Psikolog Tarık Cemre Ağsar: Psikolojinin temel ilgi alanı insana dair her şeydir
Psikolog Tarık Cemre Ağsar ile psikoloji bilimi hakkında röportaj
Haber Üsküdar - Aslı Çınaroğlu
Psikolog Tarık Cemre Ağsar ile birlikte psikoloji bilimini ve Freudyen Psikanaliz'i konuştuk. Kendisi bize psikoloji ve Freudyen Psikanaliz hakkında değerli bilgiler verdi. Öncelikle kendisini yakından tanıyalım.
Tarık Cemre Ağsar 1993 doğumlu ve Haliç Üniversitesi Psikoloji lisans mezunu. Mezuniyet sonrası iş hayatına tecrübesiz olarak atılmamak adına teorik okumalar yaparken gönüllü stajyer olarak birçok kurumda çalıştı. Üniversitede ders veren akademisyenlerin asistanlığını yapıp Psikoloji ve Sinema kulüplerinde inisiyatif aldı, süreçte birikimlerimi atölye çalışmalarıyla ve yazılarla aktardı. Halen Haliç Üniversitesi Klinik Psikoloji Yüksek Lisans programında eğitimine devam ediyor.
Psikoloji bir bilim dalı olarak ne anlama geliyor?
Burada bir muamma vardır çünkü gariptir ki psikoloji ile bilimsel olanı bir araya getirdiğimizde karmaşıklık oluşuyor. Psikoloji kaynak kitaplarında uzun zamandan beri ‘’Ruh Bilimi’’ olarak kullanıldı. Bugün, herhangi bir sahafa gitseniz ve 1950-1960’lara ait bir kitap almak isteseniz ve bunun içeriği psikoloji olsa orada çok bariz ‘’Ruh Bilimi’’ ibaresini görebilirsiniz. Ya da hâlâ hastanelerde ‘’Ruh Sağlığı ve Hastalıkları’’ diyoruz.
Epistemolojiyle iç içe olmak bence çok mühim çünkü bir yandan da ben psikoloji alanının klinik psikoloji tarafında olduğum için danışanın söylemlerinde onun neyi kastettiğini veya hissettiğini anlamamda epistemolojiye sık sık başvuruyorum. Ya da çalışırken gördüğüm kelimeleri Türkçeye çevirdiğimde bir anlam bozukluğu oluşuyor. Bu sebepten dolayı ben çalışmalarımda ve okumalarımda epistemolojiye sık sık başvuruyorum. Esasında psikolojinin materyali, kesinlikle öncelikle insanın kendisi. Daha doğrusu düşünceleri, inançları, davranışları. Bunun bilimsel olarak nitel ölçütleri elbette var. Hatta bilimsel dayanağının kökü neresiyse orası. Yüksek lisans tezlerinin yarısında bu sebepten niteliksel çalışmalar yürütülüyor. Ben bu soruda özellikle bir şeye daha dokunmak istiyorum, çünkü bu çok kritik bir şey: Türkiye’de maalesef şöyle kafa karıştırıcı bir durum var: ‘’Herkes psikolog mudur?’’ ya da ‘’Herkes terapist midir?’’ Öncelikle psikolog ve terapistin ayrımına gitmekte fayda var. Psikolog, psikoloji biliminin bilimsel araştırmasını yapan kişi olur. Terapist ise, klinikte araştırma gerçekleştiren kişi oluyor. Yani şuna dikkat etmek gerekiyor: Her terapist araştırma yapmakla mükellef değil. Ancak, her psikoloğun vazifesi bu. Tabii psikolog olup terapist de olabilir. Ama her terapist, psikolog olmak zorunda değil. Psikologdan kastım, bilimsel araştırma yapan kişi.
Psikoloji biliminin tarihsel gelişimi nasıl oldu?
Lisans eğitimlerinde bir klişe vardır: ‘’Psikoloji 19. yüzyılda ortaya çıkmıştır." Ama biz şunu biliyoruz ki, evvelinde psikoloji ve zihin üzerine çokça görüş vardı. Hatta bugün bile bunları çalışıyoruz biz. Ama tırnak içinde ‘’Psikoloji bilimi’’ diye bir kategoriye başlıyorsak Wilhelm Wundt, 19 yüzyıl Almanya olarak alabiliriz.
Psikoloji bilim dalının temel ilgi alanları neler? Uzmanlar neyi araştırıyor?
Psikoloji bilim dalının temel ilgi alanı aslında insana dair her şey. Bugün hangi programa bakarsanız bakın üniversitede muhakkak içeriğinde insanın davranışı, söylemi yahut bütünü hakkında bir araştırma yapılmakta. Hatta naçizane görüşümü belirtmek isterim burada: Hayvan psikolojisi de buna dahil. Şöyle düşünün, ‘hayvan’ denen şeyin psikolojisini ‘insan’ psikolojisiyle anlamaya çalışıyoruz. Bu ne kadar doğru ne kadar objektif olabiliriz ve ortaya ne çıkar bir muamma. Uzmanlar, tam da burada, bu deneyleri insan psikolojisi açısından ele alıyor ve araştırıyor. Bu hiç bitmeyen ve son bulmayan bir döngü tabii ki.
Bu bilim alanında verilen eğitim hakkında bilgi verebilir misiniz? Bu bilim dalı üniversitelerde ne kadar yaygın? Kaç üniversitede bu eğitim veriliyor? Öğrenci tercihi ne düzeyde?
Psikoloji, hemen hemen her üniversitede var. Yani teknik okullar hariç çoğunda biz görebiliyoruz İstanbul’da vakıf üniversitelerini de katarsanız, her üniversitede vardır. Ama psikolojinin tekeli genellikle vakıf üniversitelerinde çünkü prestijli meslek olarak biliniyor ve o şekilde lanse ediliyor. Tabii vakıf üniversitesinde olmasının avantajı da var dezavantajı da var. Avantajı olarak, size çok kaliteli bir staj imkânı sunabiliyor. Ama dezavantajları da var. Örneğin bazı vakıf üniversiteleri çok standart ve alt düzey bir eğitim veriyor. Her üniversite aynı eğitimi vermediği gibi örneğin şu kaygıya düşülüyor: Ben mezun olduktan sonra bu işi yapabilecek miyim? Öncelikle hangi işi yapacağınız önemli. Terapist mi olacaksınız? Adli psikolog mu olacaksınız? Bu tür ayrımlara bile giremiyorlar. Yani onlara göre tek bir şey var, psikolojiden mezun olmak. Örneğin ben klinik psikolojiyi seçtim çünkü psikanalizle ilişkim olduğu içim arzum hep o yöndeydi. Ama bazı arkadaşlarım diğer alt dalları seçti. Bu tercihler kendi aramızda bu şekilde. Psikolojinin yüksek lisansını konuşacak olursak, uzmanlaşmak istediğiniz alana göre (aile terapisti, yetişkin terapisti, ergen terapisti vs.) ona göre bir eğitim alıyor ve kategoriye ayrılıyorsunuz elbette. Fakat bazı üniversiteler, bir bütün olarak da ele alabiliyor. Yeni üniversiteye girecek olan öğrenci tercihlerinde psikoloji oldukça revaçta olan ve prestijli bir meslek grubu içerisinde.
Bu bilim dalının tanımladığı meslek, eğitim almadan da yapılabiliyor mu?
Eğitim almadan yapılabilecek bir meslek değildir çünkü direkt insanın kendisiyle muhatap oluyorsunuz. Ama bu ne kadar değerli bir durum? Bu bilim dalında her şeyden önce kendini geliştirmek ve almış olduğun eğitimler dışında kendine başka şeyler katmak oldukça mühim. Bunlar olmayınca ve bilinçsizce hareket edilince ortaya bazı etik dışı şeyler çıkabiliyor. Örneğin hastaya tavsiye vermek ve onu yönlendirmek. Bu tür durumları ben duyarsam şiddetle uyarıyorum, çünkü bizim işimiz doğruyu bilen bir yapıda veya konumda olmaktan ziyade bunu hastaya sormak ve ‘’Bu durum sana nasıl hissettiriyor’’ diye sorabilmek asıl meziyet. Yani anahtar hastanın zaten elindedir ve biz sadece o anahtarı gösterebiliriz, o anahtarla ne yapacağını değil.
Bu bilim dalıyla ilgili haberler hakkında neler söyleyebilirsiniz? Haberlerde psikoloji bilimiyle ilgili bilgilerin doğru verildiğini düşünüyor musunuz? Sansasyonel ve tartışmalı haberler çok oluyor mu? Sansasyonel veya yanlış bilgilere dayalı haberler yayımlandığında bir uzman olarak bu yanlış haberlerle nasıl mücadele ediyorsunuz?
Psikoloji insanı yakından ilgilendiren bir bilim dalı olduğu için haliyle bir psikoloji haberi insanın dikkatini çekiyor ve okuyor anında. Örneğin size desem ki "İstanbul’un Beyoğlu ilçesinde gökten altın yağdı" şimdi dersiniz ki, bu haber hiç inandırıcı değil. Bir şüpheyle yaklaşırsınız. Ama size gelip desem ki, "Kiraz yemek şizofreniye yol açıyor", hiç bilmeyen bir insan buna maalesef kanıyor ve diyor ki kiraz yemeyeyim artık. Fakat bence şu da var, bu tür haberlerde muhabirden ziyade gazetenin editörünün tutumu devreye giriyor. Örneğin benim çok yakın bir psikolog arkadaşım var ve gazete için psikoloji adı altında yazılar yazıyor. Fakat editör onun yazdığı yazıları öyle bir lanse ediyor ki, arkadaşım artık her seferinde müdahale ediyor. Sanırım Aslı hanım, sizin de söylediğiniz gibi sırf "tık haberciliği" yapmak için bazen olmadık bilgiler verebiliyor gazete editörleri ne yazık ki. Burada bilgi verenler de çok masum değil, buna akademi de dahil. Örneğin Covid-19 salgının ilk zamanlarında bir haber okumuştum: Covid-19’un şizofreniye yol açtığı belirtilmiş ve ben bu haberi okuduğumda daha Covid-19 salgınının başlangıç dönemiydi. Ne ara ve nasıl bu teşhis konuldu da bu haberleştirildi anlam verememiştim. Bu bağlamda bazen bilgi alınan kişi yanlış bilgi veriyor, bazen de gazetedeki editörler haberi girerken tık almak için yalan yanlış başlıklar veya içerikler kullanabiliyorlar. Bu yüzden de, haberlerde bilgilerin doğru verildiği kanaatinde olamıyorum. Sansasyonel ve tartışmalı haberler elbette çok oluyor ama bu haberler ve özellikle sosyal medyada dolaşan haberler ve insanlar öyle çok ki bu kişilerin yanlış bilgilerine yetişmek imkânsız. Her biriyle iletişim kurabilmek imkânsız. Fakat bir gün kimliğini bildiğim bir psikolog ve ayrıca akademisyen, Freud’a karşı iftira niteliğinde bir paylaşım yapmıştı. Ben Freud çalışan bir psikolog olarak kendisiyle iletişime geçtim ve bana kaynak gösterir misiniz diye sordum. Kendi makalelerini attı. Makalede o ibareyi bulamadım ve tekrar yazdım, bu sefer İngilizcesini attı. Onu da taradım yoktu, en sonunda kaynakça belirtmiş; gittim pes etmeden kitabın PDF ücretini ödeyerek satın aldım ve baktım yine öyle bir ibare yok. Bakınız resmen intihal yapmış, kaynak gösteriyor ama kaynakta asla öyle bir ibare yok. En sonunda bunu kendisine söylediğimde sesi kesildi, sanırım utandı veya benden bu derece bir hamle beklemiyordu. Mücadelemi kendimce bu şekilde sürdürüp bu akademisyeni uyarmıştım. Umarım bir daha aynı hatayı yapmaz.
Gazeteciler uzmanlık alanınızla ilgili olarak size ulaştıklarında anlattıklarınızı doğru aktarıyorlar mı? Sorun yaşadığınız oluyor mu? Oluyorsa bunun nedeni nedir?
Daha önce hiç böyle bir sorun yaşamadım. Yani bire bir aktardılar. Ama bazen yazıyla iletişime geçiyorlar. Gazeteci yazarak değil, yüz yüze veya konuşarak istemeli bilgi veya röportajlarını.
Teknolojinin gelişmesiyle sosyal medya platformlarının revaçta olması, insanların zamanlarının yarısını sosyal medyada geçirmesi sizce insanlarda narsizmi tetikledi mi? Tetikliyorsa bunu psikolojik olarak nasıl açıklarsınız?
Platon’un bir söylemi vardır: "Yanılsamalar dünyası" der. Mevcut düzene bakarsak örneğin bir bardağa bardak diyorsak bu bizim için yanılsama oluyor, öğretilen bir şey oluyor bu bilgi olarak özellikle. Sosyal medyada da televizyonda da yansımanın yanılsamasını görüyoruz. Bunun en güzel örneği Netflix’teki Black Mirror dizisidir. Yani meselâ bir bölümüne baktığımız zaman bahsettiğiniz narsizmin, bu beğenmenin, beğeni almanın revaçta olduğu bir distopya görüyoruz. Ama bu distopya artık aslında şu an yaşadığımız dünya olmaya başlıyor. Sosyal medyada gerçek hayatta yapamayacağımız birçok şeyi uzaktan uzağa yapabiliyoruz. Narsizm esasında bizim kendi meselemiz olmaya başlıyor. Sosyal medyayı düşünürseniz, bu aldığınız beğeniler size verilen ilgiyi gösteriyor ve bir popüler olabilme şansı tanıyor size. Eskiden ünlü olmak gerçekten zor bir şeydi ama şimdi bir tuş kadar yakınımızda. Her sosyal medya kullanıcısının Twitter platformunda attığı bir tweet şans eseri yürümüştür, yüzlerce binlerce beğeni almıştır ve burada kullanıcı, "İnsanlar bana ilgi gösteriyor" bilincine girer ve sürekli o tweete benzer dikkat çekici tweetler atıp etkileşim almayı arzular. Bu işlerin sosyal medyada illegal yönleri de var tabii ki. Takipçi satın alma, beğeni satın alma. Burada bile daha çok takipçim olsun veya fotoğraflarım daha çok beğeni almış gözüksün diye yapıldığı için yine aslında altta yatan bir narsizm var. Ve elbette tetikliyor.
Freudyen psikanalize ilgisi olan insanlar ilk olarak nereden başlamalı? Hangi kaynaklardan yararlanmalı? Onlara bu yolda neler önerirsiniz? Sizin psikanalizle yakından tanışmanız nasıl gerçekleşti?
Ben Freud’u çok okudum. Aynı metnini defalarca kez okuduğumu bilirim. Aslında "Nereden başlamalı?" sorusu çok kritik bir soru. Çünkü Freud’un çalışmaları kronolojik olarak takip edilebilir mi bilmiyorum veya bir okuyuşta o metnin mantığı kavranabilir mi bilmiyorum yani demem o ki, bu aslında bir "arzu ve sadakat" meselesi. Ama illa derseniz ki kaynak vs. hiç mi veremezsiniz, Pinhan Yayıncılık Freud’un Otobiyografi kitabını yayımladı. Freud burada çalışmalarını ve aşamalarını tek tek tarihsel olarak anlatmış. Freud’un serüvenlerine bence şu şekilde asla başlanılmamalı: Kronolojik sıraya göre okuma yapayım denilirse işin işinden çıkılmaz. Bu bağlamda bir insanın psikanalize ilgisi varsa ve sıfırdan başlamak istiyorsa dediğim gibi bu eserle başlayabilir, daha sonra Freud’un Psikanalize Giriş dersleri var ki biz bunu Felsefe Sanat Psikanaliz bünyesinde açtık. Eğer ilk kez lisans eğitimine başlayacaklarsa, psikoloji kulüplerine kesinlikle katılmalarını öneririm. Kısacası Freud okumak, Freud çalışmak ve psikanaliz çalışmak ilk önce teoriden ve eğer ileti boyuta taşırsanız (klinik) kendi analiz sürecinizden geçiyor. Ben bu yolda çalışmak isteyen insanlara büyük bir sadakatle bağlı olmalarını ve sürekli bir okuma-öğrenme-anlama yolunda olmalarını öneririm. Arzu en büyük etken. Benim psikanalizle tanışmam esasında psikoloji kulüpleriyle oldu; ama çok daha öncesinde ben turizm okuyordum ve sektörde çalışırken insanlarla içli dışlı olduğunuz için Freud’u ilk kez o zaman duymuştum. Dikkatimi çekmişti, araştırmıştım ama tabii anlamıyordum o zaman yazılanları.
İd, ego ve süperego nedir? Freud'un bu konudaki çalışmaları nasıldır, kısaca bahseder misiniz? Egolu ve süperegolu insan kime denir ve aralarındaki temel farklar nelerdir?
İd, ego ve süperego Latince kelimelerdir. Freud’un kuramında kategori yaparak ve bir yapıyı oluşturarak bunları anlamlandırmaya, daha doğrusu bunu bir kuram haline getirmeye çalışıyor. Bunu şu şekilde de okuyabiliyoruz: Bilinçli olan, bilincin kendisi yani ya da bilinçdışı. Yani id’i bilinçdışına koyabiliyoruz ya da egonun bir kısmını bilinçdışına, bir kısmını da bilince koyuyoruz, süperego ise bu arada gidip geliyor. İlk önce ben tersten başlayayım; Süperego dediğimiz kavram aslında bir nebze yasa oluyor. Bir nebze ruhsal yaşamda bizim maruz kaldığımız şeyler olabiliyor. Lacan buna büyük öteki ve küçük öteki olarak hitap ediyor. Örneğin anayasayı hukuk dışında okuyan yok ama körü körüne bazen hiç bakmadan inanırız ona. Hepimiz anayasaya uyarız ve uymazsak zaten büyük cezaları vardır. Bilmediğimiz bir şeyden nasıl bu kadar emin olabiliyoruz? Çünkü bizden önce Atalarımıza kadar dayanan bir şey bu. Yani esasen, süperegomuz. Ego ise, bizim mevcut durumumuz oluyor. Egonun mekanızması keyif almak, hoşnutsuzluk veya hoşnut olarak ele alabiliriz. Freud’a göre egonun altında sürekli bir tekrar yatar. Ego haz aldığı şeyi sürekli tekrar etmeye meyillidir. Bu konuya daha ayrıntılı inmek isteyenler için "Haz İlkesinin Ötesinde: Ben ve İd" kitabını öneriyorum. Egolu ve süperegolu insanlar hakkında sadece şunu söyleyebilirim: Herkesin egosu vardır. "Egolarınızdan arının" diye bir söylem olamaz çünkü ego zaten sizsiniz, daha doğrusu öznenin kendisisiniz. Ego tamamen bizden oluşuyor. Ego anne veya babamızdan miras kalmıyor veya çevreden miras kalmıyor, onu tamamen biz oluşturuyoruz. Yani herkesin mutlaka bir egosu var. Ve süperego insanın tanımını da yapacaksak ben şunu söylerim: Bütün yasaya, kurallara uyan insanlara süpergolu insan denebilir. Özetle insan olarak hepimiz hem egolu, hem süperegolu varlıklarız.