Kadın cinayetlerini durdurmak mümkün
Haber Üsküdar - Şeyma Karakaş
Ev karantinası günlerinde Türkiye’de olduğu gibi dünya genelinde de kadına yönelik şiddet ve kadın cinayetleri arttı. Normal zamanda en çok evlerinde şiddete uğrayan kadınlar ev karantinasını şiddet uygulayıcılarıyla geçirmek zorunda kaldılar. İstatistiklere göre, kadın cinayetleri salgının şiddetlendiği Mart, Nisan ve Mayıs aylarında artmaya başladı.
Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu, risklerin devam ettiği bu günlerde bir yandan kadınları şiddete uğradıkları takdirde neler yapabilecekleri konusunda bilgilendirici canlı yayınlar yaparken, öte yandan da bu süreçte yetkililerin alması gereken önlemlere dikkat çekmeye devam ediyor. Gülsüm Kav, toplumsal cinsiyet eşitliği eğitimini oturumlar halinde gerçekleştirirken, Fidan Ataselim ise Şiddetten Korunma Kılavuzu yayımlandıktan sonra korona günlerinde kadınlar için alınması gereken önlemleri canlı yayında dört oturum halinde; devletin kadınların için alması gereken önlemler, başvuru mekanizmaları, kadınların hakları ve öneriler, şiddete tanık olanların yapması gerekenler başlıklarıyla ele aldı.
Haber Üsküdar muhabiri olarak Fidan Ataselim ile bir röportaj yaptım ve kadın cinayetlerinin artmasının sebepleriyle cinayetleri önlemek için yapılması gerekenleri sordum. Fidan Ataselim, “6284 sayılı kanun gerçek manada uygulandığı takdirde kadın cinayetlerini durdurmak mümkün” dedi.
İstanbul Sözleşmesi’nin imzalandığı 2011 yılı dışında her yıl kadın cinayetlerinin arttığı bir tabloyla karşı karşıyayız. Peki kadın cinayetlerinin sebebi ne? Bu cinayetler neden istikrarlı bir şekilde artıyor?
Bizler 2010 yılından beri, yani Münevver Karabulut cinayeti yaşandığından itibaren, kadın cinayetlerini durdurmak için mücadele ediyoruz. Şu anda da kadınların uğradıkları her türlü hak kaybına karşı kadınların kurtuluşu için, eşitliği için ve çocukların istismardan uzak yarınlara kavuşması için bütünlüklü bir mücadele yürütüyoruz. Kadın cinayetleri diye çokça söylüyor olmamız bunun artık kadına yönelik şiddetin son aşaması olması. Yani fiziksel, cinsel, psikolojik, ekonomik; özel ya da kamusal alanda cereyan eden şiddet türleri, cinsiyeti ve cinsel yöneliminden ötürü kadına ve LGBTİ+ bireylerine yöneliyor. Toplumsal Cinsiyet temelli bir şiddet mevcut. Burada, İstanbul Sözleşmesi’ndeki kadına yönelik şiddet vurgusunu yapmak istiyorum, çünkü sözleşmede düz şiddet değil her türlü şiddet kapsayıcı bir şekilde ele alınıyor. Kadın cinayeti diyoruz çünkü artık durum ölümlü. Bütün bu şiddet türlerinin son aşaması olarak erkekler tarafından öldürülen, kadın oldukları için öldürülen kadınlar var. Kadın cinayeti kavramında dikkat edilmesi gereken nokta,öldürülenin kadın olduğu her cinayet kadın cinayeti değildir. Kadın oldukları için öldürülen kadınlar için kadın cinayeti kavramı kullanılır. Uluslararası literatürde femicide kavramına bakabilirsiniz. Raporlamalarımızda bunu dikkate alıyoruz, kadın cinayeti kavramı budur.
“2011 yılında kadın cinayetleri azaldı, bu elbette ki tesadüf değildi”
Sizinde dediğiniz gibi, sadece 2011 yılında kadın cinayetleri azaldı, bu elbette ki tesadüf değildi. 2011 yılında bütün yetkililer ağız birliği yapıp, kadına yönelik şiddete sıfır tolerans dediler ve uluslararası düzeydeki bir sözleşmenin ilk imzacısı olmakla övündüler. Muhalefetinden iktidarına kadar bütün ülke bu konuyla ilgili somut bir adım atarak sözleşmeyi imzaladı.
Ama bu sözleşmenin o yıl imzalanması da tesadüf değildi, Nahide Opuz davasının üzerine imzalandı değil mi?
Evet, tabi. Hem o var hem de Türkiye’nin diğer ülkelerle olan ilişkilerindeki gerilimler var. Yani hepsi var ve bunlar birbirinden bağımsız değil, çünkü hayat bir bütün. Bu gibi durumlarda komploculuğa varmadan şundan ötürü oldu, burada kadınlar amaç değildi gibi cümlelerle birbirinden ayrıştırmadan ele almalıyız. Sizin de söylediğiniz gibi, Nahide Opuz davasında AİHM’de Türkiye mahkûm oldu. Kadın hareketinin mücadelesi yükseldi, dolayısıyla herkes bir adım atmak zorunda kaldı ve bir siyasi irade beyanı olarak sözleşmeye imza attı. Düşünün, yetkililerin sadece sözleri ve politik olarak bunları ifade ediyor olmaları ve somut karşılığı olan bir sözleşmeye imza atarak taraf olmaları doğrudan kadınların hayatına yansıdı, erkekliği geriletti. Bunun caydırıcı bir etkisi oldu. Örneğin Ayşe Paşalı. Ayşe Paşalı’yı eski kanun korumuyordu ve onun göz göre göre boşandığı erkek tarafından tehdit edilip şiddete uğraması karşısında devlet hiçbir şey yapamıyorum dedi. Çünkü yasa yok dedi. Bunun üzerine kadın hareketi kitlesel protestolar yaptı, bakanlıkla görüşmeler yapıldı ve bu şekilde 6284 sayılı yasa çıkarıldı..
“Kadınların devletin arkalarında olduğunu duymaya ve bilmeye ihtiyaçları var”
Yasanın uygulanmasıyla ilgili ciddi ayak diretmeleri ile karşılaşıyoruz. İstanbul Sözleşmesi ile 6284 sayılı yasa kadınların hayatta kalmasıyla ilgili temel yasa ve uluslararası sözleşme. Buna rağmen toplumda ufak bir kesim yuva yıkan yasa vs. diyerek kadınları hayatta tutacak olan İstanbul Sözleşmesi’ni ve 6284 sayılı yasayı yermek üzere, aşağılamak üzere ve yine kadınlar suçlu ve hatalı diye anlatmak üzere saldırılar gerçekleştiriyor. Bu saldırıların karşısında maalesef ki net siyasi bir tutum alınmadığı için erkeklik sırtını buraya dayıyor. Tek bir söylem bile doğrudan kadınların hayatına yansıyor ve bu yüzden kadınların devletin arkalarında olduğunu duymaya ve bilmeye ihtiyaçları var. Hele ki bu korona günlerinde eşitsizliklerin daha da derinleştiği, görünür olduğu kadına yönelik şiddetin daha da artacağı ve kadınların daha yalnız hissedeceği bu dönemde kadınlarla ilgili ayrı bir acil önlem paketi uygulanması gerekir.
“Şiddetten Korunma Kılavuzu’nu yayımladık”
Bizler diğer ülke deneyimlerini de göz önüne alarak korona günlerinde kadınlar için Şiddetten Korunma Kılavuzu’nu yayımladık. Kılavuzda hem kamunun yükümlülüklerini ve yapabileceklerini anlatıyoruz hem de her şeye rağmen bizler engellerle karşılaşsak da mevcut haklarımızı ve bizim yapabileceklerimizi kadınlara anlatıyoruz. Ben kadın cinayetleri ve kadına yönelik şiddet konusunda toplumdan gayet umutluyum. Çünkü bu sorunun toplumda ele alınışı değişti. Eskisi gibi değil artık.
Kadınlar da bu anlamda eskisi gibi değil, sesleri artık çıkıyor. Şiddet, istismar, tecavüz söz konusu olduğunda eskisi gibi ayıp, susayım demiyorlar. Sanırım bu konularda kadınları destekleyen platformlardan güç alarak daha yüksek sesle konuşuyorlar değil mi?
Evet. Zaten o şöyle bir şeye bağlı aslında, Türkiye birçok anlamda gelişmekte olan bir ülke halen. Aslında kadınlar da bu modernliğe ayak uydurarak daha fazla hak talep ediyorlar. Hani kadınları kötülemek için diyorlar ya, kadınlar gözünü açtı, kadınlar da ne çok konuşur oldu diye, aslında kadınlar haklarını talep ettikleri için bunlar söyleniyor.
Bu, kadınların zaten hakları olan eşitliği talep etmesi aslında, değil mi?
Evet tabii, bu kötü bir şey mi? Kadınlar şiddete uğruyorsa daha fazla hak talep ediyorlar eskiye göre. Eskiden belki de o şiddete mahkûm olduklarını hissediyorlardı, ama şimdi bir çıkış neden olmasın diye düşünmeye başladılar. Yani şiddetten uzak bir hayat yaşamayı hayal ediyorlar. Çalışmak şimdiye kadar hiç aklına gelmemiş ama etrafına bakıyor ve neden ben de çalışıp kendi ayaklarım üzerinde durmayayım, neden bir başkasına bağımlı olayım ki diye düşünüyor. Bu çok güzel bir şey değil mi? Bundan kim rahatsız olur? Neden rahatsız olur? Ama erkeklik öyle inşa edilmiş bir şey, tıpkı kadınların rollerinin de inşa edilmiş olması gibi, rahatsız olunuyor. İşte bunlara toplumsal cinsiyet rolleri deniyor. Toplumsal olarak alışkanlıklarımız var, kadının evinde oturması ve erkeğin evden çıkıp çalışması bunu kendi işi olarak görmesi gibi. Bunu kendi işi olarak görmesinden başlayan ve devam eden bir tahakküm ilişkisi mevcut.
Bu tahakkümü mülkiyet kavramıyla ilişkilendirebiliriz. Erkeğin kadını kendisine ait kabul etmesi ve bir nevi kadını nesneleştirmesi de bununla ilişkili diyebilir miyiz?
Tabii ki çok doğru bir noktaya değindin. Bunun sonrası zaten bir mülk, mülkiyet, bir erkeğe bağlı yaşam sürme… Yani eşitlik değil de erkeğin himayesinde olması gereken ve aslında erkeğe muhtaç olan ve erkeğin bir sürü hakkı varken kadının bu haklarının asla olmaması gerektiği anlatılan bir sistem patriyarkal kapitalizm. Bir eşitsizlik tanımlanıyor ve kadınlar bu eşitsizlik tanımını artık reddediyor. Şiddete uğruyorsa bunu kabul etmek istemiyor. Ayrılmak istiyor, boşanmak istiyor.
“Evin içerisinde olanı meşru kıldığın an kadına hiç tanımadığı yerden o şiddet yine geliyor”
Erkeklik o kadar güçlendirilip beslendi ve kadınlar da o kadar yalnızlaştırıldı ki artık kadınlar tanımadıkları erkekler tarafından da öldürülüyorlar. Bunların tesadüf olduğunu kimse düşünmesin. Bir kadın evin içerisinde şiddete uğradığı zaman o kadın hak etmiştir, kocasının bir bildiği vardır denilmesi o noktada şiddet uygulayan kişinin haklı olabileceğiyle ilgili en ufak bir kapı aralandığı zaman, işte o kapıdan her şey giriyor. Bu noktada Ceren Özdemir’i öldüren katilin ifadesini hatırlayalım, “Gözüme onu kestirdim” diyor. Yani bir kadını kolayca öldürebilirim diye düşünüyor. Böyle bir etkisi var söylemlerin. Evin içerisinde olanı meşru kıldığın an, kadına hiç tanımadığı yerden o şiddet yine geliyor. Çünkü kadınlara bu yapılabilir oluyor.
Başka bir örnek vereyim. Bir adam evli olduğu kadını bıçakla yaraladığı için cezaevine girip çıktıktan sonra 9 yaşındaki kızı Ceylan’ı duvara asıp hortumla döverek öldürdü. Ceylan kardeşimizin ölümü de bir kadın cinayetidir. Ceylan’ın dayısı bir videosunda diyor ki erkek kardeşlerinden hep ayırdı Ceylanı bir türlü sevemedi diyor. 6284 sayılı yasaya göre eğer cezaevinden çıkacaksa bu kişi, kadına öncesinde haber verilmeli ve korumak için gereken tedbirler alınmalı. Ama kadına haber verilip verilmediği bile belli değil. 6284’ün uygulanmasıyla ilgili çıkan genelgelerin her birinde yazar bunlar. Ama bunların hiçbiri yapılmıyor.
“Kadının korunması tüm kamu kurumlarının birincil önceliğidir”
Kadına yönelik bir şiddet ortaya çıktığı zaman bunun sebebi neymiş gibi düşüncelere hiç yer vermeden, kadının yaşam hakkının birincilliğinden yola çıkarak kadının korunması tüm kamu kurumlarının birincil önceliğidir. Şiddete uğradığını ifade ettiği an kadın korunmalı soruşturma başlamalı sonra yargılama süreci devam etmelidir. Bunun başlaması ve kadının korunması için çok önemlidir o ilk anda alınan tutum. Buna meşru zemin, bahaneler yaratıldığı durumlarda söylediğimiz her şeyin önü açılmış olur. Kimi kadınlar başımızın üstünde ama kimi kadınlar şiddeti hak etmiş olabilir. Peki, buna kim karar veriyor? Erkek mi? Bu derin toplumsal eşitsizliğin meşrulaştırılması isteniyor ve bu noktalarda kamunun sapasağlam durması lazım ve yeni ihtiyaçları gidermek üzere yeni düzenlemeler yapması lazım. Bir de olumlu bir örnek verelim. Son bir yıla kadar devlet kadın cinayetleri raporlaması yapmıyordu. Dilekçeler veriyorduk ama böyle bir veri yok diyorlardı. Artık İçişleri Bakanlığı kadın cinayetleri verilerini açıklamaya başladı ve kadın cinayeti kavramıyla bu verileri yayımlamaya başladı.
Kadın cinayetleri kavramı da böylece 2019 yılında ilk kez resmi olarak kullanılmaya başladı değil mi? Bu da çok çarpıcı bir nokta.
Evet, yani düşünün 9-10 yıl geçtikten sonra kadın cinayeti diyebildiler. Bunun denilebiliyor olması bizlerin sayesindedir ve elbette bunu söyleyeceğiz, çünkü bu büyük bir toplumsal sorundur. Keşke bunlar kadınların vahşice öldürülmesi sonucu gerçekleşmeseydi, keşke o kadınlar öldürülmeseydi. Bu raporlamaların sistematik olarak yapılmasını istiyoruz, çünkü bizler sadece ulaşabildiğimiz verileri derleyebiliyoruz. Bakanlığın açıkladığı veriler bizimkilerden az. Hâlbuki bizimkinden daha fazla olması gerekir, çünkü bizim onların ulaştığı kaynaklara bizim erişimimiz yok ki. Bu fark neden kaynaklanıyor diye şimdi bunu soruyoruz. Bizler artık her ay öldürülen kadınların isimlerini açıklıyoruz. Ayrıca kadın cinayetlerinin daha da ötesinde şüpheli kadın ölümlerinde de isimleri açıklıyoruz. Kadın cinayeti mi yoksa değil mi, gerçek açığa çıksın diye. Kadın cinayetleri artık kadınların işkenceyle öldürüldüğü, çocuklarının gözü önünde öldürüldüğü bir duruma geldi. Emine Bulut cinayetinde halkın ayaklanmasıyla Emine Bulut genelgesi yayımlandı.
Ayşe Tuba Arslan 23 kez başvurduğu halde dikkate alınıp korunmamış. Öldükten sonra çantasından savcılığa vereceği dilekçe çıktı. Dilekçede, ‘Ben öldükten sonra mı dikkate alacaksınız?’ diyor. Ayşe Tuğba Arslan’ın ardından 6284 ile ilgili genelgeler çıktı ve bu genelgelerin ardından Ocak ve Şubat ayında önceki aylara göre kadın cinayetleri azalmıştı. Bu da kendiliğinden olmadı, genelgelerin çıkması bile bu sağlanıyor. Ama 11 Mart itibarıyla kadın cinayetlerinde yeniden bir yükselme başladı. Çünkü kadınlar zaten kendilerine şiddet uygulayan kişilerle aynı mekâna hapsoldu. Karakolu araması, evden dışarı çıkması daha güç oldu. Şehirlerarası geçiş yasağı getirildi, şiddete uğrayan kadınlarla ilgili ayrı bir madde koymadıkları için o kadınlar şehir dışına, ailelerinin yanına gidemediler. Ya virüs kaparsam korkusuyla hastaneye darp raporu almaya gidemedi kadınlar. Kadınlar için ayrı bir önlem paketi yayımlanmalıydı.
6284 sayılı yasanın kapsamının çok geniş olduğunu biliyoruz. Şiddete uğrayan veya uğrama ihtimali bulunan kadınların, kız ve erkek çocukların, aile bireylerinin ve tek taraflı ısrarlı takibe maruz kalan kişilerin korunmasını içeriyor. Aynı zamanda sadece fiziksel şiddeti değil, ekonomik, psikolojik, cinsel şiddet gibi farklı şiddet türlerini de kapsıyor. Ama hâlâ yasayla ilgili çeşitli tartışmalar var. Bunlardan birincisi, aile temellerini yıkıcı yasa olarak görülmesi, diğeri de özellikle nafaka konusunda kadınları fazla koruyan bir yasa olarak görülmesi. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?
6284 neden sadece kadınlarla anılıyor? Bu yasayı erkekler de kullanabiliyor aslında ve yararlanan erkekler de var. Eğer kadınların erkeklerden daha fazla kullanıyor olması meseleyse, bu noktada neden kadınların korunmaya muhtaç duruma geldikleri konuşulmalı. Erkekler değil de neden kadınlar? Bunu bir düşünmek gerek. Aile temellerini yıkıcı olarak görülme sebebi kadının erkeklerle eşit hak talep etmesiyse eğer, bu noktada konuşulması gereken erkeklerin neden kadınlarla eşit olmak istemediğidir. Burada maalesef ki derin bir toplumsal eşitsizlik söz konusu. Bu eşitsizlik sebebiyle kadınları hayatta tutacak olan sözleşme ve yasaya karşı saldırılar gerçekleştiriliyor. Tartışılan noktalardan biri de nafaka hakkı. Öncelikle bunun kriterleri var ve bunların hepsi yasada zaten tanımlı. Nafaka konusunda hep kadınlarla anılıyor ama yasada yoksulluğa düşen taraf diye yazıyor. Burada yine tartışılması gereken şey, hem şiddet gören hem yoksul olan tarafın kadın olması. Nafaka kriterleri de yasada açık ve nettir.
Kadın hakları ve kadın cinayetleri konusunda medya pratiklerinde gördüğünüz problemler neler?
Konuştuğumuz her şey birbirleriyle çok ilişkili konular, her biri ötekini etkiliyor. Sayabileceğimiz pek çok problem var, fakat en temelinde İstanbul Sözleşmesi’ne ve 6284 sayılı yasaya yani aslında kadınların haklarına ilişkin saldırıların arttığı dönemde medya yine en eski dilini kullanmaya başladı. Genelde kadın cinayetlerinin haberlerini bir magazin haberi gibi romantikleştirerek yapıyorlar. Örneğin platonik aşk cinayeti başlığıyla yüzlerce haber yapıldı. Bu dil bir yerde cinayeti haklı gösteren bir dildir. Cinayete haklı sebep bulmak, bunu meşrulaştırmaktır. Bunun dışında, ana akım medyaya bakıyoruz, kadınların hakları masaya yatırılıyor ama dört beş erkek konuşuyor bununla ilgili. Bu hayatımızın her alanına yapılan baskının bir göstergesidir. Kadınlar güçleniyor ve bunu kabul etmeyen erkeklik kendini yeniden inşa etmeye çalışıyor, ayak diretiyor.
Peki şu an 6284 sayılı yasanın uygulanmasında sıkıntı yaşanıyor mu?
Uygulamada büyük zorluklarla karşılaşıyoruz. Ama uygulamadaki zorluklar kadınları 6284’ü kullanmaktan alıkoymamalı. Bu yüzden başvurdukları takdirde bir sorunla karşılaşırlarsa bizi aramalarını söylüyoruz. Ve her kadın bu durumlarla karşılaştığında uygulayacağı bir acil durum planı yapmalı. Yani bir parolamız olmalı. Şiddete dair kullanacağımız bu parola ya bizimle şiddete uğrayan kişinin arasında ya da güvendiği başka biriyle arasında olmalı. Biz de şu an bu parolayı yapmayı düşünüyoruz. Bunun bazı sıkıntıları olabilir tabii sonuçta erkekler de bu parolayı öğrenecek. Ama bizlerin bir parola belirlemesinin bile erkekler üzerinde caydırıcı bir etkisi olacaktır diye düşünüyorum.
“13 günde 16 kadın öldürüldü”
6284’e saldırılar, İstanbul Sözleşmesi’ne saldırılar, kadınların haklarına dönük saldırılar ve bunun karşısında net bir tutum alamamayla karşı karşıyayız. Kadınlar ne yaşıyor bu süreçte? Her gün öldürülüyor. Söz de normalleşmeyle birlikte kadın cinayetleri inanılmaz arttı. Çünkü kadınlar korona döneminde bize ulaştıklarında hep haklarını ertelediklerini söylediler. Meselâ boşanmaya karar vermiş ama korona günleri geçsin diyor, şiddete uğruyor ama şikâyetçi olmuyor, korona salgınının geçmesini bekliyor. Aslında kadınlara uygulanan şiddet ertelenmiyor, kadınlar sadece bu şiddete kendilerini daha mahkûm hissediyorlar. Kendi haklarını kullanmayı erteliyorlar. Bu kararlarını uygulayacakları zamanı beklerken tam bu sırada cinayete kurban gidiyorlar. Normalleşme başladıktan sonraki 13 günde 16 kadın öldürüldü. Onlarca da şüpheli kadın ölümü oldu.
“Asla yalnız yürümeyeceksin”
Bu gidişatı değiştirmek için daha çok bir araya gelmemiz gerek tüm kadınları bulundukları yerlerde kadın meclislerine katılmaya davet ediyorum. İmkanlarımızı ve politik hedeflerimizi büyütecek olan örgütlülüğümüz olacak ve unutmayalım bütün kadınlar için. Asla yalnız yürümeyeceksin.