Gazeteci Merve Tokaz: Genç bir gazeteci olarak bu deprem felaketi benim için bir dönüm noktası oldu
Gazeteci Merve Tokaz ile deprem sürecinde yaşadığı deneyimleri konuştuk.
Röportaj: Yağmur Aydın
İnsanlığın gördüğü en büyük felaketlerden biri olarak kabul edilen Kahramanmaraş depremlerinin ardından ülkemiz büyük bir mücadeleye başladı. Bu mücadeleye, farklı ülkelerden gelen arama kurtarma ekipleri ve sağlık görevlileri de ciddi destek verdi. Deprem bölgesinde yaşananları canları pahasına izleyicilere bütün açıklığı ile aktaran, izleyiciye umut veren gazeteciler ve muhabirler vardı. Onlardan biri de CNN Türk muhabiri Merve Tokaz. Haberi aldığı ilk anda ‘orada olup yaşananları insanlığa aktarmalıyım’ diyerek ilk yola çıkanlardan. İşte Merve Tokaz’ın bu zorlu mücadeledeki yaşadıkları, duyguları ve düşüncelerini aktardığımız röportajımız.
Öncelikle sizi daha yakından tanımamız için kendinizden biraz bahsedebilir misiniz? Hangi okullarda okudunuz ve çalışmaya ne zaman başladınız?
Mesleğe gazetecilik okuyarak başladım ama aynı zamanda siyaset bilimi ve uluslararası ilişkiler alanında çift anadal yaptım. Gazeteci olmak hep hayalimdi. Bu hayalime üniversite yıllarımdan itibaren adım attım. İlk olarak okulumun gazetesinde çalıştım, daha sonra çeşitli yerel gazetelerde muhabirlik yaptım. Öğrencilik dönemimde www.posta.com.tr sitesinde köşe yazıları yazdım. İlk profesyonel iş yaşamına haberler.com adlı internet haber sitesinde editörlük yaparak başladım. Bunun ardından TRT İstanbul Haber Merkezinde 6 ay boyunca staj yaptım. CNN Türk ailesine girişim stajyerlik ile başladı. Birkaç ay sonra CNN Türk ailesine muhabir olarak katıldım. Muhabirlik benim ruhum. Hayal ettiğim işi yapıyorum.
Depremi ilk ne zaman öğrendiniz, ilk olarak hangi bölgeye gittiniz ve görev aldığınız süre boyunca kaç ili dolaştınız?
6 Şubat gecesi benim için unutulmaz bir gece. Uyuyordum, bir anda telefonuma bildirimler gelince uyandım. Gördüğüm an neye uğradığımı şaşırdım. Hazırlanıp kanala gittim, saat 05.00’te kanaldaydım. Orada olmalıyım dedim. İçim içime sığmadı. Tuhaf bir acı çöktü içime. Depremin ikinci gününde yöneticilerim bana sahaya gideceğimi bildirdi. Gaziantep’in ilçelerinden sorumlu olacaktım. Eve uğradım, elime ne geçtiyse sırt çantama doldurdum ve havalimanına doğru yola çıktık. Askeri yardım uçağına bindik, uçak hava muhalefeti nedeniyle saatlerce rötar yaptı. En sonunda uçak havalandı. Onlarca asker ile yardım uçağında yaklaşık bir buçuk saat sonra Adıyaman hava limanına iniş yaptık. Oradan Urfa’ya geçtik, aracımızı kiraladık ve yola çıktık. Yol çok zorluydu. Deprem nedeniyle yollarda hasarlar vardı. Koca koca yarıklara şahit olduk. Yol boyunca içimde tuhaf bir hüzün vardı. Ne ile karşılaşacağımızı, ne olduğunu, hiçbir şey bilmiyorduk. Düşünün ki daha önce hiç bulunmadığınız bir şehire böyle bir felaket sebebiyle gidiyorsunuz. İlk durağımız Gaziantep Nurdağı oldu. Şehre girdiğimiz andan itibaren yıkık dökük binalar, harabeye dönen evler, siren sesleri her şey buz gibiydi. Capcanlı şehirler griye dönmüştü. Buz kestim. Kendimi toparladım. İlk yayınıma girecektim. Ve ilk enkaz…Altı katlı Nilüfer apartmanı. Etrafında gözyaşları ile bekleyen insanlar bina tamamen çökmüş gözyaşı, acı, kar ve hüzün… Ailelere sarıldım. Boğazım düğümlendi. Duygularımı kontrol etmeye çalıştım, güçlü olmalıydım. Dakikalar geçiyor o enkazdan battaniyelere sarılı insanlar çıkıyordu durmadan bir tane daha bir tane daha… Çıktıkça haykırışlar… Gözyaşı ve ateşin başından ayrılan bir aile… Sonrasında başka bir enkaza gittik… Beş katlı bir apartman içeride 15 yaşındaki bir kız, İman var… o enkazdan sağ çıktı… İman çıkarıldığı an göz göze geldik… Gözü yaşlıydı ama umut doluydu… O an dedim ki evet umut var… O kurtulduysa diğerleri de kurtulacak… O gün üç farklı apartmanda üç ayrı kişi sağ salim kurtarıldı. Bu kez hüznün yerini mutluluk aldı. Derken akşam oldu. Bir başka ilçeye doğru yola çıktık. İslâhiye… Benim dönüm noktam. Yüreğimde bir sızı… Hava kararmıştı. İlçeye ulaştık. Zifiri karanlık, sokak lambaları yanmıyor. Sanki bir korku filmi, her yer enkaz, sokaklarda insanlar yok. Yaşam yok, hiçbir şey yok, o binaların arasında arabayla ilerlerken gözlerim doldu. Güç bela Demokrasi Meydanı denilen ilçenin meydanına ulaştık. Her yer karanlık. Meydanda olan tek şey askerler, arama kurtarma ekipleri ve bir UMKE çadırı.
Bölgede neler yaşadınız? Gördüğünüz manzara karşısında neler hissettiniz?
İlk günler epey zorluydu… Arabanızın arkasını erzak ile dolduruyor ve bir bilinmeze doğru yola çıkıyorsunuz, böyle düşünün. Ben depremin ilk günlerinde hayatımın en unutulmaz günlerini yaşadım. Düşünün ki her yer moloz ve o şehirde her anlamda ayakta kalmak zorundasınız hem psikolojik hem de bedensel olarak. Belki özel olacak ama düşünün ki en temel ihtiyacınız tuvalet ama yok. Şaka değil düşünün tuvalet yok kaç kez tuvalete girebilmek için kapalı benzin istasyonlarına yalvardım bilmiyorum. İlk günlerde iletişim zordu çünkü altyapı da zarar görmüştü, belli noktalarda telefon dahi çekmiyordu. Yemek gıda gibi ürünler vardı yanımızda sıkıntı çekmedik. Zaten dördüncü gün ile birlikte tüm yardımlar bölgeye ulaştı. Çoğu şey erişilebilir hale geldi. İlk günler arabada yaşadık. İki saatlik uykular, tadınız yok, acıkmıyor susamıyorsunuz çünkü öyle bir ortamda o insanlar ateşin başında yakınlarını beklerken zamanla siz de onlardan biri oluyorsunuz. O ateşlerin başında yayın için oturmadım. Önce insan olarak oturdum. Bir enkaza gittiğimde ilk yaptığım şey ailelere tek tek sarılmak, onlara dokunmak oldu. Bana sarılıp hüngür hüngür ağladı hiç tanımadığım insanlar, kızı için, eşi için, babası için ağlayan insanların gözyaşları ıslattı omuzlarımı, işte bu yüzden benim yayınlarımda pusulam kalbimdi… Kalbim ağrıdı… Enkaz başında onları teselli ederken karanlık yerlere gidip gizli gizli ağladım. Bu acıya yürek dayanmaz, benim de yüreğim dayanmadı herkes gibi, televizyon yalnızca renklerden oluşan bir ekran onu hissedilir ve canlı kılan şey ona verdiğiniz enerji… İnsanlardan öyle güzel yorumlar aldım ki bu süreçte sen bizim evimizin kızısın dedi binlerce tanımadığım insan gerek sosyal medyadan gerek bölgeden… Ben bulunduğum toprakların acısını önce hissettim sonra aktardım. Kimi zaman gözlerim yaşlandı kimi zaman mutluluktan ağladım. Genç bir gazeteci olarak bu deprem felaketi benim için bir dönüm noktası oldu. Acı, gözyaşı, çaresizlik nedir hepsini günlerce hissettim. Enkaz başında su içerken bile tedirgindim, gecelerce o enkazların başında eksi 6 derecelerde yayınlar yaptık… Onların gözlerindeki bakış ömrüm boyunca yüreğimde buruk bir yara olarak kalacak. O enkazların altından çıkan fotoğraflar, günlüklerde yazanlar… Eşyalar hepsinin ruhu vardı. O koltuklarda gülmüşlerdi, yuvaları vardı, hepsi yok oldu onlarla birlikte… Aileler, evler, hayaller yıkıldı aslında. Onlarınki asla kapanmayacak bir yara… Tarifi yok, eşi benzeri yok… Enkaz demek ateş demekti… Aileler enkazın başında üşümesin diye arama kurtarmanın devam ettiği enkazlarda hep ateşler yanardı. Ben de o ailelerle sabaha kadar bekledim, yaşadıkları güzel günleri anlattılar, ağladılar, onlar ağladıkça ben de ağladım ama gizlice, onlara, beni izleyenlere hep umut aşılamaya çalıştım. Umut hep var dedim, buna inandım. Kimileri kurtuldu kimileri melek oldu… Enkazların başındaki ışıklar söndükçe içim sızladı. Ateşi sönen enkaz tamamlanmış demekti. Bu insanlar, bu topraklar yaşayabilecekleri en ağır travmayı yaşadı. Kimi çocuğunu, kimi eşini, kimi tüm ailesini kaybetti. Hayatım boyunca burada yaşadıklarımı unutmayacağım. Günün sonunda bir sürü ailem oldu. Şimdi hepsi benim ailem. Şengül’üm, Sezai abi, Bekir amcam, Mahmut amcam ve ismini sayamayacağım kadar çok pek çok kişi hepsinin tek bir cümlesi var, ‘Sen artık bizim kızımızsın’ işte bu cümlede emin oldum ki ben elimden geleni yaptım ben hem bir insan hem de bir gazeteci olmayı başardım. Allah bu toprakları, vatanımızı bir daha böyle bir acı ile sınamasın… Yaralarımız çok ama hepsini saracağız, unutmayın umut hep var.
Deprem bölgesinde sizi çok etkileyen, unutamadığınız bir olay oldu mu?
Benim için unutulmaz anlardan biri Bekir amcaydı… AKUT ekipleri Tekin Apartmanında çalışma yapıyorlardı. Dinleme yaptıklarını, binadan ses alındığını söyledi. Yedi katlı bir bina bir moloz yığını ve içinde yaşayan bir insan… AKUT ekiplerine enkazın üzerine çıkmak istediğimi söyledim. Bunun güvenli olmadığını söylediler ki haklılardı, ilçe hâlâ şiddetli şekilde sallanıyordu. Onları bir şekilde ikna ettim. Ve kameraman arkadaşım Caner Emre Kınacı ile birlikte yedi katlı bir apartmanın enkazına çıktık. Ekipler harıl harıl çalışıyor. Ses dördüncü katta ve erkek çocuğu olduğu tahmin ediliyor. Bilgileri hızlıca topladım. Dakikalar geçiyor, sonra saatler… Ekipler yaşam koridorundan gitgide ilerliyorlardı. Ve derken o ses, Bekir amcanın sesi… ‘Ben buradayım bana yardım edin’ demiş…O an hızla yayına bağlandık…Bildiğim tek şey aşağıdaki kişinin isminin Bekir olduğu, yaşının 75 olduğuydu…Ama o benim için bir baba, bir eş, bir kardeşti…o enkazda yüzünü bile görmediğim bir insanın kurtulması için dua ettim… O enkazın altında kendi ailemin bir üyesinin olduğunu hayal ettim. Enkazın üzerindeyken defalarca deprem oldu ama gözüm kararmıştı. Tek isteğim ve umudum o yaşlı adamın bu enkazdan çıkmasıydı. Ahmet Hakan’ın programına bağlıydık, saatlerce bağlantıda kaldık, ekiplerin tüm aşamalarını görüntüledik. Cihazlarımızın şarjı bitti, telefonlarla yayına devam ettik. Ve Ahmet Hakan’ın o çağrısı, “Bekir amca çıkmadan uyumayacağız”, işte umut dedim sosyal medyada insanlar Bekir amca için seferber oldu. O gün Türkiye ayaktaydı, herkes Bekir amcayı bekledi. Ve derken o an 71. saat. 3.30’a yaklaşıyor…75 yaşındaki bir adam Bekir amca o molozların arasından sağ çıktı. Hepimiz ağladık. Herkes ağladı o gece. Kendimden geçtim, duygularım hislerim tarifsizdi… Bekir amca depremin sembolü oldu, umudun sembolü oldu. Bekir amca insanlara ben yaşıyorsam, ben kurtulduysam sizin için de umut var dedi hiç farkında olmayarak. Onlar artık benim ikinci ailem. Bekir amca ile ilk kez görüntülü konuştum yine ağladım onu öyle görmek nefes aldığını bilmek tarifsiz, en kısa sürede iyileşecek ve beni çiftlik evinde ağırlayacak. Onlar artık benim ailem. Bekir amcanın çıkarıldığı gece ben yeniden doğdum, saatlerce aralıksız yayın yaptık ama bir nebze olsun yorgun değildim. O gece UMKE çadırında yerde sedyede uyudum. Şunu söyleyeyim. Plastik bir sedyede uyuduğum o uyku benim hayatımın en güzel uykusu oldu.
‘Umudun adı Bekir amca’
Benim için unutulmaz anlardan biri minik Şengül… 6 yaşındaki Şengül benim için umut… O günü çok net hatırlıyorum. Depremin artık beşinci günü geride kalmış, 134. saatlere yaklaşıyoruz. Arama kurtarma çalışmalarını kaçırmamak için enkaza dönen apartmanlarda adeta mekik dokuyoruz, arabada yalnızca iki saat uyuduğumuz uykularla duruyoruz ama öyle bir kuvvet geliyor, öyle bir umut var ki ayakta duruyoruz. Ve o gün. Başka bir enkazda bir çalışma devam ederken kameraman arkadaşıma biraz etrafı gezeceğimi söyledim. Bir yokuş var ve bir ambulans o yokuşa doğru çıkıyor, kalbimin ritmi bir anda hızlandı. Habercilik sezilerime her zaman güvendim ve onların izinden gittim ayaklarım beni ambulansın olduğu yere sürükledi, yokuş yukarı ambulansın peşinden koşmaya başladım, tek başımayım. Ambulans durdu. Altı katlı bir apartman Kardelen Apartmanı, tamamen yerle bir olmuş ağır bir koku. Jandarma, arama kurtarma, madenciler nasıl bir kalabalık. Hemen koşarak enkazın üzerine çıktım, komutanlara ne olduğunu sordum, sesin olduğunu, aşağıdakilerle konuştuklarını söylediler elim ayağıma dolandı, nasıl bir heyecan karmakarışık oldum. İçeride bir baba ve kız çocuğunun olduğunu söylediler. Benim ilk gözyaşlarım işte o an başladı aslında. Hemen kameramanımı aradım ona konum attım ve hemen hızlıca gelmesini söyledim. Dakikalar geçiyor nefesler tutulmuş. Ekipler artık çok yaklaşmışlar. Şunu ifade edeyim, ben onları enkazın altındayken hep hayal ettim…Saçları ne renk, sesi nasıl, gözleri nasıl bakıyor. Ben o molozların altında kalan insanların hayal gücümle resmini çizdim, onlarla duygusal bir bağ kurdum, yakınlarına dokundum, onlara sarıldım, onlara temas ettim. Anlatıyorum ve bir anda sedyeler enkaza çıkmaya başladı, serumlar geliyor bir bir işte sağ olduklarının en büyük kanıtı, bir yandan yayın yaptım bir yandan da dua ediyorum içimden ne olur kurtulsun daha çok küçük ne olur kurtulsun Allahım cümlesini kaç kere içimden geçirdim bilmiyorum. Ve işte o an ekipler minik Şengül’e ulaştı. Onu gördüğüm an her şeyi unuttum. Güçlü olamazdım, insandım. Evet ağladım, evet hüngür hüngür ağladım mutluluktan çünkü minicik bir kız çocuğu, dünya tatlısı, öyle çirkin bir moloz yığınından çıkan bir ışık, bir umuttu Şengül. Elbette haberciyim ama önce insanım. Duygularım var, hislerim var, heyecanlarım var. 134’üncü saatte böyle bir mucizeye tanıklık edip ağlamamak imkânsızdı, o gün tüm Türkiye ağladı ama mutluluktan. Ben de ağladım. Kimi için doğru kimi için yanlış, tek bir gerçek var o da ben bir robot değil kanımla canımla duygumla bir insanım. Şengül de artık benim küçük kız kardeşim.
Özellikle arama kurtarma çalışmalarına da yakından tanık oldunuz siz de bu çalışmalara yardım etmek istediniz mi, çalışmalarda sizin de gözlemlediğiniz eksiklikler var mıydı?
Madenciler, yabancı ülkelerden gelen ekipler. AFAD, AKUT, JAK…hepsi canla başla mücadele etti. Bir gazeteci olarak yapmamız gereken asli görev yapılan çalışmaları en iyi şekilde aktarmaktı. Her birim kendi yöntemleri doğrultusunda elinden gelenin en iyisini yapmaya çalıştı. Zamanla yarış… Can pazarı öylesine bir ortamda elbette ki toplumun eksik gördüğü noktalar olacaktır ancak şunu biliyorum ki oradaki herkes bir nefese ulaşmak için elinden geleni yaptı.
Size göre çalıştığınız, bağlı olduğunuz kurum bu süreci iyi yönetti mi?
Bu süreçte çalıştığım kurumun bir parçası olmaktan bir kez daha gurur duydum. Sahada pek çok gazete ve televizyon kanalı vardı ancak CNN Türk bu süreçte bir fark yarattı. Bu süreçte çalıştığım kanalı çok da izlemeyen insanların bile bizleri izlediğine, bizi tercih ettiğine defalarca şahit oldum. Olayları her an sıcaklığı ve tüm duygusu ile insanlara aktarmayı başardık, sonraki süreçte bölgede insanların ihtiyaçlarını sonuna kadar aktardık. Erişimin kısıtlı olduğu noktalardaki eksiklikleri dile getirdik insanların ihtiyaçlarının karşılanması için elimizden geleni yaptık.
Deprem sonrasında çadır ve konteyner kentlere gittiniz mi? Gittiyseniz bölgede gözlemlediğiniz veya duyduğunuz ne gibi eksiklikler var? İnsanlar yaşamlarını nasıl devam ettirmeye çalışıyorlar?
Bölgede eksiklikler maksimum seviyede giderilmeye çalışılıyor. Oradaki insanların yaşamı elbette kolay değil, düşünün koca evleri, daireleri küçücük bir çadıra, 25 metrekarelik konteynerlere sığdırıyorsunuz, bu hiç kolay bir şey değil. O insanların şu an en çok ihtiyaçları olan şey manevi destek, unutulmamak ve hatırlanmak.
Zaman ayırdığınız için çok teşekkür ederim, son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı?
Son olarak evet bir gazeteciyim ama artık orada kalbine dokunduğum her insan için bir kız kardeş, bir abla, bir evladım. Onlar benim hayatım boyunca unutamayacağım bir yara… Aynı zamanda da bir umut…Bir kez daha hayatını kaybedenlere Allah’tan rahmet diliyorum. Yattıkları yerde huzurla uyusunlar. Bir daha böyle bir felaketi hiç yaşamamak dileğiyle…