Doç. Dr. Gül Esra Atalay: Siz kötü haber okudukça algoritma önünüze daha fazla kötü haber çıkartıyor
Doç. Dr. Gül Esra Atalay ile kötü haber bağımlılığını konuştuk.
Röportaj: Burak Emre Ekmekçi
Kötü haber bağımlılığını anlatan Doomscrolling kavramı İngilizceden dilimize ‘felaket kaydırması’ olarak çevrildi. Bu kavram ilk olarak bir twitter kullanıcısı tarafından yapılan bir paylaşımda kullanıldı. Yapılan bu paylaşımı Karen Ho isimli bir gazetecinin tekrar paylaşması ile gündemimize giren bu kavram koronavirüs salgınında adından sık söz ettiğimiz bir kavram haline geldi. Sosyal medya mecralarının haber alma süreçlerinde oldukça popüler olduğu günümüzde, yaşanılan kaotik durumlarda kullanıcıların bitmek bilmeyen bir döngü içerisinde kaybolması şeklinde de tanımlamalar yapılmakta.
Kötü haber bağımlılığı / felaket kaydırması yalnızca salgın dönemlerinde değil, yangın, deprem, sel gibi doğal afet dönemlerinde de tetiklenebilmekte. Kötü haber bağımlılığını Üsküdar Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölüm Başkanı Doç. Dr. Gül Esra Atalay’la konuştuk.
İlk olarak kısa bir tanımla başlamak isterim. Kötü haber bağımlılığı nedir?
Kötü haber bağımlılığı, sürekli olarak kötü ve olumsuz haberleri aramak ve okumak olarak tanımlanabilir. Özellikle de koronavirüs pandemisi sırasında tekrar gündeme geldi ama aslında daha önce de var olan bir şey. Bu temel bir insan davranışı ile ilgili aslında. Biz kötü haberi okumak istiyoruz genellikle. Çünkü bu aynı zamanda bir savunma mekanizmasının da parçasıdır. Kötü şeyler oluyorsa bunu bir an önce duymak, bunlardan haberdar olmak ve gerekiyorsa önlem almak istiyoruz. Bu ihtiyacımız bizi kötü habere itiyor ama kötü haberleri okudukça başka kötü haberlere yöneliyoruz, onu okudukça başka kötü haberlere yöneliyoruz ve giderek içinden çıkılmaz ve insanı olumsuz duygulara sürükleyen bir hâl alıyor.
Felaket kaydırması veya diğer bir ifade ile kötü haber bağımlılığı kavramı hayatımıza her ne kadar ilk olarak 2018 yılında bir twitter kullanıcısının atmış olduğu twit ile girmiş olsa da bu twiti Karen Ho isimli bir gazetecinin paylaşmasından sonra popüler hale geldiğini biliyoruz. Covid 19 süreciyle adını daha sık duyduğumuz bu kavram gerçekten yeni bir kavram mı? Yoksa mazisi, insanın doğası gereği eski gazetelerde üçüncü sayfa haberlerini çok sevdiğimiz ve zamanın çok okunan sayfası olan yıllara ve hatta daha eskilere kadar uzanır mı? Sizin bu konudaki düşünceleriniz nelerdir?
Evet tabii ki, felaket kaydırması dediğimiz şey elbette ki sosyal medyanın mantığıyla ilgili bir durum. Çünkü orada sürekli olarak bir akış var ve o akışı kaydırarak yeni haberlere ulaşıyoruz. Dolayısıyla bundan dolayı ‘Felaket kaydırması’ olarak isimlendiriliyor. Ama aslında bu temel bir ihtiyaç ile ilgili olduğu için eskiden beri vardı. Basılı gazete için de bunu söylemek mümkündür. Orada da kötü haberi daha fazla okuyorduk dolayısıyla da kötü haberi daha fazla okuduğumuz için de kötü haber genellikle manşete çıkıyordu. Gazetecilikte çok bildiğimiz bir söz vardır; ‘Kan varsa manşet olur’ deriz. Dolayısıyla insan doğasında var. İşin içinde kan varsa, vahşet varsa, korkutucu öğeler varsa bunu okumadan edemiyoruz. Çünkü bunu bilmemiz lazım ki kendi önlemlerimizi alalım. Dolayısıyla gazetede de vardı, televizyonda da vardı. Bugün yeni medya mecralarında da yine aynı şekilde var. Ama yeni medya mecralarında yani sosyal medyada kötü habere erişmek şu açıdan farklı; algoritma gerçeği işi değiştiriyor. Çünkü siz kötü haber okudukça algoritma sizin bundan hoşlandığınızı düşünerek sizin önünüze daha fazla kötü haber çıkartıyor, öyle olunca da siz içinde bulunduğunuz dünyayı olduğundan çok daha kötü bir yer olarak görmeye başlıyorsunuz.
Bu kavramın isminden de anlaşılacağı üzere aslında mücadele edilmesi gereken bir durumdur. Bu perspektiften bakarak bir değerlendirme yapacak olursak, bireyler, ‘Benim haber alma özgürlüğüm var, ben kötü haberi almak istiyorum’ diyerek bunu bir hak olarak görebilir mi?
Hak olarak düşünecek olursak; tabii ki zaten isteyen herkes kötü haber alabilir, onu haklar çerçevesinde tartışmıyoruz. Ama bizim burada söylediğimiz şey; sürekli olarak kötü haber okuyorsanız içinde bulunduğumuz dünyaya dair yanlış inançlara sahip olabilirsiniz ve psikolojik olarak bundan kötü etkilenebilirsiniz. Eğer kişi kendisi bundan rahatsızlık duyuyorsa zaten bununla mücadele etmelidir. Eğer kendisi rahatsızlık duymuyorsa, henüz hayatını zora sokan bir seviyede değilse, zaten bunun bağımlılık olduğunu da söylemek doğru değildir. Kişi kendisi bunun farkına varıyorsa eğer bunun problemli bir gidişat olduğunu düşünüyorsa o zaman bununla mücadele de etmelidir. Örneğin, sosyal medyayı bu eğiliminin farkında olarak kullanmak, kısıtlama getirmek ya da algoritmanın yarattığı döngüden kurtulabilmek için sürekli aynı tip haberlere tıklamak yerine belki daha olumlu içeriklere de tıklayarak kendisini bu içeriklerden uzaklaştırma yoluna gidebilir. Böylece bu bağımlılıktan kurtulabilir. Elbette ki herkeste bağımlılık seviyesinde seyretmiyor. Hepimiz kötü haber okuruz ama sürekli kötü haber peşinde koşmayız. Böyle davranıyorsa kişi ve bunun farkında oluyorsa mücadele etmeye başlayacaktır.
Kötü haber bağımlılığından kurtulmada hiç kuşkusuz bireylerin kendi çabaları ve dürtülerini kontrol etmeleri kaçınılmazdır. Ancak, ‘Kötü haber iyi haberdir’ sözünden yola çıkarak günümüzde gazetecilerin de bunu farklı değerlendirdiğini görebiliyoruz. Gazetecilerin ve alternatif medya alanında habercilik yapanların bu konuda sorumluluğu var mıdır? Varsa nelere dikkat etmeleri gerekmektedir? İnsan sağlığını etkileyecek boyutta bir durumu habercilik sorumluluğu açısından nasıl değerlendirirsiniz?
Evet, güzel bir soru, elbette ki gazeteciliğin ticari şekilde yapılıyor oluşuyla da ilişkisi var bunun. Çünkü aynı zamanda iyi haber, satan haberdir. Gazeteci ya da haber platformu gelir getiren haber yapma gayreti içerisinde olabiliyor. Gazeteciler daha fazla ilgi çekmek istiyorlar, dolayısıyla kötü haber de daha fazla ilgi çektiği için haberleri olduğundan da belki daha dramatik hâlde gösterebiliyorlar. Ama olması gereken bu mu? Elbette ki değil. Sonuçta gazetecinin toplumdaki rolü, içinde yaşadığı dünyaya dair insanlara bilgi vermek, var olanı olduğu gibi aktarmaktır. Haberi olduğundan daha dramatik, daha korkutucu bir şekilde vermemesi gerekiyor. İnsanları paniğe sürüklememek de gazetecilerin sorumluluklarından biri olmalıdır. Dolayısıyla gazeteciler bu anlamda aslında bir otokontrol uygulamalılar. Kendi haberlerini yaparken gerçekten var olanı yansıtmaya gayret etmeliler. Olduğundan daha olumsuz, daha korkutucu ve panik yaratıcı şekilde yazmamaları gerekiyor.
Siber zorbalığı ve dijital güvenlik zafiyetlerini sıkça konuştuğumuz bugünlerde özellikle dijital okur yazarlığı az olan bireylerde bu bağımlılık dijital güvenlik riski oluşturur mu?
Kötü haber bağımlısı olan kişi hâliyle bu haberleri okudukça bir panik içerisinde de olacaktır, korku içerisinde de olacaktır, endişeleri artacaktır. Böyle kırılgan hâle geldiğinde de dışarıdan gelecek etkilere daha açık hâle gelecektir. Dolayısıyla güvenliğini tehdit eden hesaplarla ya da kişilerle ilişkiye yönelebilir, belki satın almayacağı şeyleri satın almak zorunda hissedilebilir. Özellikle burada şunu vurgulamak isterim; bu ruh haline girdiği zaman insanlar kötü haberleri sürekli görüp de bir korku, bir endişe yaşamaya başladığı zaman aslında en açık olduğu şeylerden bir tanesi komplo teorileri oluyor. Bu tarz içeriklere daha açık oluyor. Dolayısıyla bu açıdan baktığımız zaman kişinin haber alma özgürlüğü ile çelişen bir şeye dönüşüyor. Çünkü komplo teorileri gerçek olmayan ama gerçekmiş gibi izlenim veren içeriklerdir. Kişileri yanlış yönlendirir ve birtakım sorunlar hakkında çok basit açıklamalar verirler ve insanlar korku içerisinde oldukları zaman bu açıklamalara daha fazla ihtiyaç duyuyorlar. Böylece toplumun yanlış bilgilendirilmesi ve dezenformasyonun yayılması söz konusu oluyor. Kendisi okuyor, inanıyor, başkalarına bunu gönderiyor, paylaşıyor ve böylece giderek toplum olarak da yanlış bilgiye daha fazla maruz kalıyoruz.
Son olarak, kötü haber bağımlılığı ile mücadele noktasında hem bireylerin kendi mücadelesi hem iletişimcilerin mücadelesi ve dikkatli haber içerikleri oluşturarak, bir anlamda ortak bir mücadele ile bu durumdan daha az zarar görebiliriz diyebilir miyiz?
Bunun için sizin de vurguladığınız gibi dijital medya okuryazarlığı ya da yeni medya okuryazarlığı diyebileceğimiz yetilerin ve becerilerin oluşması gerekmektedir. Okuyucular bir kere kendi haber okuma alışkanlıkları ile ilgili farkındalık sahibi olacaklar ve bu haberlerin nasıl oluşturulduğunu, hangi niyetlerle bu haberlerin oluşturulduğunu anlayacaklar ki; buna eleştirel bir perspektiften bakıp kurtulması gereken bir şey olarak görecekler. Burada bize çok iş düşüyor. İletişimciler, eğitimciler ve akademisyenler olarak biz insanlarda bu konuda yazıp çizdiklerimizle, verdiğimiz eğitimlerle farkındalık kazandırabiliriz. Tabii ki gazetecilere, haber kuruluşlarına, haberi oluşturanlara burada çok önemli bir görev düşüyor. Daha farkındalıklı ve sorumlu bir perspektiften haber üretmek ve insanları yok yere paniğe sevk etmemek gerekiyor.