURO 2024 biletini kapması hakkında da konuşalım istiyorum. Stefan Kuntz'tan boşalan teknik direktörlük görevine İtalyan çalıştırıcı Vincenzo Montella'nın getirilmesiyle kaybolan umutların yeniden yeşermesinin EURO 2024'e katılmaya hak kazanmamızda büyük bir rol oynadığını söyleyebilir miyiz?

Söyleyebiliriz; ama bunu sadece Montella'ya mal edemeyiz. Hiç kuşku yok ki diğer temel olgulardan bir tanesi de Stefan Kuntz'un ortaya koyduğu hizmet. Aslında sadece Kuntz ve Montella'ya dikkat çekmemek lazım. EURO 2000 için Mustafa Denizli'ye, 2002 Dünya Kupası için Şenol Güneş'e ve diğer tüm turnuvalarda bizimle yer alanlara dikkat çekmek lazım. Bu ülkede 10 bine yakın teknik adam var. Liglerin gelişimi için her birinin vermiş olduğu gayrete dikkat çekmek lazım. 24 Erzincanspor'da Kerem Aktürkoğlu'nu yetiştiren adam da önemlidir; onu oynatan Okan da önemlidir. İsmail Yüksek için İsmail Kartal'ın ortaya koydukları da önemlidir; Gölcük'te onu yetiştiren de kıymetlidir. O yüzden bunu tek bir nedene bağlamamamız ve bir bütün olarak ele almamız gerekir. Montella “kuş kondurdu” deniyor; aslında kuş falan kondurmadı. Zaten A Milli Takımın iyi bir potansiyeli vardı. O da açığa çıkartılmış oldu. Stefan Kuntz'a karşı Bizim Çocuklar'ın biraz tepkisel yansıması vardı. Ben, şunu hep söylerim; bir teknik adamsanız, futbolcular sizi vezir de edebilir, rezil de edebilir. Zannediyorum, bu düsturla hareket etmek çok mantıklı olur.

Bugünkü takımda, EURO 2008'deki ruhu ve birlikteliği görüyor musunuz?

İlk dörde girip, yarı final oynama şansı yakaladığımız Fatih Terim'li EURO 2008, Avusturya ve İsviçre'nin birlikte düzenlediği bence çok güzel bir turnuvaydı. O ruh var mı, bence kendi içinde ele alınmalı. Çünkü şunu düşünüyorum; dünya, eskiden 200 yılda bir değişiyordu. Sonra bu süreç 100 yıla indi. 2000'den sonra da her 5 yılda bir dünya değişmeye başladı. 2008 ile 2023 arasında 15 yıl var; o 15 yıl içerisinde mantalitenin değiştiğini düşünüyorum. O yüzden de “bak, bu bizim 2008 ruhu” gibi söylemleri çok sevmiyorum. Burasının da kendine özgü bir ruhu var; mümkün olan en iyi şekilde kullanacaklardır. Ben, A Milli Takım'da görev alan herkesi sınırdaki Mehmetçiğe benzetiyorum. Sınırdaki Mehmetçik; hiçbir şey gözetmeden, gözünü budaktan sakınmadan vatanı savunmak için nasıl mücadele ediyorsa A Milli Takım formasını giyen bir futbolcu ya da örneğin ülkeyi temsil eden bir aşçı da elinden geleni yapmalı.

A Milli Futbol Takımı'nın başına ne zaman bir yabancı hoca geçse, daha maça çıkmadan bizdeki bir önyargı devreye girer; “bu hoca ile olmaz, A Milli Takım’ın hocası Türk olmalı.” A Milli Takım'ın başında olan Vincenzo Montella'nın önemli işlere imza atmasıyla bu gibi sabit fikirlerden kurtulabilir miyiz?

A Milli Takım'ı çalıştıran yabancı teknik adamlarla bugüne kadar çok başarılı olamamışız; bu bir gerçek. 5 kez Avrupa Şampiyonası'na gitmişiz; 6. kez Avrupa Şampiyonası'ndayız ve Avrupa Şampiyonası'na ilk kez bir yabancı teknik adamla gidiyoruz. O yüzden de Türk teknik adamların bu yapıyı iyi anladığını biliyoruz; ama bir yabancı teknik adam bakışı da diğer taraftan önemli. Başarılı olur mu, olmaz mı; detayını bilmiyorum ama şunu çok net biliyorum. Montella, Adana Demirspor'u ligde dördüncü yaptı diye A Milli Takım'ın başına geçtiyse yanlış yoldayız; ama Montella “İtalyan ekolü, Adana Demirspor sayesinde Türkiye'yi iyi tanıdı” mantığı ile getirildiyse o zaman da eksik taraflarımız var. Montella'yı tamamlayabilecek yardımcılarla birlikte bir yere gelebilir miyiz, olabilir. Ben, Montella'yı göklere de çıkartmıyorum; yerin dibine de sokmuyorum. Bizim sorunumuz şu, kazanırken sınırlarımızı aşıyoruz; kaybederken sınırlarımızı aşıyoruz. Sonuç itibarıyla da böyle, patolojik tepkiler veriyoruz. Ben, bunun önüne geçebilmek adına Montella'nın başarılı olabileceğini düşünüyorum ve zaman verilmesi gerektiğine inanıyorum.

Bunları konuşmak için belki de biraz erken; ama yine de şu soruyu sormak istiyorum. Sizce EURO 2024'te A Milli Takım'dan beklentimiz ne olmalı? EURO 2024'te şampiyon kim olur?

Bir kere şunu söyleyeyim; “turnuva takımı” dediğimiz bir olay vardır. Almanya, bunlardan biridir. Hırvatistan, yine bir turnuva takımıdır ki EURO 2024'e katılmaya hak kazanıp kazanmayacakları da belli değil. Fransa, özellikle 1998 ve 2000 ruhu ile iyi bir turnuva takımlığı ortaya koyabiliyor. Bizim de bir turnuva takımı hüviyetimiz var. Sen bakma; biz, EURO 2000'de de kötü değildik. 2002 Dünya Kupası'nda dünya üçüncüsü olurken de iyiydik. 2008'de gayet iyiydik; yarı final gördük. EURO 2020'de her ne kadar patlamış olsak da bir turnuva takımı hüviyetimiz var mı, var. Özetle keyifli bir turnuva olacak. Ben, ev sahibi olması nedeniyle Almanya'yı biraz daha favori olarak görüyorum.