Gazeteci Buse Deviren: Bir keresinde 12 saat yayında kaldım
Gazeteci Buse Deviren ile deprem sürecini konuştuk.
Röportaj: Nehir Türkay
Ülkemizi derinden etkileyen Kahramanmaraş merkezli 7.7 ve 7.6’lık iki büyük depremin yaraları sarılmaya devam ederken acısı ve etkileri hala taze. Asrın felaketi olarak da nitelendirilen şiddetli depremler sonrası yıkımın yaşandığı başta Kahramanmaraş, Adıyaman, Malatya, Hatay, Şanlıurfa, Gaziantep, Osmaniye, Diyarbakır, Adana’nın yanı sıra çevre iller ile Suriye de depremde hasar gördü. CNN Türk muhabiri Buse Deviren de bölgede olan bitenleri süreç içerisinde bize aktaran muhabirler arasındaydı. Zorlu koşulları göz ardı ederek çalışan Buse Deviren ile asrın felaketi hakkında konuştuk.
Kendinizden biraz bahseder misiniz? Neden muhabir olmayı seçtiniz, nasıl karar verdiniz?
Aydın Doğan Anadolu İletişim Meslek Lisesi’nde Radyo Televizyon bölümünde okudum. İlk aşamada muhabir olmak gibi bir düşüncem yoktu, üniversiteye kadar yönetmenlik istiyordum. Okuduğum lise o dönem Doğan Medya Grubu’na, şu anki Demirören Medya’ya bağlıydı; bünyesinde barındırdığı öğrencileri son sene staja gönderiyordu. Kanal D’de staja başladım, teknik bölümde. Yönetmen yardımcılığı yaptım, rejiyi deneyimledim, KJ operatörlüğü gibi işlerde bulundum. Üniversitede televizyon programlarından ziyade haber programları ilgimi çekti. Bu alanda çalışmak istediğimi düşündüm. İkinci sınıfta Ferhat Boratav hocalarımdan biriydi, haber yazmayı ben ondan öğrendim. Daha sonra staj yapmamda bana destek oldu. Sonra insanlar bana neden kamera arkası istiyorsun ki, kamera önünü bir deneyimle gibi söylemlerde bulunuyorlardı. Bir de artık görsel medyanın daha revaçta olduğu bir dönemdeyiz, televizyon ve dijital medya daha ön planda. Ben de tamam bir deneyeyim dedim. İşte muhabirlerle birlikte haber yaptık. Onlar anons çekti, ben anons çekmeyi öğrendim. Benim dönemimde gazeteciliğin ve görsel medyanın tamamen televizyona döndüğünü hissettiğim için muhabir olmaya, televizyon gazeteciliği yapmaya karar verdim.
Depremde hangi ilde görev yaptınız, ilk izlenimleriniz neler?
Ben Antakya’daydım. Üçüncü gün gittim, on beş gün boyunca Antakya’da kaldım. Kahramanmaraş merkezli olduğu için deprem herkes oranın çok kötü olduğunu düşünüyordu. Ama sonrasında Hatay’ın ve Adıyaman’ın da çok kötü olduğu anlaşıldı. Bu arada ben Hatay, Antakyalıyım. Daha önce bulunduğum, bildiğim bir yer. Şunu söyleyeyim sana, Antakya diye bir yer değil de tamamen sıfırdan inşa edilecek bir alan var.
Bölgeye giderken nelere dikkat ettiniz, neye önem verdiniz?
Zaten gazetecilikte soğuk bölgeye gidiyorsan da sıcak bölgeye gidiyorsan da afete giderken giyindiğin kıyafetlerin hemen hemen tamamı outdoor. Biz bölgeye gittik ama biraz apar topar oldu, sağ olsun İstanbul’daki arkadaşlarımız gönderdiler. Meselâ ben kat kat giyiniyordum çünkü gecesi de çok soğuk oluyor Hatay’ın. Birinci öncelik şartlara uygun kıyafet çok önemli. İkincisi tabii yayınlara bağlandığın için telefonun şarj olması gerekiyor. Telefonun çeken bir yerde olması çok önemli. Bizim de 3G cihazlarımız var, telefon gibi onların da çekmesi gerekiyor. Ekipmanların bataryalarının sürekli dolu olması lazım. Aslında baktığında powerbank hayat kurtaran bir şey afet bölgesinde. Biz buna çok önem verdik.
Arama kurtarma çalışmalarına katıldınız mı?
Profesyonel ekipler her zaman bu anlamda daha doğru. Çünkü senin orada verebileceğin bir reaksiyon, yanlış bir hareket aslında birinin hayatına mal olabilir ya da senin de hayatına mal olabilir. Sürekli depremler devam ediyor. O kalabalıkta kimseye ayak bağı olmak istemiyorsun. Zaten inan bana hiç boş zamanımız kalmadı. Sürekli yayın verdik. Dolayısıyla hayır katılmadım.
Haberleri yaparken nelere dikkat ettiniz? Neyi öncelikli tuttunuz?
Bizim yayın politikamız gerçekten insanları üzmek, yıpratmak değildi. Zaten Türkiye çok ciddi büyük bir sınavdan geçti. Herkes çok üzüldü. Dolayısıyla dramatik bir şey yaratmak amacımız değildi hiçbir zaman. Sağduyu çok önemli bir durumdu ve süreci bence çok profesyonel yönettik diye düşünüyorum. Olması gerekeni yansıttık aslında; hakikaten biz de diğer sahadaki muhabir arkadaşlarım da öyle. Herkes samimi ve içten duygularıyla verdi söylemek istediği her şeyi. Gerçekten mutluluğu, sevinci, hüznü oradaki her şeyi yani. Ama bu hüznü dramatize ederek değil ya da mutluluğu abartarak değil. Eksik neyse onu da söyledik her zaman. Meselâ sahada ben defalarca hijyen kitlerinin olması gerektiğini, seyyar tuvaletlerin olması gerektiğini söyledim. Ama orada insanlara yemek dağıtılırken, aş evleri olurken hayır burada aş evi yok demek de doğru olmazdı. Ki her birimizin yayınları neticesinde eksik ne ise o eksik giderildi. Yayınlarımız fayda sağladı.
Yayında en uzun ne kadar kaldınız?
Çok uzun süreli yayınlar yaptık. Bir kere 12 saat yayında kaldığım oldu. Yoruluyorsun falan ama belli etmiyorsun orada insanları görünce. Tarihi açıdan da çok kuvvetli şehirler ve birçok tarihi yapı da zarar gördü. Tabii buna şahit olmak da çok üzücü. Bir yandan yıkılan bir şehir, yıkılan hayatlar var ama bir yandan da rasyonel davranmak zorundayız çünkü insanlar izliyor. Yayın politikamız hep şuydu, sağduyuyla yaklaşacağız. Zaten insanların çok fazla acısı var, insanları daha fazla üzmeyeceğiz. Biz kimsenin ağlamasını istemiyoruz. İnsanları o halde vermek bir şey değil. Birlikteyiz, güçlüyüz ve bunu başaracağız, birlikte aşacağız. Keza öyle de oldu. Orada güçlü bir birlik beraberliğin olduğunu söyleyebilirim.
Unutamadığınız anlardan bahseder misiniz?
Gördüğüm enkazların hepsi kâğıt gibi olmuş enkazlar ve oradan bir canlının çıkma ihtimaline akıl erdiremiyorsun, bu kadar uzun süre bu kadar zor şartlar altında. Birincisi çok soğuktu orası ama orada uzmanlarla, doktorlarla konuştuk. Onlar soğuğun olmasının su kaybı açısından bir avantaj olduğunu söylediler. Sonra ilk canlı çıktığında, enkazın altından Hikmet çıktı. Mesela Hikmet’i hiç unutamıyorum. Şu anda da iyi zaten. Onu kurtaran kişi ile de çok sık görüşüyorum. Hikmet inşaat mühendisiydi, anne babasını kaybetti. Biz o akşam enkazların etrafında geziyoruz, bakıyoruz. Çünkü çalışmalar devam ediyor. Ses ya da ısı alınan yerlerde daha da yoğundu çalışmalar. İşte bir canlı çıkacak, canlı çıkışı olabilir dedikleri yere gittik. 600 Evler’di gittiğimiz yer de. Sabah saat 9’da yayını bıraktığımı hatırlıyorum. Artık Hikmet’in 12-13 saat boyunca çıkarılmaya çalışıldığını hatırlıyorum. Çok zordu. Olduğu kattan alt kata düşmüştü ama bilinci açıktı. Bilinci açık olduğu ve konuşabildiği için bulunduğu yeri tarif etti. İşte ben alt kattayım, kendi evimde değilim diyerek tarif etti. 30 yaşındaydı bu arada. Anne babasını kaybetti, beraber yaşıyorlardı. Gönüllü bir ekip buldu onu da. Gönüllüydü çalışan kişiler. Hala görüşüyorum Mustafa ile. Mustafa onu kurtaran kişi. Hakikaten çok uğraştı onu çıkartabilmek için. Mustafa ona aşağıdayken sesleniyordu, duyuyorduk. Çıkınca sana sarılacağım, az daha sabret birbirimize sarılacağız diyordu. Sonunda çıkardılar Hikmet’i ambulansa koydular. Mustafa girdi yanına, sarıldı ona. 12 saat sürmüştü, ilk günümdü.
Orada bulunan biri olarak yapılan yardımları, bölgedeki eksikleri nasıl değerlendiriyorsunuz? Biraz bilgi verir misiniz?
Aslında bir kişinin günlük olarak ne ihtiyacı varsa oraya da onlar geldi. Gıda ve su tabii öncelikli, bunlar tamamen halledilmeye başladıktan sonra daha çok iç çamaşırı, mevsimine uygun kıyafetler, çoraplar bilhassa çocuklar için. Bunlar peyderpey gelmeye başladı. Hijyen kitleri geldi. Bunlardan sonra çocuklar için oyuncaklar, onlara gelebilecek okul malzemeleri gibi şeyler geldi. Pek çok belediyenin tırları vardı, yemek dağıtımları oluyordu ve bu yemek dağıtımları bir öğün de değil. Seyyar tuvaletler, duşlar geldi. İnsanlara bakılan, tedavi altına alınabildiği çadırlar da kuruldu. Ben Antakya’da bir eksiğe rastlamadım.
Bölgede sizi psikolojik olarak en çok etkileyen şey ne oldu?
Beni en çok etkileyen çocuklardı. Bence birçok kişide de öyledir. Zaten çocuklar benim için kırmızı çizgidir. Çocuklar hem hiçbir şeyin farkında değiller hem de daha önce hiç yaşamadıkları, çoğu insanın hayatı boyunca denk gelmeyeceği bir şeye maruz kaldılar. Meselâ o çadır kentte çocukların böyle kendi kendilerine oynaması, her şeyden habersiz mutlu olmaya çalışmaları beni çok etkileyen bir durum. Bir de ben 6.4 depremine denk gelip hüngür hüngür ağlamış biriyim. Yayında da ağladım yani o çocukların psikolojisini ben düşünemiyorum; orada nasıl bir şeye maruz kaldılar? 6.4 orada nasıl oldu, onlar o gece uykudan nasıl uyandılar? Ama oturup böyle baktığımızda, izlediğimizde o sevinçlerine, umutlarına hayranlık duyuyorsun.
Asrın felaketi diye adlandırılan bir afet yaşandı. Peki bu yıkımı siz nasıl değerlendiriyorsunuz?
Çok büyük bir felaketti. Dünyada da belki örnekleri vardır, belki daha yüksek oranda da depremler vardır. Tabii bununla alakalı önlemlere müteahhit tarafında, inşaat tarafında dikkat edilebilirdi. Zaten bunlarla alakalı tutuklanan müteahhitler var. Bunlarla ilgili hukuki süreç yürüyor, devam ediyor. Gerekli cezaların yargı tarafından verileceğini düşünüyorum.
Depremden sonra hayata bakış açınız değişti mi? Hayatınızda ne tür değişiklikler oldu?
İstanbul’a döndüğümde havalimanından çıktım. İstanbul çok kalabalık ve binaları çok olan bir şehir. Her bina böyle gözümde çöküyordu. Ya şu çökse ne olacak, bu çökse ne olacak? Psikolojik açıdan beni çok olumsuz etkiledi ilk etapta. Bir süredir ölüm korkusu barındıran biri değilim ben, ölüm korkusu beni çok şey yapmıyor. Ölebiliriz. Ama şöyle malın mülkün gerçekten çok önemsiz olduğunu, hiçbir öneminin olmadığını net bir şekilde anladım. Bunu tabii ki herkes biliyor, herkes dünyevi şeyler dünyada kalır diyor. Literatürde var ama işte ne kadar hayata geçirebiliyoruz? Bölgede enkaz altında milyon dolarlık arabalar, o evlerde kıymetli eşyaları, ziynet eşyaları kaldı. Çoğu insan bulamadı ama umurlarında değildi. Canımızı kurtardık diyorlardı. Cenazesini bulduğu için memnun insanlar vardı. Dolayısıyla gün bugün, an bu an. Bu anın kıymetini bilmek çok önemli. Zaten önemliydi de ama bu felaket gözümle görmeme vesile oldu.
Sizin eklemek istediğiniz bir şey var mı?
Çok büyük bir felaketti. Allah bir daha değil Türkiye’ye, dünyaya da böyle bir şey yaşatmasın hiçbir şekilde. Tedbir çok önemli. İstanbul’da da inşallah bununla alakalı gerekli tedbirler alınır. Gazetecilik anlamında deneyimlemek açısından çok kıymetli ve önemliydi. Bu açıdan böyle bir zamanda ve durumda gazeteci olduğum ve oraya gidebildiğim için kendimi iyi hissediyorum. Sonuç olarak orada bulunmak ve bir dönemin en büyük felaketine şahitlik edebilmek bana çok fazla şey kattı. İnsani anlamda da mesleki anlamda da. Dilerim bundan sonra böyle şeyler yaşamayalım, böyle tecrübeler edinmeyelim.