Şaban Özdemir: Gazetecinin asli görevi kamuoyunun vicdanı olmaktır
Röportaj - Muhammed Karabulut
Üsküdar Üniversitesi Medya PR Birim Yöneticisi, ÜLKE TV program sunucusu gazeteci Şaban Özdemir ile keyifli bir röportaj gerçekleştirdik. Kendisine gazetecilikle, sunuculukla alakalı sorular sorduk.
Bize öncelikle kendinizden bahsedebilir misiniz?
Meslek hayatım boyunca soru soran taraf hep ben olmuşumdur. Ne zaman cevap veren taraf olursam her zaman heyecanlanmışımdır. Bu, özellikle iletişim fakültesi öğrencileri, meslektaşlarım olduğunda heyecanım daha da artmıştır. 1981 doğumluyum, Trabzon’da dünyaya geldim. 13 yaşımda, 1994 yılında İstanbul’a geldik, 5 kardeşli bir ailenin çocuğuyum. Annem Bulgaristan göçmeni babam ise Trabzonlu. 2001 yılında Niğde Üniversitesi Radyo Televizyon Programcılığını kazandım. Mezun olduğum yıl tekrar üniversite sınavına girdim ve Selçuk Üniversitesi Gazetecilik bölümünü kazandım. 4 yıl orada eğitim hayatımı devam ettirdim. İyi bir gazeteci olmak için sahada bulunmanın gerekliliğine inanarak, Niğde’de bunu yapamadım ama Selçuk Üniversitesi’ne kaydımı yaptırdıktan hemen sonra İç Anadolu Bölge Televizyonu olan KONTV’de işe başladım. KONTV büyük bir bölgesel kanal ve çok ciddi izlenme oranları var. 2003 yılından 2009 sonlarına kadar Konya’da kaldım. Okulum bitmesine rağmen farklı televizyon kanallarında çalıştım, yeni televizyon oluşumlarının kuruluş aşamalarında bulundum. Uzun yıllar haber merkezinde çalıştım. Haber müdürlüğü, ana haber sunuculuğu, gündem özel televizyon programları yaptım. Evlilik sonrasında İstanbul’da kalma kararı aldım ve kariyerime burada devam ettim. Ülkemizin önemli haber ajanslarından biri olan İhlas Haber Ajansı'nda (İHA) muhabir olarak görev aldım. Sonrasında Üsküdar Üniversitesi ile yollarımız kesişti. Yaklaşık 9 yıldır Üsküdar Üniversitesi'ndeyim. Rektörümüz Prof. Dr. Nevzat Tarhan hocamızın iletişiminden sorumlu basın danışmanlığı görevini yürütmekteyim. Kurumsal İletişim Direktörlüğü bünyesinde Medya PR birim yöneticiliğinin yanında Üsküdar Haber Ajansı (ÜHA) sorumluluğunu üstlenmekteyim. Eğitim hayatıma Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü'nde bilişim yüksek lisans programı ile devam ettim. Türkiye’de Gençlerin Medya Kullanım Alışkanlıkları ve İstanbul Örneği başlıklı çalışmam ile tezimi tamamladım. Z Kuşağının medya kullanım davranışlarını araştırdım. Çalışmalarımı bu alanda yürütmekteyim.
Üsküdar Üniversitesi ile nasıl tanıştınız ve Üsküdar Üniversitesi hakkında ne düşünüyorsunuz?
Üsküdar Üniversitesi ile tanışalı yaklaşık 9 yıl oldu. Medya ilişkilerini yönetecek bir pozisyon arayışları vardı, bunun üzerine yolumuz kesişti. İhlas Haber Ajansı görevime devam ederken radikal bir kararla kariyerime NPİSTANBUL Beyin Hastanesi'nde devam etme kararı aldım. NPİSTANBUL Beyin Hastanesi diyorum çünkü o zaman Üsküdar Üniversitesi henüz kurulma aşamasındaydı. 2011 yılı itibariyle resmi kuruluşu yapıldı. 2012’de de ilk öğrencilerini aldı. Ben ilk iki yıl NPİSTANBUL Beyin Hastanesi’nde görevliydim, oranın medya planlamasını yapıyordum. Üniversite hayata geçince Nevzat Tarhan Hocamız biz nerede siz de oradasınız diyerek Üsküdar Üniversitesi'ne geçtim. Tabii uygulama ortağımız NPİSTANBUL Beyin Hastanesi ile hiçbir zaman bağımızı koparmadık. O gün bugündür hem hastane hem de Üsküdar Üniversitesi'nin ekibimizle birlikte medya planlamasını yapıyoruz. Tabii sadece burası değil, aynı zamanda bünyemizde bulunan NPETİLER Tıp Merkezi, NPFENERYOLU Tıp Merkezi'nin de çalışmalarını sürdürüyorum.
Üsküdar Üniversitesi'yle ilgili düşüncelerime gelecek olursak; Üniversitemizi güzel konumlandırıyorum. Türkiye’de önemli bir açığı kapattı. Davranış bilimleri ve sağlık alanında Türkiye’nin ilk tematik üniversitesi olarak eğitimde özgün bir modeli yükseköğretime kazandırmış oldu. Şu an ön lisans, lisans ve yüksek lisans olmak üzere 20 binin üzerinde öğrencimiz var. Kısa sürede niceliksel ve niteliksek başarısı ile vakıf üniversiteleri arasında gerçekten parmakla gösterilebilecek bir üniversite pozisyonuna geldi. Bunu başarabilmek her üniversitenin harcı değil. Bunu gururla ifade edebilirim. Burada tabii ki Rektörümüz Prof. Dr. Nevzat Tarhan hocamızın liderliği yadsınamaz. Bir üniversitenin kurucusunu dikkate almak gerekir. Kurucunun duruşu, vizyonu üniversitenin başarısını doğrudan etkiliyor. Malumunuz üniversite sınavları yapıldı, buradan aday arkadaşlarıma tavsiyede bulunmak isterim. Tercih yapacak aday arkadaşlarım mutlaka ilgili üniversitenin rektörünü tercihler sırasında göz önünde bulundursunlar. Özetle Üsküdar Üniversitesi çok kısa bir sürede çok önemli yol kat etti. Türkiye’de ilklerin üniversitesi oldu birçok yönüyle. Türkiye’de olmayan önemli bölüm ve programları açtı. Örneğin, Prof. Dr. Sevil Atasoy hocamız önderliğinde adli bilimlerde Türkiye’nin ilk lisans eğitimini hayata geçirdi. Şimdi Türkiye’nin ilk adli bilimler lisans öğrencilerini yetiştiriyor. Yine ilk defa enstitü olarak Türkiye’nin Tasavvuf Araştırmaları Enstitüsü'nü açtı. Çok değerli akademik kadro ile lisansüstü eğitimler veriliyor. Yine enstitü bağlamındaki programlardan Yeni Medya ve Gazetecilik programını Türkiye’de ilk açan üniversite oldu. Ergoterapi, Dil ve Konuşma Terapisi, Çizgi Film ve Animasyon lisans eğitimleri de Türkiye’de nadir olan bölümler arasında. Haliyle yürünmemiş yol tercih edince dikkat ve ilgi çeken bir yapı haline geliyorsunuz. Bu bağlamda Üsküdar Üniversitesi ihtiyaçları çok iyi analiz ediyor, belirliyor ve toplumun, Türkiye’nin, Türkiye’deki yükseköğretimin ihtiyaçları neyse o bağlamda bölüm ve programlarla ihtiyaç duyulan profesyonelleri yetiştiriyor. Halkın bu noktada özellikle öğrencilerin, öğrenci ebeveynlerinin bize göstermiş olduğu ilgi ve alakayı da haliyle ben bunlara bağlıyorum. Nevzat Hoca’nın duruşunun yanında bu yenilikçi ve girişimci yönü, ihtiyacı iyi analiz edebilen bağlamdaki girişimleri de bunu destekliyor diye düşünüyorum.
Neden bu mesleği tercih ettiniz?
Mesleğim gazetecilik. Şu an televizyon gazeteciliği yapıyorum. 2003 yılından bugüne ÜLKE TV’de programlar hazırlayıp sunuyorum. Bir dönem ARTI-EKSİ isimli programı sundum. Şimdi hafta sonları ekranlara gelen BİLİMDEN SAĞLIĞA programını sunuyorum. Tercih dönemlerinde ise HAYAT TERCİHTİR programını hazırlayıp sunuyorum. Tercih yapacak aday arkadaşlarımıza Uzm. Psk. Danışman Ece Tözeniş ile rehberlik yapıyoruz, değerli akademisyenlerimizi de konuk alarak. Televizyonu, televizyonda olmayı öteden beri hep sevdim. Küçükken elimde kalemle, mikrofona benzer şeylerle ayna karşısında bir şeyler söylerdim. Ben de hep söyleyecek bir şeylerim olsun istedim, kamuoyunu bilgilendirmek, kamuoyunu aydınlatmak, onlar adına bir şeyleri sorguluyor olmak ve konuşuyor olmak beni her zaman heyecanlandırmıştır. Gazeteciliğin de asli görevi bu zaten. Kamuoyunun vicdanı olmak. Bu mesleğe bir eğilimim oldu. Ekran önünde olmak, toplumun önünde olmak da beni heyecanlandırdığı için aslında gazetecilik ve televizyonculuğu birleştirdim. Şu anda bir taraftan da televizyon gazeteciliği yapıyorum.
Bu mesleğin size kattığı, kazandırdığı şeyler nelerdir?
Gazetecilik çok özel bir alan. Çok özenilen bir meslek. Para verip gidemeyeceğiniz, para verip elde edemeyeceğiniz, zaman bulup gidemeyeceğiniz yerlere girip çıkmanızı sağlıyor size. Düşünün, devletin önde gelen isimleriyle, dünyanca ünlü sanat, bilim insanlarıyla aynı ortamı soluma imkânı sağlıyor. Bu da size ciddi özgüven kazandırıyor. Çünkü Cumhurbaşkanı ile bir araya geliyorsunuz, milletvekilleriyle, sanat camiasının önde gelen isimleriyle, kamuoyunun önder tabir ettiği kişilerle her yerde her saatte bir araya gelebiliyorsunuz. Bu müthiş bir avantaj. Bu durum bana öncelikle belirttiğim üzere çok ciddi bir özgüven kazandırdı. İletişimimi kuvvetlendirdi. Gözümde hiçbir şeyi büyütmemem gerektiğini de bana öğretti. Daha önce bu sektöre atılmadan önce insanları, pozisyonları, kurumları, kişileri gözümde çok büyüttüğümü fark ettim. Hâlbuki ne kadar da yanılmışım. Şöyle düşündüm, onların da vücudunda 5 buçuk litre kan var, bende de 5 buçuk litre kan var. Öğrenci arkadaşlarıma da hep örnek veririm. Ben de yıkandığımda parmaklarım buruş buruş oluyor, onlar da yıkandıklarında parmakları buruş buruş oluyor. Aslında onunla benim aramda çok fazla fark yok. Başarıları tabii ki önemli ancak kastettiğim o değil. Sadece toplumun, kamuoyunun bu kişileri pozisyonlandırması ve onlara yükledikleri anlamla ilgisi var. Gayretleri, çabaları, başarıları bir tarafa koyarsak. Her insan gayret ederse, yeteneklerinin farkında olursa zaten yeteneklerinin onun gösterdiği noktada onlar da iyi yerlere gelecektir ve başarılı olacaktır, kamuoyunda önder insanlar olacaktır. Biz de neden olmayalım ki, böyle düşünerek kendimizi rahatlatabiliriz. Dolayısıyla kamuoyunun önder gördüğü, ulaşmakta zorluk çektiği insanlara ulaştırdı bu meslek beni. Öte yandan önemli çevre kazandırdı. Farklı coğrafyaları tanıma olanağı tanıdı. Yeni insanlar tanıdım.
Bu mesleği yaparken ne gibi zorluklarla karşılaşıyorsunuz ve bunlarla nasıl mücadele ediyorsunuz?
Öncelikle krizleri öngörebilmek, iyi analiz edebilmek ve iyi yönetebiliyor olmak gerekiyor. Mesleğimizi icra ederken kriz her an söz konusu olabilmekte. Bir örnek vermek istiyorum, yaşadığım bir olay. Konya’da görev yaptığım yıllarda, hatırlayanlarınız olacaktır, Konya’da çöken apartman vardı, Zümrüt Apartmanı. 2 Şubat 2004 günü saatler 20.20’yi gösterdiğinde 36 metre yüksekliğindeki 11 katlı Zümrüt Apartmanı yerle bir oluyor ve tablo acı. 92 kişi hayatını kaybediyor, 30 kişi de yaralı olarak kurtarılıyor. İddialar, binanın alt katında yer alan bir giyim firmasının dükkânını biraz daha genişletebilmek adına duvar kolonu kesmesiyle olduğu yönünde. Bunun üzerine bir haberci olarak, KONTV muhabiri olarak olay yerine gittim. Olay yerinde inceleme, araştırma yapıyorum, görüntü alıyor, bilgi topluyorum. Tam o sırada oranın müteahhitlerinden olduğunu öğrendiğim birisi benim çekim yaptığımı görünce yanıma geldi ve kameramı tuttu, elimden almaya çalıştı. İşte size bir kriz. Bu krizi sağlıklı yönetmek gerekiyor. O dönemde ana akım medyanın kalbi birkaç gün Konya’da attı. Konya Türkiye’nin, hatta dünyanın gündemine oturdu. Zümrüt Apartmanı faciası haber bültenlerinde uzun uzadıya yer aldı. Bu süreçte müteahhitler de suçlandı. Benim orada çekim yaptığımı görünce canı yanan müteahhit haliyle bana saldırdı. Soğukkanlı bir şekilde itiş, kakış devam ederken kendisine şöyle dedim: “Beyefendi sakin olun lütfen! Bakın ben Konya’nın televizyonuyum. Yani sizin televizyonunuzum. Siz Konya’dasınız, ben sizin için buradayım. Sizi neden suçlu gösterelim ki” deyince biraz sakinleşti. Yani ortak bir dil kurabildim, o an sonrasında sakinleşti ve çekimlerimi daha fazla hasarsız tamamlamış oldum. Bu tarz olaylarda, hiç ummadığınız yerlerde, ummadığınız kişilerden tepki alabiliyorsunuz. Bazı eylem ve gösterilerde taş, gaz bombasına maruz kalabiliyorsunuz. Bir defasında adli bir olayı takip ettiğimiz sırada, suçu kesinleşen ve tutuklanan zanlının adliyeden çıkarılışı ve cezaevine naklini çektiğimiz sırada o kişinin yakınları tarafından darp edildiğimiz, uzun saatler adliyeden çıkamayıp sonrasında polis araçlarıyla arka kapıdan çıkarılıp kurumlarımıza götürüldüğümüz de olmuştur. Gazetecilik hayatımda unutamayacağım ve çok zorlandığım bir olayı daha paylaşmak istiyorum. Yıl 2010. Aşiyan Mezarlığı’ndaki çatışmayı çekmiştim. Türkiye Gazeteciler Cemiyeti bana bu haberden ötürü kamera çalışması dalında 2011 yılında gazetecilik ödülünü vermişti. Çatışmayı saniye saniye çektim. O kurşunlar bana da denk gelebilirdi, ben ölebilirdim. Ama mesleğin vermiş olduğu heyecan ve adrenalin ile o mermileri hiç görmüyorsunuz, o mermileri hiç duymuyorsunuz bile. Anı saniye saniye kaydetmek için gayret ediyorsunuz, tek amacınız bu oluyor. Hiçbir anı kaçırmamak. Bu heyecan ve refleks ile hareket ediyorsunuz.
Meslekte yaşanılan zorluklar tabii ki bunlarla sınırlı değil. Bir kazaya gittiğiniz dönemler de oluyor veya bir yangına, hatta cenaze törenine. Gazeteci olarak, kamuoyu adına orada bulunuyorsunuz, ancak orada bulunmanızdan rahatsız olan kişi ya da kişiler olabiliyor. Dolayısıyla bunlar size tepki verebiliyor. Kimi zaman itiş kakış, kimi zaman olay yerine alınmamak şeklinde sonuçlanabiliyor tepkinin şekli. Gazeteci olarak orada acı çeken kişilerin olduğu hassasiyeti ve empatisiyle çoğu zaman hareket ediyorsunuz ancak bu yeterli olamayabiliyor.
Bir programa hazırlanmanız ne kadar vaktinizi alıyor ve nasıl hazırlanıyorsunuz?
2005 yılından beri yaklaşık 14 senedir televizyon ekranlarda bir şeyler yapıyorum. Televizyonculukta hazırlık çok önemli. Başarılı bir program eşittir iyi bir hazırlık aslında. Ben buna çok inanırım. Bugüne kadar yüzlerce canlı yayın tecrübem oldu. Her bir yayınımda heyecanlanırım. Kontrol edilebilir heyecanımı hep canlı tutarım. Yeni konu ve konuklarla yayınlar benim için çok keyifli olur. Her programıma en az konuğum kadar hazırlanırım. Şu an ÜLKE TV ekranlarında BİLİMDEN SAĞLIĞA adında sağlık programları hazırlıyoruz. Konu ve konuk belirlenmesinden sonra o konu ve konukla ilgili iyi bir araştırma yaparım. Çünkü bilen insan soru sorabilir. Biz televizyoncuların çok korktuğu konuk tipleri vardır. Bunlar her soruya evet ya da hayır cevabı verenler. Benim başıma ciddi anlamda böyle bir durum gelmedi, ancak meslektaşlarımdan birisinin 1 dakikada 25 soru sorduğunu bilirim. İyi hazırlanmış olmasaydı o kadar soruyu art arda bu kadar soruyu nasıl sorabilirdi. Dolayısıyla programın akıcı, canlı bir şekilde akması için karşınızdakini konuşturabiliyor olmanız lazım. Karşınızdaki insanı konuşturabilmeniz için de onu çok iyi tanıyor olmanız lazım, onun konusu ile ilgili iyi araştırma yapıyor olmanız lazım. Hiçbir şey bilmeyen, araştırma yapmayan insan soru soramaz, karşısındaki insanı konuşturamaz. Dolayısıyla bazı programlarıma 4-5 saat hazırlık yaparken, kimilerine özellikle ilk zamanlar 7-8 saat hazırlandığım oluyor. Özetle çok ciddi bir hazırlık yapıyorum. Programımızın editörlerinden Didem Düz ve Şuheda Damgacı sokak röportajlarıyla sokağın sesini ekrana taşırken, yaptığımız okumalarla programın akışını belirliyoruz. Zor, meşakkatli ama keyifli. Canlı yayının riskleri de var tabii.
Bu mesleği yapmak isteyenlere ne gibi tavsiyelerde bulunursunuz?
Önce çok iyi bir dinleyici olsunlar. İyi bir dinleyici olmak göründüğünden çok daha zor bir beceri. Önce insanları dinleyin. Anlamadığınızı yönetemezsiniz. Anlamak ise dinlemekten ve gözlemden geçer. Anladığınız takdirde kime neyi ne zaman söyleyeceğinizin stratejisini belirleyebilirsiniz. Sonrasında da etkili soru sorabilirsiniz. Benim ilk başta tavsiye edebileceğim şey bu. Çünkü birçok insan dinlemeyi bilmiyor, işitmek farklı, dinlemek farklı eylemler, dinleyemiyoruz. Karşımızdaki bir şeyler anlatıyor ama onu dinlemek ve anlamaktan ziyade kendimize, ne söyleyeceğimize odaklanıyoruz. İyi bir gazeteci, televizyon programcısı olmanın temel kriterlerinden biri iyi bir dinleyici olmaktan geçiyor. Öyle ki konuğunuzun anlattığı şeyleri tekrar sormamanız da gerekiyor. Canlı yayındayken rejiyle kontakt halinde, oradan feedback alıyor, sosyal medya hesapları üzerinden feedback alıyor, bir de konuğunuzu takip ediyor, söylemlerine dikkat ediyorsunuz. İyi bir dinleyici olmayan kişi bu süreçleri de yönetemez. Bu mesleği icra edecek arkadaşlarımın iyi birer araştırmacı olması, araştırmayı seviyor olması gerekiyor. Çünkü insan rastgele okuduğundan ziyade araştırdığını daha kolay hazmediyor, öğreniyor. Yeniliğe açık olması gerekiyor arkadaşlarımın. Türkiye gündemini, dünya gündemini iyi takip ediyor olmak gerekiyor. İyi bir iletişimci olması, kendini çok iyi ifade edebiliyor olması gerekiyor. İnsani değerlerine sahip çıkıyor olması da önemli bir kriter mesleğimizde. Güzel, yakışıklı, güzel ses tonu, güzel yazılar yazıyor olmak da yeterli olmuyor, ekip çalışmasına uygun bireyler olmak da gerekiyor.
Geçmişe dönseniz tekrar bu mesleği seçer miydiniz yoksa başka bir alana mı yönelirdiniz?
Ünlü bir düşünür Konfüçyüs’ün bir cümlesi vardır, benim de hayat felsefem haline gelen. “Sevdiğiniz işi yapıyorsanız bir gün bile çalışmış sayılmazsınız”. Ben bir gün bile çalışmadım, bunu samimi olarak söylüyorum, bir gün bile çalışmadım. Çünkü sevdiğim işi yapıyorum. Bir daha dünyaya gelmiş olsam yine bu alanda bir şeyler yapardım, çünkü keyif alıyorum, bu alanda mutlu oluyorum, üretiyorum, ürettikçe mutlu oluyorum. İnsan üretmediği zaman mutlu olamaz, mutlu olması için üretmesi gerekiyor. Peki, hangi insan üretir? Yaptığı işten keyif alan insan üretir. Geçmişe dönsem tekrar bu alanda bir şeyler yapardım.