Haber Üsküdar - Rabia Soy

Diyarbakır’ın Bağlar ilçesine bağlı Ekince Köyü İlkokulu’nda okul öncesi öğretmeni olarak görev yapan Merve Ceylan, öğretmenlik yapmanın yanı sıra yüksek lisans eğitimine devam eden ve farkındalık çalışmalarıyla da sosyal medyada öne çıkan bir öğretmen. Merve öğretmene köy öğretmeni olmanın nasıl bir duygu olduğunu, yaşadığı zorlukları ve sosyal medyada yürüttüğü farkındalık çalışmalarını sorduk.

Merhaba Merve öğretmenim. Bize biraz kendinizi tanıtabilir misiniz?

Ben Merve Ceylan. Diyarbakırlı bir ailenin 5 çocuğundan biriyim. Lisans eğitimimi Ankara’da Gazi Üniversitesi Eğitim Fakültesi Okul Öncesi Öğretmenliği bölümünde tamamladım. Ardından Siirt ilinin Pervari ilçesinde bir köy okuluna atanarak 3 sene orada görev yaptım. Daha sonra Diyarbakır’ın bir köyüne tayin istedim. Bağlar ilçesine bağlı Ekince Köyü İlkokulu’nda 3 senedir görev yapıyorum. Diyarbakır merkezde yaşıyorum, aynı zamanda tezli yüksek lisansım için Ankara’ya gidiş gelişlerim oluyor.

Köy öğretmeni olmak nasıl bir duygu?

Öğretmenleri pratikte 2’ye ayırıyorlar; merkezlerde görev yapan öğretmenler ve köylerde görev yapan öğretmenler diye. Aslında bizim kendi aramızda böyle bir ayrımımız yok. Öğretmen öğretmendir diyoruz. Her yerin kendine göre zorluğu var elbette. Köyde öğretmen olmanın da bazı zorlukları ve güzellikleri var. Yeri geliyor okulun tuvaletlerini yıkamak zorunda kalıyorsunuz, yeri geliyor soba yakmak zorunda kalıyorsunuz, yeri geliyor öğretmenler odasında bulaşık yıkamak zorunda kalıyorsunuz. Böyle değişik dezavantajları var. Ama güzellikleri daha fazla oluyor. Çok farklı bir duygu. Çocuk her yerde çocuk, çocuk her yerde güzel, fakat köydeki çocuklar imkân olarak çok kısıtlı, çoğu şeyden mahrum olarak yetişiyorlar. Onların bazı şeyleri ilk defa okulda sizinle deneyimlemeleri inanılmaz bir duygu. Türkçe bilmeyen çocuklarla 1-2 ay jest ve mimiklerle anlaşmaya çalıştım. Gülerek onları rahatlatabiliyordum. Zaman içerisinde Türkçe öğrenmelerine şahit oldum. Şehir merkezinde öğretmenlik yapsaydım bir çocuğa Türkçe öğretebilmenin duygusunu yaşayamayacaktım.

Okul öncesi öğretmenliği yaparken başka birçok projeye de el attığınızı görüyoruz. Neler yaptınız? Anlatır mısınız?

Bireysel olarak sosyal çevremde ve sosyal medya hesabımda bazı farkındalık çalışmaları yapma çabasındayım. Bunlardan birkaçını özetlemem gerekirse; Öncelikli hedefim öğretmen adaylarına ve üniversiteye hazırlanan öğrencilere mesleğimizin pratiğini göstermek, sonra kendi duyarlılıklarımı bir insan olarak iletişim içinde olduğum herkese anlatmak. Sokak hayvanlarını besleme, okul bahçelerini yeşillendirme, köy kütüphanesi, sıcak kış kampanyası, kelebek etkisi, bayram o bayram ola kampanyası. Bunlar son zamanlarda birlafiguzaf isimli sosyal medya hesabımdan duyurup civardaki öğretmen arkadaşlarımla ve takipçilerimle yürüttüğüm birkaç küçük çalışma. Belli bir sistematiği yok. İhtiyaç anında ortaya çıkan fikirler. Örneğin; Kelebek Etkisi'nde korona sebebiyle babaları işsiz kalan veya çeşitli sebeplerle maddi zorluklar yaşayan kelebek hastası 300 çocuğun ailesine market çekleri alındı. Diyarbakır'ın Hani ilçesinde yaşayan Epidermolizis Bülloza hastası Mikail'in akülü araç hayalini gerçekleştirdik. Ondan önce takipçilerimin kargoladıkları kitaplarla 3 köye kütüphane kuruldu. Bu kış Şırnak, Muş, Şanlıurfa ve Diyarbakır’daki belli birkaç okula bot ve montlar gönderildi. Sosyal medyada organize olarak korona sebebiyle aç kalan sokak hayvanları için mahallemize yemek bırakma çalışmaları gerçekleştirdik. Bu gibi küçük çaplı fakat çok önemli farkındalık çalışmaları üretip uyguluyoruz.

    

Siz basında haber olan, aynı zamanda sosyal medyada da aktif bir öğretmensiniz. İş hayatı, okul hayatı, sosyal sorumluluk projeleri ve sosyal medyada bu kadar yer almak. Bütün bunlar nasıl başladı?

Öğretmenlik, yüksek lisans, farkındalık çalışmaları ve sosyal medya. Bunlar eğer kaliteli işler yapmak istiyorsanız çok vakit alan ayrı alanlar.  Hepsini bir arada yapmaya çalışmak elbette zorluyor. Fakat hepsini seviyorum, ayıramıyorum. Bunları tek bir kimlikle bütünleştirip anlamlı hale getirmeye çalışıyorum. Bütün bunlar şu tarihte şu olayla başladı diyemem, ilköğretim yıllarımda yerel bir radyoda iki sene çocuk programı sundum. Bu, aktif olmaya başlamama vesile oldu. Üniversitede ayakkabısı olmayan biri için artık kumaşlarla dolap süsleri dikip satmış, o arkadaşıma ayakkabı almıştım, birilerinin yardımına koşmanın tadını o zaman aldım. Öğretmenlikte ise sanırım üçüncü senemde aktifleştim. Mesleğe adapte olmam biraz zaman aldı ve tanıyıp sevince artık insanlara da sevdirme ve yaşadıklarımı anlatma ihtiyacı hissettim. Yüksek lisans yapmaya ise daha lisansa başlamadan karar vermiştim. Sanırım biraz tuhaf fakat öğrenme ve daha çok öğrenme azmi diyorum buna. Çünkü öğrenmenin ucu bucağı yok.

Gözlemlediğim kadarıyla doğayı, müziği, hayatı seven birisiniz. Çocuklara hem okulu hem de yaşamı bu sayede sevdirdiğinizi düşünüyorum. Size hayatta bu denli güç veren şey nedir?

Doğaya karşı çok hassasım. Ekolojik dengeyi korumamızın öneminden sanırım bahsetmeme bile gerek yok, çünkü içinde bulunduğumuz sürecin bize yeteri kadar ders verdiğini zannediyorum. Canlıları ayırmıyorum, bitki, hayvan, insan… Hepsi çok kıymetli. Öğrencilerimle ağaç dikiyoruz, hayvan besliyoruz, artık bana gelirken kırlardan çiçek bile koparmıyorlar. Çünkü çiçeğin de canı olduğunu içselleştirdiler. Onun yerine çiçeklerin selamını getiriyorlar, benim yerime kokluyorlar falan. Hobileri önemsiyorum. Müzik, resim, drama, yazmak… Bütün bu meselelerde bana güç veren şey sevgi. İnsan sevdiği şeyi yaptığında mutlu oluyor, iyi hissediyor, üretiyor, emek veriyor. Herkes muhakkak bir şeyi seviyordur, onu bulmaya çalışıyorum. Çocuğu sevdiği şeyle bir araya getiriyorum. Sonrası kendiliğinden gelişiyor. Benim ilhamım ve sevdiğim şey de bu. Seveni sevdiğine kavuşturmak.

Köy okulunda belli imkânlarla eğitim-öğretim görülüyor. Sizi en çok zorlayan ne oldu?

Çevresel anlamda köy okullarının fiziksel imkânları çok kısıtlı. Ankara’da çok güzel bir okulda staj yaptım. Öyle bir yerden böyle bir yere geldim. Adaptasyon problemi yaşadım. Sadece masa ve sandalyelerin olduğu bir sınıfta okul öncesi eğitim verilmesi çok zor. Annemin mutfak halılarından, kuzenlerimin oyuncaklarına kadar el koyarak bir şekilde her iki okulda da adeta sıfırdan sınıf kurdum, bu beni bedenen ve madden çok zorladı. Diğer mesele ise Türkçe mevzusu. Çocuklar evde ana dillerini konuşuyorlar ve başka bir dil ile yüzleştikleri ilk yer ana sınıfı oluyor. Siirt’te sınıfın tamamı Türkçe bilmeyen ve okula alışana kadar haftalarca sadece ağlayan çocuklarla ilk karşılaşmam hayatımın en zor anlarındandı. Onlara göstermeden ağladığım çok zaman oldu. Fakat birkaç ay sonra sınıfın tamamı benim gibi uzata uzata 'caaanım' demeye başladığında efsane bir duygu yaşadım. En geç Türkçe öğrenen bir çocuğumun, 'Öğretmenim, bana oyuncağı vermiyor yaa' diye ağzından Türkçe bir cümle çıktığını hatırlıyorum. Gözlerim dolmuştu, çok duygulanmıştım. Siirt’ten ayrılırken 50'den fazla çocuğa topluma karışacakları dili öğretmek, hayattaki en büyük gururum.

Pandemi nedeniyle yüz yüze eğitim-öğretime de ara verilmişti. Bulunduğunuz yer imkânların kısıtlı olarak bilindiği bir bölge. Evde kaldığımız günlerde siz bu süreçte eğitimi nasıl devam ettirdiniz?

Pandemi en çok köy öğretmenlerini etkiledi, öğretmenlerin içinde de okul öncesi öğretmenlerini. Elimiz, kolumuz bağlı. Genel konuşamam, kendimden bahsedebilirim. Çünkü genelin durumunu bilmiyorum. EBA’ya etkinlikler yüklüyorum, pratik yapamıyoruz. Köyde internet yok. Babalar inşaat işçisi olduğundan farklı illerde, annelerin çoğu Türkçe bilmiyor. Bu yüzden görüntülenme sayıları hep sıfırdı. Bunun üzerine telefonla görüşmeye ve köye birkaç defa ziyarete gitmeye çalıştım. Elbette yeterli değil, fakat imkânlar bu kadarına müsaade etti. Pandemi sürecinde olduğumuz için sosyal mesafeyi korumamız gerekiyor, evleri ziyarete gittiğimde, tarlada tavuklarla oynayan bir öğrencime seslendim. Beni görünce 'öğretmeniiim' diye koşarak sarılmak istedi, sarılamadım. Birbirimizi çok özlemişiz. Umarım sağlıklı günlere ve birbirimize kavuşuruz.

Öğretmen adaylarının üniversitede gördükleri eğitim dışında başka bir branşta kendilerini geliştirmeleri konusunda ne düşünüyorsunuz?

Benim önceliğim, kişinin meslek olarak yapmayı seçtiği alanda kendini tam donanımlı hale getirmesi. En azından lisansının üzerine yüksek lisans yapması veya hizmet içi kaliteli eğitimler, ulusal ve belki de uluslararası geçerliliğe sahip kurslar alması gibi. Bunları sağladıktan sonra ilgi alanlarına yönelik farklı branşlara da eğilimleri ve vakitleri varsa yönelmeyi ihmal etmemeliler. Bu biraz enerji meselesi. Herkes kendini tanır. Benim edebiyata da ilgim vardı. Öğretmen olarak atandıktan sonra tekrar sınava hazırlandım. Edebiyat bölümünü ikincilikle kazandım, fakat kendimde o enerjiyi göremediğim için vazgeçtim. Minimalizm ile ilgilendiğim bir dönemde 'Hedeflerde de Minimalizm' başlığı beni etkilemişti. Güzel ve kaliteli bir şeyler yapacaksanız ciddi bir enerji ve vakit gerekir. Yarım yamalak beş şey yapacağıma sevdiğim iki şey belirler ve ona yoğunlaşarak hatırı sayılır bir kalite ortaya koyabilirim. Neyi sevdiğinize tam olarak karar verin, odaklanın ve sürecin tadını çıkarın.

Yaşadıklarınızı ve tecrübelerinizi paylaştığınız için teşekkür ederim. Sizin gibi öğretmenlere gerçekten çok ihtiyacımız var. Başarılar diliyorum.

Kendimi anlatma fırsatı verdiğiniz için ben teşekkür ederim.