Gazeteci Elif Altın: İnsanların yaşadıklarına şahit olmak, kimi zaman yaptığım işi bile sorgulattı
Gazeteci Elif Altın, deprem sürecinde yaşadığı deneyimleri paylaştı.
Röportaj: Suden Gülsüm Işık
Kara bir güne uyandı 6 Şubat sabahı Türkiye. Saatler 04.17'de ve ardından 13.24'te merkez üssü Kahramanmaraş'ın Pazarcık ve Elbistan ilçeleri olan 7.7 ve 7.6 büyüklüğünde iki farklı deprem meydana geldi. Yollar yarıldı, binalar yıkıldı, elektrikler kesildi, hayat durdu 11 ilde. Bu depremin etkilerini aktaran ve bölgede görev yapan gizli kahramanlar olarak da nitelendirebilecek olan gazetecilerle röportaj ödevi verdi hocamız Profesör Süleyman İrvan. Henüz gazetecilik öğrencisi olmamıza rağmen röportaj talebimizi kırmayan Milliyet gazetesi haber araştırma muhabiri Elif Altın, açık yüreklilikle ve içtenlikle sorularımıza cevap verdi.
Sizi tanıyarak söyleşimize başlamak istiyorum.
Trakya Üniversitesi Radyo, Televizyon ve Sinema bölümünden mezunum. Mesleğe adliye muhabiri olarak başladım ve 13 yıl 3 aydır mesleğime devam ediyorum. Gazeteciliğe Vatan gazetesinde başladım. Tesadüfen başladım aslında çok da bu mesleği yapmak istemiyordum. Yeniden bir üniversite okuyup pedagog ya da genetik mühendisi olmak istiyordum. Ama o süreçte boş kalmamak için stajyer olarak başladığım Vatan gazetesi bir ayda beni kadrosuna aldı. Tabii haber yapmaya başlayınca bende bir gazetecilik heyecanı oluştu. Daha sonra tutkuya dönüştü. Başka bir meslek düşünemedim. Tam dokuz yıl Vatan gazetesinde çalıştıktan sonra Milliyet gazetesine geçtim 2018 yılında. Hâlâ burada adliye muhabirliğine devam ediyorum.
Yüzyılın felaketi olarak adlandırılan ve 11 ilimizi etkileyen bir afette görev aldınız, neler hissettiniz? Göreviniz sırasında hangi illerde bulundunuz?
Haber bana gelir gelmez çok heyecanlandım. Her ne kadar adliye koridorlarında gergin haberler peşinde koştursam da sizin de dediğiniz gibi yüzyılın felaketi diye adlandırılan bir ortama gidiyordum. Beni neyin beklediğini bilmeden yola çıktım. Gazete gerekli ihtiyaçlarımızı ve teknik anlamda teçhizatımızı zaten ayarlamıştı. Her deprem bölgesine başka bir muhabir arkadaşımız görevlendirildi. Ben Hatay’da görevlendirildim. Bir hafta görev yaptım.
Bu afette sahada olmak nasıldı?
Öncelikle hepimiz insanız ve birtakım duygularımız var. Enkaz altında kalıp hayatını kaybeden meslektaşlarımız da oldu. Ama ne olursa olsun içinizde fırtınalar dahi kopsa bunu dışarı yansıtmak çok doğru değil. Hele ki ekran karşısındaysanız çok soğukkanlı olmanız ve profesyonelce hareket etmeniz gerekiyor. Kimseyi paniğe sevk etmemek, korkutmamak ve zaten acı yaşayan insanlara sorduğunuz sorularla daha da travmatize etmemek gerekiyor. Böyle yerlerde haber konusu kişilere soru sorarken sağduyulu olmak zorundayız. İnsanların yaşadıklarına şahit olmak kimi zaman orada benim yaptığım işi bile sorgulattı.
Arama kurtarma faaliyetlerine katkınız oldu mu?
Ben profesyonel değilim o konuda ama işi bırakıp sadece yardım etmek istedim o insanlara ancak bir şekilde bizim de görevimiz o yaşananları herkese duyurmak. Belli bir mesleki tecrübe edindiğim için benim yöntemim böyle olaylar karşında şu; bir köşede kimse görmeden ağlayıp sonra hiçbir şey olmadan görevimin başına dönmek. TV muhabiri de gazete muhabiri de örneğin ağlayarak haberin önüne geçemez ve geçmemeli, ben bunu doğru bulmuyorum. Bölgede bulunduğum gün 6,4 şiddetindeki depreme ben de yakalandım. Çok büyük bir korku yaşadım. Panik atağım tuttu. Çevredeki gazeteci arkadaşlarım yardım etti. Kendime geldikten sonra hemen haberciliğe odaklandım. Maalesef zor da olsa böyle olmak zorunda. Evet, insanız, duygularımız, korkularımız var ve yaşamalıyız çok normal ama bunu mümkünse kimseye göstermeden ve hissettirmeden yapmalıyız. Ben de orada duygusal olarak çöktüm ancak işimi profesyonelce yapmayı ihmal etmedim, etmemeliydim.
Bu afeti nasıl değerlendiriyorsunuz?
Asrın felaketi olarak değerlendirilse de biz bir deprem ülkesiyiz. Ben, önlemler alınsaydı, depremlere karşı gerekli çalışmalar yapılsaydı yani depremin tüm yıkıcı etkilerine öncesinde, anında ve sonrasında hazırlıklı olunsaydı bu kadar büyük kayıplar yaşanacağını düşünmüyordum. İstanbul depremini düşünmek dahi istemiyoruz desek de bu da bir gerçek. Kahramanmaraş’ı aratmaz umarım. Ancak dersler çıkarılmaz ve önlemler alınmazsa yaşanacak felaketi düşünmek dahi istemiyorum. Her yerin enkaz olduğu hayalet bir şehirde sadece gördüğüm enkazlarda kalan anılar, fotoğraflar, eşyalar, oyuncaklar, ziynet eşyaları, mektuplar, özel günlerde birbirlerine yolladıkları çiçekler notlar…
Depremzedelerin geçirdiği günlere tanık oldunuz, bu konuda neler aktarmak istersiniz?
Ben depremin ikinci haftası gittim bölgeye. Bölgeye vardığımda çoğu insan oradan güvenlik amacıyla başka illere geçmişlerdi. Ancak bazı insanlar hâlâ enkazların başında yakınlarının canlı olmasa da cansız bedenlerinin çıkartılmasını ve teslim almayı bekliyorlardı. Konuştuğum kişiler, ‘En azından başında dua edebileceğimiz bir mezarı olsun’ diyerek enkazların başında bekliyorlardı.
Bu süreçte görüp etkilendiğiniz bir kareyi bizlerle paylaşır mısınız?
Her karesi ayrı bir etki yarattı. Bazı anlar vardı ancak etik olarak anlatamayacağımdan sadece şunu söyleyebilirim. İnsan ölümün de hayırlısı olsun diyebiliyormuş.