Mugira Alsharef: “Bazen öyle bir haber yaparsın ki devletler sessiz kalamaz”
Dilan Yelken, BBC Ortadoğu savaş muhabiri Mugira Alsharef ile savaş ve gazetecilik üzerine bir röportaj gerçekleştirdi.
Haber Üsküdar - Dilan Yelken
Suriye’de yedi yılı aşkın süredir devam eden savaşın tanığı BBC Ortadoğu savaş muhabiri Mugira Alsharef ile savaş ve gazetecilik üzerine konuştuk.
Merhaba, ilk önce kendinizi tanıtır mısınız? Gazeteciliğe nasıl başladınız?
İsmim Mugira Alsharef. Suriye Dera’lıyım. Dera, Suriye’deki olayların Mart 2011 tarihinde başladığı yer. Türkiye’ye 2010’da geldim, yani savaştan önce. Amacım bu alanda çalışmak değildi çünkü aslında futbolcuyum. Türkiye’de devam ettim bir süre futbol oynamaya ama olaylar patlak verince işte ister istemez insan dâhil oluyor. Haberleri takip edip tercümanlık yaparak medyaya bir şekilde dâhil oldum, özellikle de sosyal medya üzerinden. Olaylar başladığında bizim şehirden başladığı için daha çok içindeydik, 2011 ve 2012 yıllarında çok aktiftim, ismim bayağı duyulmuş, benim haberim yok. BBC’de çalışan bir arkadaşımın arkadaşı beni tanıyor ve geliyor bana teklif ediyor, böyle bir iş var, çalışır mısın? Tabii o zaman benim hiç gazetecilikle alakam yoktu, ilgim de yoktu. Tamam, görüşelim dedik, görüştük. Bana dediler Suriye’ye gideceksin bizimle çalışmanı istiyoruz, ben de kabul ettim. Niye? Çünkü olaylara daha çok dahil olmak istiyordum ve Suriye’ye daha önce gitmediğim için bu bana bahane oldu. Değerlendirdim ve kabul ettim, 2012 yılından beri BBC elemanı olarak Suriye ve sınır bölgesinde çalışıyorum.
Sizi savaş muhabiri olarak tanıyoruz. Nedir savaş gazeteciliği? Diğer gazetecilik türlerinden farklı mı? Farklıysa nedir farkı?
Tabii çok farklı, çok ortak yanları da var ama her muhabir savaş bölgesine gidemez, gidebilmek için belirli eğitimler var, onlara katılması gerekiyor. Tabii cesur olması da gerekiyor çünkü savaş bölgesinde muhabir olarak veya yardım elemanı olarak çalışmak kolay bir şey değil. Her taraftan tehdit var, karadan tehdit var, havadan tehdit var, bunları göze alarak yapıyorlar işlerini savaş muhabirleri. Mutlaka çok farklı, çok da kolay bir iş değil.
Savaşın ilk kurbanı gerçeklerdir denir. Gazetecilik açısından bu ne kadar doğrudur? Gazeteciler gerçekleri aktarmakta başarısız mı oluyorlar?
Çok önemli bir soru aslında. Şöyle bir şey var. Savaş bölgesinde durum çok karışık. Her seferinde işini rahat yapamıyorsun, istediğin gibi yapamıyorsun, genel olarak söylüyorum. Meselâ şöyle bir örnek vereyim, bir savaş bölgesine gittiniz, orada bir rejim hakim, orada istediğin haberi yapabilir misin, yapamaz mısın? Bu soru var değil mi, çünkü orada belirli yerlere gitmen gerekiyor, seni bir yere yönlendirirler. Savaş bölgesine girdiniz, kamerayı açtınız, gerçekler kendini zaten gösteriyor, niye, çünkü zaten savaşta ölenler var, sen bunu göstermeye çalışıyorsun. Kamerayı açtığında zaten gerçekler kendi kendine görünüyor. Yani tabii gerçekleri göstermek isterken çok zorluklarla karşılaşıyorsun, meselâ özellikle Suriye gibi bir yerde, Halep’te meselâ bir sürü grup var ve her grup bir bölgeyi kontrol ediyor. Ben bir bölgeden diğerine geçmek için çok çabalıyorum, çok dikkat ediyorum, araştırıyorum, tehlikeli durumlar oluyor çünkü. Ben Salih’ten Muhammed’e geçeceğim ama Muhammed’de ayrı bir grup var, o yüzden çok dikkat etmem lazım. Yani dediğim gibi, savaş bölgesinde diğer sakin bölgelerde olduğu şekilde haber yapamıyorsun.
Savaş muhabirleri genelde taraflı olmakla suçlanır. Bu suçlama haklı bir suçlama mıdır, size böyle bir suçlama yöneltilse ne cevap verirdiniz?
Sadece savaş muhabirleri değil, hiçbir gazeteci taraf olmamalıdır. Muhabir dediğimiz tarafsız olacak, gazetecilik bunu gerektirir. Tarafsızlık çok ama çok önemlidir. BBC elemanı olarak hiçbir zaman taraflı olmadım, BBC için genelde konuşabilirim, taraflı olmadık, çünkü bu haberciliğin temel ilkelerinden birisi. Ama Suriye gibi bir yerde çalıştığınız zaman taraflı olduğunuza ya da gerçekleri yansıtmadığınıza dair suçlamalarla karşılaşacaksınız. Ben ve ekibim diğer kanallar ve gazeteciler gibi bu tarz suçlamalarla karşılaştık. Ama tabii insanlar orada çok farklı düşünüyor, yedi yıldır devam eden bir savaş var, insanların psikolojileri çok bozuk ve beklentileri çok farklı. Çoğu insan gazetecileri karar sahibi sanıyor, yani sen geliyorsun haberini yapacaksın, çıktığında da buradaki durumu değiştireceksin, çoğu insan böyle düşünüyor, özellikle de savaş bölgesindeki insanlar. Meselâ İdlib’de bir kere çekim yaparken geldiler bana, dediler ki siz niye haber yapıyorsunuz, madem bir şey değişmeyecek, durum iyileşmeyecek, niye haber yapıyorsunuz? Biz de diyoruz ki bizim görevimiz burada olan her şeyi dışarıya yansıtmak. BM, büyük devletler vs. bunlar nasıl reaksiyon gösterirler bu bizi ilgilendirmez. Biz savaş bölgesindeki durumları değiştiremeyiz. Tabii şöyle bir şey de var, bazen öyle bir haber yaparsın ki çok yankı bulur ve devletler sessiz kalamaz. Meselâ 2013’te bir haber yaptık, belgesel şeklinde. Çok mühim bir etki yaptı, haber konuşuldu, konu kimyasal silahtı ve bazı tepkiler de verildi. Bu aslında muhabirliğin önemli bir kısmı yani az da olsa bazen bir şeylerin değişmesine vesile olabiliyorsun ama bunu karşıdaki insana umut olarak veremezsin. Ben işimi yaparım, olur mu olmaz mı bilmiyorum ama benim umudum, olsun.
Taraf olmamak çocukların öldürüldüğü bir ortamda zor değil mi? Zalim mazlum kavramları devreye giriyor, nasıl tarafsız oluyorsunuz?
İşte bunu anlatmaya çalışıyorum zaten. Savaş bölgesinde taraf olmanıza gerek yok, olmamalısınız. Ben şunu çok yaşadım, bir yere gidiyorum, bomba düşüyor, çekiyorum. Suriye sahasında 2015’e kadar yani Rusya Suriye’ye girmeden önce sadece rejimin uçakları uçuyordu. O bomba kimden düşmüş olabilir? Suriye hava sahasında o zaman onlardan başkası uçamıyordu değil mi, koalisyonun ve Rusya’nın dahil olmasına kadar. O yüzden ben haberi yaparken şunu söyleyebilirim, bomba Suriye savaş uçaklarından düştü, bunu diyebilirim rahat bir şekilde. Bunu herkes biliyor zaten ve tespit eden insanlar da var ama 2015’ten sonra çok şey değişti. Artık koalisyon uçakları, Amerika, Rusya şu bu derken çok karıştı. Aslında bölgeye göre çıkarabiliyorsun yine kimin bombasının düştüğünü. Yani şunu anlatmaya çalışıyorum, taraflı olmana gerek yok, çünkü gidip olayları olduğu gibi gösterdiğinde insanlar anlıyor. Bir bombanın düştüğünde yaptığı şeyleri çekince orada fazladan bir şey söylememe gerek kalmıyor. Bomba düştü, insanlar öldü, yaralılar var, hastanelere gittim, takip ettim, çektim vs. Böyle zamanlarda olaya duygusal ve insani yaklaşmak gerekir, taraflı değil. Taraflı olmak hiçbir zaman bana insani gelmemiştir. Hastaneye giderim meselâ, orada bir çocuk var onun adını alırım, yaşını sorarım, ailesi ile ilgili bilgi toplarım. Bunu servis ettiğim zaman benim kanaatim çok büyük bir yankı bulacak ve insanlar savaşı anlayacak. O yüzden taraflı olmaya gerek yok, olanı gösterin ve çekilin.
Türkiye’nin Suriye’deki operasyonunu gazetecilik açısından nasıl değerlendiriyorsunuz? Gazeteciler toplumu doğru bilgilendirme konusunda başarılı mı?
Yedi yıldır savaşın ortasında olan bir gazeteci olarak şunu söyleyebilirim. Türkiye’nin Suriye’ye girmeye hakkı var yani ben haklı buluyorum, çünkü niye? Orada bir sınır krizi var, terör tehdidi var. Mülteci konusu ayrı bir konu, yani Türkiye’de 3,5 milyon Suriyeli mülteci var. En önemlisi terör tehdidi. Sınırdan kimliği belirsiz bir sürü insan giriyordu, şimdilerde daha sıkı bir güvenlik olsa da önceden böyle değildi. Türkiye girdikten sonra da bir sürü haber yazıldı sivillerle ilgili tutumuna ilişkin. Bu yedi yılda kaç ülke girdi Suriye’ye? Say say bitmez. Türkiye en son giren ülke oldu, halbuki herkesten önce girmeye hakkı vardı komşu olduğu için ve terör tehdidi olduğu için. Benim 2011’den bu yana sivillerle ilgili gördüğüm şey şu, kimse Türkiye kadar hassasiyet göstermiyor. Aksini söyleyen haberler çıktı ve çoğu zaman haberlerin doğru olmadığı kanıtlandı. Siviller konusunda benim kanaatim, keşke herkes Türkiye kadar hassas olsa ve o kadar insan yaşamını yitirmese. Örnek olarak, Rakka’da Rusya’nın bombaladığı yerlerde çok sivil ölüyor, bunu BM de söylüyor, herkes biliyor. Temennim bütün ülkelerin siviller konusunda Türkiye kadar hassas olması.
Hep alanda olan bir gazetecisiniz, yaşadığınız çarpıcı olayları bizimle paylaşır mısınız?
Suriye’de kaldığım dönem çok uzun bir dönem, beş altı yıldan bahsediyoruz. Çok etkilendiğim olaylar yaşadığımı söyleyebilirim. 2012’de meselâ Halep’teki olayların başladığı yıl, Şear diye bir mahalledeyiz, orada hastane var, Şifa hastanesi, pek çok saldırıya maruz kalan bir hastanedir ve en sonunda yıkıldı. Biz hastaneye girdik ekip olarak, haber yapacağız, tabii o zaman rejimin savaş uçaklarıyla saldırdığı ilk günler. Hastaneye gittik, sayamadığım kadar çok yaralı geliyor, yirmi ya da yirmi beş dakika içerisinde otuzdan fazla yaralı girdi, yani dakika başı diyebilirsin. Buraya kadar dayanıyorum, çekiyorum, aynı zamanda ekibin tercümanı olduğum için tercümanlık da yapıyorum ama bir yerden sonra dayanamaz hale geldim. Çok az doktor vardı ve doktorlar hastaların birini alıyor masaya, kurtarmayı deniyorlar olmuyor, alın bunu diye ittirip diğerine bakıyor, o kadar seri yapıyorlar ki bunu, doktorların o halini unutamıyorum. Tabii doktorun da yapabileceği bir şey yok. Sonra yavaş yavaş ortalık sakinleşmeye başladı, akşama doğru rejim uçakları çekilmeye başladı. Hastaneden çıktım, akşamüstü güneş batmaya başladı, hastanenin hemen önünde bir çocuk yatıyor, 3 ya da 4 yaşında bir çocuk. Kan içinde, ölüyor, oraya öylece bırakıldı. Bekliyorlar ki kendi ailesi gelsin alsın ama ailesi ortada yok. Biz tabii oradan ayrılmak zorunda kaldık, ayrıldığımızda o çocuk hâlâ oradaydı, bu da beni çok etkiledi. Çok etkilendiğim başka bir olayı da 2013’te kimyasal silah saldırısı olduğunda yaşadım. Ben saldırının olduğu okula en yakın hastanedeydim. Birden bir sürü ambulans sesiyle birlikte içeriye yanık çocuklar getirdiler, ortalık cehenneme döndü. Öyle bir koku var ki anlatamam! O anları unutamıyorsunuz. O anda çekimi falan bıraktım, maskeyi takıp yardım etmeye başladım. İnsanları taşıdık, yıkadık. O gün içlerinden biri, Siham adında bir kız çocuğu, onu Ankara’ya tedavi ettirmeye getirdik, haftalarca ilgilendik. Vücudunun yüzde 70’i yanıktı ama iyiye gidiyordu, bir gün ansızın babasından Siham’ın ölüm haberini aldım. Bu olayları unutmaya çalışırken bugünlerde Guta’da aynı silahlar kullanıldı ve aynı manzaralarla karşılaştık. İşte unutmaya çalışırsın ama her zaman hatırlarsın.
Eşiniz de savaş gazetecisi. Eşinizin savaş bölgesinde muhabir olması sizi tedirgin eder mi? Savaş gazeteciliği kadınlar için uygun bir meslek değil diyenler ne kadar haklı? Eşinizin savaş gazetecisi olmamasını tercih eder miydiniz?
Tedirgin ediyor, olmamasını ister miydim? İsterdim. Yağmur’un savaş bölgesine gitmesini kesinlikle istemem, ama aynı zamanda bu işi yaptığı için onunla gurur duyuyorum, kolay bir iş değil. Kadın bu işi yaptığı zaman erkeğin yaptığından farklı olur, çünkü kadın daha çok ses getirir. Savaş bölgesine giden çok az kadından birisi benim eşim, bu yüzden onu tebrik ediyorum ama tebrik ederken de vazgeç diyorum. Çok karışık bir duygu. Kadınlar gitsin mi gitmesin mi konusuna gelirsek, bence kadına, ailesine, bölgeye bağlı bir durum. Bunları göz önünde bulundurarak yapsın. Kadın için de erkek için de aslında şöyle diyebiliriz, savaş bölgesine girmek istediğinde o bölgenin her şeyini çok iyi araştırıp girmesi gerekiyor. Çok çok detaylı bilgilere ulaşacak kadar araştırması lazım, eskort olarak doğru adamı seçmesi lazım, yoksa doğrudan ölüme gitmiş olursun.