‘Bir Rüya Gördüm; Anlatsam da Anlamazsınız’ isimli belgesel film Üsküdar İletişim’de gösterildi
Haber Üsküdar – Hazal Göksun
Üsküdar Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo, Televizyon ve Sinema Bölümü tarafından düzenlenen ve moderatörlüğünü Öğr. Gör. Zafer Sevener’in yaptığı etkinlikte “Bir Rüya Gördüm; Anlatsam da Anlamazsınız” isimli bağımsız belgesel filmin gösterimi yapıldı. Etkinliğin devamında ise filmin yönetmeni Burcu Esenç ile Ubıh dili ve belgeselin yolculuğu hakkında söyleşi gerçekleştirildi.
‘Bir Rüya Gördüm; Anlatsam da Anlamazsınız’ isimli film Ubıh dilinin yok olma öyküsüyle beraber ortaya çıktı. Ubıhlar Kuzey Kafkasya’nın batı ucunda yaşayan yerleşik bir halktı. Çerkeslerle birlikte Ruslar tarafından Türkiye topraklarına gönderildiler. Bu göçle birlikte dili konuşan sayısı gittikçe azaldı ve Tevfik Esenç, Ubıh dilini konuşabilen en son insan oldu. 1992 yılında vefat etmesinin ardından ölü dil haline geldi. Fakat Georges Dumezil isimli Fransız dil bilimcinin Tevfik Esenç’e yardımıyla birlikte bıraktığı belgeler, mektuplar, röntgenler ve ses kayıtları sayesinde üzerinde inceleme yapan dil bilimciler var. Konuşma biçimi ve gırtlak yapısının farklı olması sebebiyle aile içinde konuşulursa öğrenilebilecek olan bu dil ile artık cümle kurabilecek hiç kimse yok. Torunu Burcu Esenç ve kardeşi Burak Esenç, ana dillerinin merakıyla dedelerinin izini sürerek yolculuğa çıktılar. Çeşitli araştırmalarla bir belgesel film yaptılar. Filmde yola çıkış hikayeleri, dedesiyle ilgili buldukları mektuplar, iz olarak bıraktığı ses kayıtları, dildeki seslerin nasıl çıkartılması gerektiğini gösteren X-Ray filmler ve makaleler yer alıyor. Fransa’dan Oslo’ya, Oslo’dan Kafkasya’ya uzanan bir arayış yolculuğunu da görüyoruz.
“Anadilini kaybeden bir millet aslında artık yoktur”
Söyleşide, dedesinin yolculuğunu ve belgesel çekim süreçlerinde yaşadıklarını şu sözlerle anlatmaya başladı Ubıh Torunu Burcu Esenç: “Filmi her izlediğimde hep aynı duyguyla bakıyorum. Bir millet dilini nasıl kaybeder? 'Anadilini kaybeden bir millet aslında artık yoktur' duygusuyla bu insanların başına niye böyle bir şey gelmiş diyorum ve sonra bakıyorum ki bunu yaşayan bizmişiz. Benim motivasyonum şöyle başladı ve çocukluğum şöyle geçti: Prof. Dr. Alexander röportajlarda bir sürgün toplumu hikayesinin olduğunu söylüyor ve o sürgün toplumu hikayesinde insanlar birbirlerine sürgün edildiklerini anlatmazlar. Dedem babama anlatmadı, babam da bana anlatmadı. Çünkü onlar şuna inandılar: Ruslar tarafından anavatanlarından kovuldular, Türkiye’ye geldiler, artık Türkiye ana vatanları ve burada yaşamaya devam ettiler. Bizim haklarımız ve dilimiz var gibi bir söylem içerisine girmediler. Bu bizim evimizde çok konuşulmazdı ama her bayram o esintiyi hissettirirdi. Evimize sürekli gazeteciler, dil bilimciler gelip giderdi. Hatta bir keresinde bizim Fransa’da yaşayan bir akrabamız olduğunu zannetmiştim. Dedemin Hacıosman Köyü’ndeki çalışmasından kahkahalar falan geliyordu. Çünkü bir kelimeyi bulmuşlar, bir kelimeyi dünyaya kazandırmışlar. Ben dedemi kaybettiğimde 15 yaşındaydım. Bu çalışma 1960’larda başlamış. Georges Dumezil’i görüyorsunuz. O Fransa’nın ve dünyanın en önemli tarihçilerinden biri ve o tarihte gelip dedemi buluyor. Benim motivasyonum şöyle başladı. Ben zaten TRT’de yönetmenim, bu da ikinci bağımsız belgesel filmim. Gerçekten anne olacağımı öğrendiğimde, oğluma ana dilimde bir isim vermeye karar verdim ama yok. Öyle bir isim yok. Yani ismi bulabiliyorsunuz ama dünya üzerinde söyleyebilecek hiç kimse yok.”
“Kapılar kapıları, yollar yolları, mektuplar mektupları aralayarak bize yavaşça tüm kapılar açıldı”
Ubıh dili, 83 tane sessiz harf 3 tane sesli harften oluşuyor. Toplam 86 harfli bir alfabe. Yani UNESCO’nun yaptığı araştırmaya göre dünyanın en zengin dili olarak literatüre girmiş. Yönetmen Esenç, bunları ve dedesinin bu kadar fazla kaynak bıraktığını bilmeden bir keşif yolculuğuna başlamış. Belgesel yolculuğunu anlatan Esenç, “Hikayenin bu kadar büyüyeceğini, bu kadar kaynağa ulaşabileceğimizi ön görmeden ben ve yönetmen arkadaşım Cantekin bunu çekme kararı aldık. Önce ben dedemin mektuplarını buldum. Erkek kardeşim de araştırmalarını yaptı. Topu topu bunca ülke, röportaj ve sonuç 4 kişiyiz. Gittik Kültür Bakanlığı’ndan fon aldık. Yönetmen; Cantekin ve Burcu, görüntü yönetmeni; Levent ve Burak da araştırmalarımızı yaptı. Yani 4 kişi yaptık. Bu bir tutku. Ben ileride hepinizin bu tutkuyla hareket edeceğinizi biliyorum. Önce dedemin mektuplarını bulduk. Sonra Fransa’daki adresi bulduk ama Fransa’ya bir gittik ki tüm kapılar bize açılmıştı. Onlar öyle bir heyecanla bekliyorlarmış ki. 1960’ta başlayan çalışmalarının fark edilmesini bekliyorlarmış. Bir kürsü kurulmuş dedemle ilgili ama biz bunu bilmiyoruz. Çünkü Çerkez olduğu için böyle şeyleri anlatmak ayıp sayılıyordu. Böyle değişik kurallarımız vardı bizim. Kapılar kapıları, yollar yolları, mektuplar mektupları aralayarak bize yavaşça tüm kapılar açıldı. Dedemin X-Ray filmlerini bulduk. Kayıp arşivin büyük bir bölümünü bulduk. Georges Dumazil’in torunuyla yıllar sonra karşılaştık ve onun sayesinde dedemin arşivi açıldı. Fransa’da bulduğumuz şeyler bizi Norveç’e yönlendirdi. Belgelerin kopyalarını aldık. Dedemin College de France da ders verdiğini bu süreçte öğrendim. Norveç Ulusal Kütüphanesi’ne gittik. Biz araştırınca yanımıza geldiler. Yurt dışında da onlar anlatmak istiyorlar. Ellerinde çok ciddi arşiv var. En sonunda ana vatanımız Kafkasya’da yolculuğumuzu tamamladık. Büyük bir azmin ve tutkunun peşinde belgeseli tamamladık. Mektuplarda özel hayata dair şeyler gördüm. Dedem çok küçük paralarla gidiyor. Gidebilmek için köydeki tarlasını satıyor. Fransa devletine vermek için bir miktar para ayarlıyor. Bütün hayatını yaşadığı gibi sürdürmek istiyor ama 5 çocuklu bir memur dedem. Bu çabada bırak elinden tutmayı önünü kesiyorlar. Edebiyat Fakültesi’ne geliyor ve diyor ki: ‘Fransızlar bu dilin peşindeler ve ben çok istiyorum ki burada çalışayım. Ana dilim kaybolmasın.’ Ama olmuyor” ifadelerini kullanarak ana dil kaybolsa bile belgeler ve araştırmalarla hala varlığını koruduğunu söyledi.
“Dedemin çok yalnız olduğunu biliyorum. Çok büyük bir savaşçı olduğunu da biliyorum”
Soru-cevap kısmına geçildiğinde öğrencilerden birçok soru geldi. ‘Belgelere ulaşmada zorluk yaşadınız mı?’, ‘Son nefesini verirken ana diliyle sayıklayan dedeniz Tevfik Esenç için bir dili bilen son kişi olmak onun için nasıl bir duyguydu?’, ‘Bunu yayınladıktan sonra ekstra arşivlere erişildi mi? Burada da kaynak var denildi mi sizlere?’ sorularını sırayla cevaplayan Yönetmen Burcu Esenç, “Biz birçok yazışma yaptık. Girilmesi en zor olan en üst mertebe College de France. Belgeselin ne anlatmak istediğiyle alakalı doğru yazışmalar yaptık ve onlar zaten çok açıklardı bu belgeleri paylaşmak konusunda. Doğru noktalara ulaşırsanız hem çekim izni almada hem de belgeleri almada zorluk yaşamazsınız. Onun için bir dili bilen son kişi olmak büyük bir yalnızlıktı. Şöyle de bir duygu: trene biniyor, sular idaresine girip fatura ödeyip çıkıyor. O sırada da çocuklara harçlık verecek parasını hesaplıyor. 5 çocuk var. Sonra Fransa’ya gittiğinde bütün kapılar açılıyor birden. ‘Buyurun Tevfik Bey, ders anlatın Tevfik Bey, siz çok önemlisiniz Tevfik Bey…’ Çok çabalıyor, günlerce. Sonra Türkiye’ye geliyor yeniden. Çift yaşam bu. Çok yalnız olduğunu biliyorum dedemin. Sonra mektup ve güncelerini okuyunca da anladım. Çok büyük bir savaşçı olduğunu da biliyorum. Dedem şunu başarmış: ‘Evet, benim ana dilim yok oldu. Ama tarihin karanlık sayfalarına gömülmedi. Hala üzerinde çalışan araştırmacılar var. Bir daha hiç kimse konuşamayacak ama sözlük var.’ Bunlar dedemin çabalarıyla oldu. Yalnız ama mutlu öldü diye düşünüyorum. Şey çok trajikti ama o anı yaşadım ben. Belki sinemacı olmamın temelleri de oradan atılmıştır benim. Gerçekten ana diliyle sayıkladı ve anlamadı çocukları ne söylediğini. Başka kaynaklar gelmedi ama tek talihsizliğimiz pandemi girdi araya. Paris’te büyük bir gösterim yapılacaktı. College de France gösterime sponsor olacaktı. Büyük akademik çevrelere gösterilecekti ama araya pandemi girdi ve o sekteye uğradı. Şöyle dönüş yapıldı: Ubıhça’yı araştıranlar vardı, belgeleri istediler ve biz o belgeleri açtık. Bir müze açmak istiyoruz. Bu konuda hala daha çalışan dil bilimciler var. Merkezine gitsinler ve bütün arşive ulaşsınlar. Ama benden talep eden herkese elimdeki bütün belgeleri açıyorum” şeklinde konuştu.