Bahadır Selim Dilek: Gazeteci, başbakanı sorgulama hakkını kendinde gören kişidir
18.12.2020 20:59

Bahadır Selim Dilek: Gazeteci, başbakanı sorgulama hakkını kendinde gören kişidir


Haber Üsküdar-Merve Şişman ve Abdullah Şaşkın

Üsküdar Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü tarafından düzenlenen Dijital Haber Atölyesi eğitimlerinin beşincisi gerçekleştirildi. Moderatörlüğünü Dr. Öğr. Üyesi Eren Ekin Ercan’ın üstlendiği "Söyleşi Üzerine" başlıklı etkinliğe gazeteci Bahadır Selim Dilek konuk oldu.

Üsküdar Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü tarafından öğrencilerin pratik yapmalarını teşvik etmek amacıyla düzenlenen Haber Atölyesi eğitimlerinde bu hafta "söyleşi" konusu ele alındı. Uzun yıllar gazetecilik yapan ve çok sayıda kişi ile söyleşiler gerçekleştiren Bahadır Selim Dilek, mesleğe ilişkin tecrübelerini öğrencilerle paylaştı.

Dolu dolu bir gazetecilik yaşamı

Etkinliğin moderatörlüğünü yapan Dr. Öğr. Üyesi Eren Ekin Ercan, gazeteci Bahadır Selim Dilek’i şu tanıtarak söyleşiyi başlattı: "Bahadır Selim Dilek, 1968 yılında Ankara’da doğdu. Daha sonrasında Özel İnal Ertekin İlkokulu'nu bitirdi. Lise eğitimini Bursa Anadolu Lisesi’nde, üniversite eğitimini ise Ankara Üniversitesi Basın Yayın Yüksekokulu’nda tamamladı. Gazeteciliğe 1991 yılında Cumhuriyet gazetesinde başladı. Akşam, Tercüman ve Cumhuriyet’te dış politika muhabiri ve yazar olarak çalıştı. Yakın zamanda Cumhuriyet gazetesinden emekli oldu. Dış haber muhabirliği uzmanlık alanıdır. 1994-1995 yılları arasında Bosna Savaşı sırasında Saraybosna’da görev aldı. 1999’daki NATO operasyonu sırasında Kosova’da, ABD’nin Sonsuz Özgürlük operasyonu sırasında Afganistan’da, ABD işgali öncesinde ve sonrasında Irak’ta görev yaptı. 2004'te KKTC ve Güney Kıbrıs Rum Kesimi'nde yapılan Annan Planı halk oylamasını takip etti. 2006'da İsrail’deki Yaz Yağmurları operasyonu sırasında Lübnan’da çalıştı. 2011-2014 yılları arasında Arap Baharı olarak tanımladığımız olayları izlemek üzere Mısır, Tunus, Libya ve Suriye’de bulundu. Onun dışında TRT Türkiye’nin Sesi Radyosu'nda 'Değişen Dünya ve Türkiye', 'Diplomasi Gündemi' programlarının yapımcılığını üstlendi. Yine TRT Ankara Radyosu'nda, 'Tarih ve Strateji ile Gündem' programlarına yorumcu olarak katıldı. 2008'de 'Küresel Tuzak Ilımlı İslam' kitabını yayımladı. Bu kitabı ile Çağdaş Gazeteciler Derneği'nin 2008 Yılı Başarılı Gazeteciler-Uğur Mumcu Araştırmacı Gazetecilik Ödülü'nü aldı. En son yazdığı kitap 2018 yılında çıkan 'Suriye’nin Göçü' kitabıdır. Onun dışında 2006-2012 yılları arasında Uğur Mumcu Araştırmacı Gazetecilik Vakfı’nda dış politika haberciliği ve yazı dizisi dersleri verdi. 2016 yılında emekli oldu. Şimdi de serbest gazeteci, yazar, yorumcu ve araştırmacı olarak hayatına devam ediyor.”

Bahadır Selim Dilek gazeteciliğe başlama serüvenini anlattı

Moderatör Dr. Öğr. Üyesi Eren Ekin Ercan'ın yönelttiği "Gazeteciliği niye seçtin?" sorusunu, Bahadır Selim Dilek şöyle cevaplandırdı: “Aslında bakarsanız çok ilginç oldu. İlkokul beşinci sınıftaydım. O zaman Emine Demirel adında bir öğretmenim vardı. Ben ilkokul 5’te iken İsrail ve Mısır arasında Camp David Anlaşması'nın imzalandığı gün, öğretmenim sınıfa geldi ve büyük bir sevinçle Ortadoğu’da barış olacağını, İsrail ve Mısır’ın anlaştığını söyledi. Bizlere uzun uzun anlattı. Hocamız Enver Sedat için, 'Adam canını cebine koydu. Bu anlaşmaları imzaladı' dedi. Biz ilkokul beşinci sınıftayken her sabah güncel gelişmeleri konuşuyorduk. Hocalarımız bize güncel gelişmeleri aktarıyordu. Az evvel aktardığım, hocamızın Enver Sedat hakkında söylediği bu sözü benim çok dikkatimi çekti. İşte ben o an, 'bu işi yapmak istiyorum' dedim. Madem bu kadar önemli bir iştir, Emine hocamı da bu kadar heyecanlandırıyorsa bu işi yapmam gerektiğini düşündüm. Gazeteci olduktan sonra da 'dış politika ve dünya işleri ile ilgileneceğim' dedim. Lise çağı boyunca da aklımda hep gazetecilik vardı. Ama orada şöyle bir problem var; 'Gazeteci olmak için ne yapmanız gerekiyor?' Bursa Anadolu Lisesi mezunuyum. Fakat edebiyat bölümünden mezun değilim mesela. Çünkü o dönem anadolu liselerinin edebiyat bölümü açması ayıp karşılanıyordu. O okullardan mezun olan çocuklar mühendis falan oluyorlardı. Avukat olmalarına, hukuk fakültesine gitmelerine bile biraz burun kıvırıyorlardı. Benim inadım gazeteci olma yönündeydi. Bu işin nasıl olabileceğini biraz araştırdım ve öğrendim.

Gazeteciliğe stajyer olarak başladı

Ankara Üniversitesi Basın Yayın Yüksek Okulu o zamanlar Siyasal Bilgiler Fakültesi'ne bağlıydı. Basın Yayın Yüksekokulu'na girdim. Girdikten sonra hayalini kurduğum gibi bir ortam olmadığını fark ettim. Basın camiası başka bir şey. Bunu kelimelerle anlatmak çok mümkün değil. Başka bir dünya. İnsanlar orada paralel evrende yaşıyorlar. Bunu fark ettim ama geri dönüşü de olmadı benim için. Ben bu yola adım attım ve bu yolda yürüyecektim. 1991’de Cumhuriyet gazetesinde stajyer olarak başladım. Ondan sonra da devam ettim. ‘Neden gazeteciler paralel evrende yaşıyorlardı?’ diye düşünecek olursanız şunu da söylemem lazım. 1991 yılında henüz cep telefonu ve internet yoktu. Özel televizyonlar yeni yeni ortaya çıkıyordu. Toplamda da çalışabileceğiniz 16 gazete vardı. Bunun dışında başka bir alan yoktu zaten. Bu kadar dar ve rekabetin bol olduğu bir ortamda tutunmak için açıkçası insanüstü bir gayret sarf etmeniz lazımdı. Bu da insanı günlük yaşam rutinlerinden kopartıyor. Gazeteler üzerinden dünyayı algılamak, bir gün öncesinden dünyayı algılamak anlamına geliyor. İşin basım tarafındasınız çünkü. Bugün 17 Aralık ise yaşadıklarımızı 18 Aralık'ta görüyoruz. Mesleği, o paralel evreni, insanları anlamak çok zor geldi. Çünkü haber toplantısında konuşulduğu zaman, kendi kendime 'Ya bu insanların hepsi yalancı ya da zır deli' derdim. Çünkü o dönemin Cumhurbaşkanı Turgut Özal’dan öyle bir bahsediyorlardı ki arkadaşları zannedersiniz. Fakat sonra bunun mesleğin rutini olduğunu fark ettim. Siz kamu adına devleti, sistemi, hükümeti denetliyorsunuz. Bunu hazmetmek çok kolay değil ama bunu başarmışlardı insanlar. Gazeteciliğin inanılmaz bir meslek olduğunu düşünmüştüm, çünkü başbakanı sorgulama hakkını kendinizde görüyorsunuz. Bu çok ilginç bir şey aslında. Bu kolay bir şey değil. Bugün için arkadaşların kafasında soru işaretleri olabilir. Ben bir gün akşamüstü ofisimde oturuyordum, dönemin Başbakanı Bülent Ecevit açıklama yapacaktı. Onun açıklama yapmasından yaklaşık yarım saat önce asgari ücret açıklandı. Çok düşüktü. Ben çok kızdım kendi kendime, 'sosyal demokrat bir hükümet asgari ücreti nasıl olur da düşük yapar' dedim. O dönem için Ecevit’in kullandığı, 'İçime sindi sinmedi' sözü çok geçerliydi. Ecevit geldi ve basın toplantısı başlamıştı. El kaldırdım ve 'Sayın Başbakan, bu asgari ücret içinize sindi mi?' dedim. Ecevit, o zamanki naifliği, bilgeliği ve devlet adamı kimliği ile gerçekten çok samimi bir şekilde, 'İçime sinmedi ama elimizden gelen bu' demişti. Aslında biraz da üzülmüştüm yani. Bu naif kişiliğine karşılık böyle bir sert soru sormuştum. Fakat bu cümle bile içimi çok rahatlattı. Asgari ücretle geçinen insanların hakkını ve hukukunu sorgulayabilme yetkisine sahip olmak insana keyifli bir güç veriyor.”

"Dünyaya karşı bir duruşunuz olması gerekiyor”

Dr. Eren Ekin Ercan tarafından kendisine yöneltilen, "Dış politika muhabirliğine nasıl yöneldin? Çalıştığın kurum mu seni bu alana yönlendirdi?" sorusunu gazeteci Bahadır Selim Dilek siyasi tarihe de değinerek şu şekilde yanıtladı: “Aslında bu işler şans ve tesadüfler üzerine kurulu. İngilizceniz varsa ya da İngilizceniz kendisini kurtarıyorsa, biraz da dünyaya meraklıysanız sizi zaten çalıştığınız gazete yönlendiriyor. Dış politika dediğimiz zaman dikkat çeken bir noktadan bahsedeceğim. Dış politika çok fazla okuma ve dosya bilgisi gerektiren bir alan. ‘Ben dış politika muhabiri oldum’ deyip işin içine giremiyorsunuz hemen. Oturup ciddi ciddi okuma yapmanız gerekiyor. Çünkü dış politika dediğiniz zaman siyasi tarihten başlar, güncel tarihe kadar olan siyasal gelişmeleri ele alır ve inceler. Bugün dış politikada yaşadığımız gelişmeleri eğer dikkatlice incelerseniz 19. yüzyıla kadar uzanabiliyor. O yüzden siz çok iyi siyasi tarih bileceksiniz. Olaylar içerisinde neden-sonuç ilişkisini sağlıklı bir şekilde kuracaksınız ve bunların ayrıntılarını bileceksiniz. Ayrıntısını bilmeden yaptığınız işin çok bir anlamı kalmaz. Kıbrıs’tan örnek verebilirim buna. Kıbrıs meselesinin ortaya çıkışını, genelde İngilizlerin adayı bırakmak istemesine bağlarlar. Ama aslında Kıbrıs meselesinin ortaya çıkışı da Kıbrıs’ın kiralandığı döneme kadar gider. Uluslararası hukuka da aşina olacaksınız ki bir önceki sahibinin ada üzerinde hakkı olduğunu söyleyebilsin. Aynı zamanda dosya ayrıntılarını da, coğrafyayı da, tarih ve antropolojiyi de bilmeniz gerekiyor. Dinler Tarihi bilmeden Ortadoğu'yu anlayamazsınız. Bütün bunlardan başka, daha da önemlisi sizin dünyaya karşı duruşunuz olması gerekiyor. Bu duruşunuz olmadıktan sonra neyi biliyorsanız bilin, kuru bir bilgi olmaktan başka bir şeye dönüşemez. Kıbrıs’a ilişkin gelişmeleri yazacağınız zaman, bir noktada duracaksınız ki yazdıklarınız bir anlam ifade etsin. Ya da Türkiye-AB ilişkilerini bilmeniz yetmez. Sizin bir duruşunuz olacak. Gelişmeleri o duruşa göre kaleme alacaksınız.”

  

“Çocuklar üzerinden bir kara propaganda işletiliyor”

Muhabir olarak görev yaptığı yıllarda çektiği fotoğraflar üzerinden gazeteciliğe ilişkin tecrübelerini aktaran Bahadır Selim Dilek, dış haberciliğin kan donduran taraflarına da değinerek yaşadığı bir olayı şu sözlerle ifade etti: “Bir gece kaldığım otelin kapısı çalındı. Gece 2-3 sularıydı. Kapıda dört tane Hizbullah militanı vardı. Elleri silahlıydı. Tabii çok korkmuştum. Sizi isteseler vururlardı ve yapabileceğiniz bir şey yoktu. Kapıdakiler, ‘Bizimle geliyorsun’ dediler. Ben de, ‘Niye sizinle geleceğim?’ diye sordum. ‘İsrail operasyon yaptı. Kana'yı vurdu. Kana'da çocuklar öldü. Dolayısıyla sen de bizimle geleceksin ve bu saldırıyı yazacaksın’ dediler. Hayır deme şansım yoktu. Onayladım ve bir arabaya bindik. Beyrut’tan, Lübnan’ın güneyine Kana'ya geldik. Gerçekten bir tane ev vurulmuştu. Vurulan evde otuza yakın çocuk ölmüştü, herkes ağlıyordu. Mezarlar kazmışlardı ve aileler çocuklarını mezarlara gömüyorlardı. İnanılmaz bir manzaraydı. Kelimelerle anlatılamazdı ve o an sanki yaşadığınız dünyada değil de başka bir dünyadasınız. O kadar berbat bir şey ki kan kokusu, ceset kokusu... Ölmüş çocuklar, ağlayan aileler vardı. Fakat bir gariplik vardı. 'Bir insan çocuğu öldüğü zaman kameralara çok rahat poz veremez' diye düşündüm. 'İş medyatikleştirilemez' diye düşündüm ama sonuçta ortada bir haber vardı ve bu haberin yazılması lazımdı. İstanbul’u aradım ve durumu anlattım. Onlar da ajanslardan duymuşlardı zaten. 'Sen haberi yaz, biz yayımlarız' dediler. Haberi yazdım ve Beyrut’a döndüm. Haberi yazdım ama bir tuhaflık vardı. İçim rahat etmiyordu. Orada olmaması gereken bir şeyi görmüştüm. Ertesi gün atladım arabaya ve geri gittim. Yıkılmış bir eve gittim. Sağ üstteki fotoğrafta görüyorsunuz, çocuğu kucağında tutan anne, sürekli ağlıyordu, yanına gittim ve ‘niye ağlıyorsunuz?’ diye sordum. ‘Kızım öldü’ cevabını verdi annesi. Saldırının ayrıntılarını sormuştum ama kadın anlatmak istemedi. Biraz zorlayınca kayınpederi geldi ve olayı anlatmaya başladı. Kayınpederi, ‘Akşam burada düğüne gelmiştik. Bu çocukları Hizbullah alıp o eve götürdü. Aileler düğüne gitsin dedi ve bizim çocuklarımız Kassam füzelerinin olduğu evde tutuldular. İsrail’in o gece, o evi vuracağı biliniyordu. Bu bilgiyi Hizbullah’ın bu işleri yürüten adamları, İsrail’e sızdırmış. Yani o çocukları Hizbullah, isteyerek ve bilerek vurdurdu. 28 çocuk sesini çıkaramadan hayatını kaybetti’ diye anlattı. Ben inanamamıştım duyduklarıma. Kara propaganda denen şeye zemin hazırlamak için klasik bir Ortadoğu davranışı gösteriyorlar. Ortadoğu’da maalesef bu işler böyle. İnsan hayatının çok önemi yok. Çocuklar üzerinden bir kara propaganda işletiliyor. Birçok insan bunu yadırgamıyordu. Çünkü bu olaylar onlar için o kadar olağan ki kara propaganda yapılması için çocukların öldürülmesi çok normal karşılanıyor. Bizim bunu kabul etmemiz ve bunu anlamamız mümkün değil. Bunları dönünce yazmıştım. Kahramanlık yapmaya gerek yoktu. En fazla ödül verirler sonra unutulur gidersiniz. Bütün kahramanlıkların da geçerli olduğunu sanmıyorum.” 

Öğrencilerden gelen sorular yanıtlandı

Etkinlik, öğrenciler tarafından gazeteci Bahadır Selim Dilek'e yöneltilen soruların cevaplandırılmasının ardından son buldu.