Gazeteci Hüseyin Altun: Maskeli balodan çıkıp da hayatın gerçek yüzünü görünce, sert bir tokat yemiş gibi oldum
Gazeteci Hüseyin Altun deprem sürecinde yaşadığı deneyimleri anlattı.
Röportaj: Umut Arslan
Türkiye adına yaşadığımız bu büyük acı sonrası milletimiz yaralarını sarmaya çalışıyor. Evini, ailesini, sevdiklerini kaybeden vatandaşlarımız her ne kadar zor da olsa kendilerini tüm dünyanın desteğiyle toparlamaya çalışıyorlar. Şüphesiz ki depremde ve sonrasında yaşanan bu acı uzun yıllar boyunca hafızalarından silinmeyecek. Depremi sadece yaşayan insanlar değil, yardım eden arama kurtarma ekipleri, deprem bölgesine yardım gönderen kıymetli yardımseverler, sağlık görevlileri, bölge halkı büyük acılar çekmesine rağmen yağmacılık yapan insanları kontrol altında tutmak isteyen polislerimiz ve ekran başında çalışmaları izleyen halkımız da unutmayacak. Deprem bölgesine gönüllü olarak giden ve yaşanan bu acıyı milletimize aktarmaya çalışan gazeteciler depremin acı gerçeğini yaşadı. Milliyet Gazetesi Magazin Muhabiri Hüseyin Altun deneyimini “Hayatın acımasız gerçeğine hoş geldin” sözü ile özetliyor. Hüseyin Altun’un deprem bölgesinde yaşadıklarını bizlere aktardığı söyleşimiz:
Kendinizden bahseder misiniz?
Milliyet gazetesi magazin muhabiriyim, sektöre 2014 yılında başladım. Üniversite ikinci sınıftayken Kanal D’de staj yaptım. Stajdan sonra da Kanal D’de çalışmaya devam ettim. Kanal D’de yaklaşık yedi buçuk sene Magazin D programında muhabirlik yaptım. Ardından Milliyet gazetesinden teklif gelince 2021 Aralık ayında Kanal D’den ayrılıp Milliyet gazetesine geçtim. Halen de bu işte çalışmaya devam etmekteyim.
Neden bu alanı seçtiniz?
Üniversite zamanı yazın arkadaşlar ile otururken artık alanım olan Radyo, Televizyon ve Sinema sektörüne giriş yapmak istediğimi söyledim. Ardından bir tanıdık vasıtası ile Kanal D’de staj yaptım. Ben normalde metin yazarlığı istiyordum tabii ki, ama o dönem magazin bölümünde açık olduğu için orada çalışma fırsatım oldu. Sonrasında da sektörün eğlence yanından dolayı da devam ettim bu alanda. Gazeteye geçince de bu alanda devam ettim. Ardından da merkez üssü Kahramanmaraş olan ve 11 ilimizi birden etkileyen deprem meydana gelince de deprem bölgesinde görev aldım.
Deprem sonrası süreç nasıl ilerledi?
Ben ilk etapta Hatay’a gittim. Depremin altı ya da yedinci günü bölgeye gönderildim. İlk etapta İskenderun tarafına baktım. Sonrasında da Antakya ve diğer ilçeler daha çok etkilendiği için o bölgelere gittim. Bir hafta Hatay’da kaldıktan sonra Adıyaman’a geçtim. Adıyaman’da da yaklaşık dokuz gün kaldım. Adıyaman’da görev alırken, Şanlıurfa ve Malatya’ya da gittim, o bölgelerdeki haberlere de baktım. Sonrasında beş gün İstanbul’a döndüm. Beş günün sonunda tekrar deprem bölgesine geçtim. Bu sefer ise Kahramanmaraş’a gittim. Orada da bir hafta kaldım. Kahramanmaraş’ta görev alırken Gaziantep’e de baktım. Yaklaşık altı ilde bulunma imkânım oldu.
Deprem bölgesine ilk gittiğiniz anda neler hissetiniz?
Deprem alanına gece geç saatlerde gittim. İstanbul’dan araba ile yaklaşık 12 saat süren yolculuk sonrası Hatay’a vardık. Hatay girişinde büyük yıkıntılar olmadığı için ve gece geç saatlerde gittiğimiz için pek bir şey anlayamadım ilk etapta. Hatay merkezde arabanın içinde sabahladıktan sonra çevreme baktığımda diğer basın mensubu arkadaşlarımı gördüm. Kalabalık bir gruptuk. Sabah dokuz gibi mahalleleri gezmeye başlayınca depremin yıkıcı gücünü sonuna kadar hissettim. Enkazda hâlâ birçok insan vardı, siyah ceset torbaları sokaklara taşmıştı. İnsanlar ailesini, sevdiklerini deli gibi arıyorlardı. O an dedim işte kendime, ‘Hüseyin, hayatın acımasız gerçeğine hoş geldin’ diye.
Deprem bölgesinde ne gibi zorluklar yaşadığınız?
Deprem bölgesinde bütün her yer yıkıldığı için ve çok soğuk olduğu için yedi gün boyunca arabada yattık. Yedi gün boyunca arabada yatmak beni çok zorladı. İstanbul’dan gelirken arabamıza atıştırmalık bir şeyler koymuştuk ama hep katı beslendiğimiz için sağlığıma da zarar verdi. Bölgede deprem yüzünden ışıklandırmanın olmaması, tuvaletlerin olmaması, duş alanlarının olmaması ve yemek konusunda çektiğimiz sıkıntı beni çok zorladı. Yedinci günün sonunda anca duş alabildim. Arabada bulunan içme suları ile saçlarımı yıkıyordum ama havanın soğukluğundan dolayı zor oluyordu. Genel olarak en çok kişisel bakım ve hijyen anlamında çok zorlandım.
Deprem sahasında bir gününüz nasıl geçiyordu?
Deprem alanında sabah sekiz gibi uyanıp arabamızda bulunan bisküvi veya kekler ile kahvaltı yapıp, sonrasında da depremden en çok etkilenen mahallelere gidiyordum. Hem arama kurtarma çalışmalarını takip ediyordum hem de bölgeden enstantaneler yakalamak için enkazlardan, yıkılan apartmanların arasından yürüyerek fotoğraf çekmeye çalışıyordum. İlk hafta böyle geçti. Akşamları arabamızı güvenli bir yere park edip gün içinde çektiğim fotoğrafları gazetenin sistemine yükleyip haberlerimi yazıyordum. Yedi gün boyunca böyle geçti hep. Sabahları kalkıp kek veya bisküvi yiyip, deprem bölgesinde çalışıp akşam tekrar arabaya geçiyor ve haberleri yazıp arabada uyuyordum. Boş kaldığım zamanlarda da kafamı dağıtmak için telefonda dizi veya film izliyordum. Yedinci günün sonunda Adıyaman’a geçince ise sabahları Adıyaman’da yöre halkı ile röportaj yapıp, bölgede yaşanan trajediyi çekiyordum, gece de uyumak için Urfa’ya otele geçiyordum. O süreçte yatakta yatmaya geçince biraz da olsa rahatladım. Bu süreç 20-25 gün boyunca böyle kendini tekrar etti.
Gittiğiniz bölgelerde yardım ekiplerinin zamanında ve yeterli sayıda geldiğini düşünüyor musunuz?
Ben depremin altı ya da yedinci günü gittim. İlk zamanlarda bölge halkının bana söyledikleri, yardım ekiplerinin yetersizliğiydi. Ben AFAD çadırlarını gördüm, bölgedelerdi ama destek gerçekten de yetersizdi. Enkaz alanında en çok madencileri, İBB, Ankara ve Eskişehir itfaiyesini gördüm. Bir de yurt dışından gelen arama kurtarma ekiplerini yoğun bir şekilde gördüm. Tam anlamı ile sistematik bir çalışma olmadığını gözlemledim. Koordine halinde değildi çoğu ekip birbirleri ile.
Çadır kentlerde durum nasıldı?
Adıyaman’da büyük otogarın hemen yanında çok büyük bir alanda yaklaşık beş bin kişinin kaldığı çadır kente gittim. İnsanlar kendini toparlamaya çalışıyordu. Arkadaşları ile ailesi ile çadırların önünde sohbet etmeye çalışıyordu. İlk zamanlar tabii ki yemek, su, tuvalet ve duş sorunu yaşadı herkes. Diğer deprem bölgelerindeki çadır kentlere de gittiğimde gördüm ki hepsinin sorunu aynıydı. İlk zamanlar elektrik olmadığı için telefonlarını şarj edemiyorlardı. Depremzedeler ile konuşunca günlerinin sadece çadırda geçtiğini, çadır kent dışına pek çıkmadıklarını söylediler. ‘Yaklaşık bir aydır öylece duruyoruz. Hiçbir iş yapamıyoruz.’ diyen depremzedeler vardı. Çaresiz bir şekilde sağlıklı bir barınma yeri bekliyordu hepsi.
Çadırlarda kalanlar için gerekli olan her şey var mıydı?
İlk zamanlarda çadırlarda kalanlar için gerekli olan her şey mevcut değildi tabii ki. Sıcak su, duş, elektrik büyük sorundu orada kalanlar için. Özellikle en büyük istekleri duş alacakları bir alan ve telefonlarını şarj edecek şarj alanlarının yapılmasıydı.
Yapılan yardımların yeterli olduğunu düşünüyor musunuz?
Yapılan yardımları yeterli bulmadım. Bölgeye gittiğimde çöplerin yanındaydı neredeyse gönderilen bütün kıyafetler. Gelen yardım kolilerini sokaklara öylece üstünkörü bırakıp gitmişlerdi. Aşırı gereksiz yığılma vardı. Eğer koordineli bir şekilde yapılsaydı bu yardımlar daha sağlıklı ve verimli olurdu. Ama birkaç hafta sonra bu da düzene oturdu.
Evini, ailesini ve sevdiklerini kaybeden bir depremzede ile konuşma imkânınız oldu mu? Konuştuğunuzda nasıl hissettiniz?
O bölgede yaşayan her evin bir cenazesi vardı. Kimisi ailesini kaybetmişti, kimisi akrabalarını, sevdiklerini kaybetmişti. İşim gereği röportaj yapacağım için çekinerek gittim hep yanlarına. Anlattıkları hikayeler, olaylar o kadar acıydı ki orada üzüntümü pek belli etmeyip, ses kaydını dinlerken ve haberleri yazarken yoğun bir üzüntü içine giriyordum. Yeni evlenenler, depremden birkaç saat önce doğum günü kutlayanlar, evlilik yıl dönümü olanlar. Birçok trajedi barındıran hikayelere ve fotoğraflara şahit oldum. Bu durum benim kişisel bakış açımı da değiştirdi. Bölgede kaldığım süreç sonrası İstanbul’a döndüğümde bazı düşüncelerimin ve önceliklerimin de değiştiğini fark ettim. 99 depremini yaşadım ama böyle bir yıkımı ilk kez gördüğüm için beni çok etkiledi. Çünkü depremden birkaç gün önce İstanbul’un renkli magazin haberlerini yapıyordum. Konserler, film galaları, davetler hep öyle geçiyordu iş alanım. Ama maskeli balodan çıkıp da hayatın gerçek yüzünü görünce, sert bir tokat yemiş gibi oldum. Renkli bir çalışma ortamından gri, hatta simsiyah bir çalışma ortamına geçmek, deprem bölgesine gitmek duygularımı karmaşık bir hale sokmuştu.
Elektrik kesintileri sizi ne kadar etkiledi?
Elektrik kesintileri gece çalışmalarımızı çok etkiledi. Yollar zifiri karanlık olduğu için arabalarımız ile bazı bölgelere gece giremedik. Yürümek istesek de her yer enkaz ve yıkım olduğu için her an düşebilir veya kendimizi yaralayabilirdik. Bunun dışında ise elektronik cihazlarımızı şarj etme imkânımız pek yoktu. Bu yüzden haberleri yazıp hemen laptopu kapatıyordum. Elektronik eşyalarımın şarjını verimli bir şekilde kullanmaya özen gösterdim.
Sizi en çok etkileyen an hangisiydi?
Depremden günler sonra Hatay’da enkaz çalışmalarını çekerken gözüme çarptı bu kare. Adam ağlayıp, ağıtlar yakıyordu. Arapça söylediği ağıtlar hala kulağımda yankılanıyor. Gönül Yarası filminde de söylenen şarkıya, “Ağlamak için dilini bilmeye gerek yok” denilmişti. İşte ben de bu durumu yaşadım. Dilini bilmememe rağmen yaktığı ağıt beni derinden üzdü ve duygulandırdı. Enkaz altında abisi, yengesi ve iki tane yeğeni olduğunu öğrenince ise o acı daha da içime oturdu.