Gazeteci İsmail Umut Arabacı: Depremde kendini öne çıkarmayı seven gazeteciler vardı
Gazeteci İsmail Umut Arabacı ile depremi konuştuk.
Röportaj: Sena Akmermer
Büyük depremin üzerinden yaklaşık iki buçuk ay geçti ama etkileri belki yüz yıl unutulmayacak. Bu depremle bir kez daha gördük ki, biz millet olarak yardımsever insanlarız. Türkiye’nin dört bir yanından deprem bölgesine yağan yardımlar da bunun en açık örneği. Tüm bunları kamuoyuna duyuran gazeteciler ise depremzedelerin sesini dünyaya duyurarak önemli bir görevi yerine getirdiler. Biz de Üsküdar Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü öğrencileri olarak depremde görev alan muhabirlerle röportajlar yapmaya karar verdik. Sorularımı, birçok savaşta ve krizde görev almış TVNET İstihbarat Şefi, İstanbul Haber Müdürü İsmail Umut Arabacı’ya yönelttim.
Söyleşimize sizi tanıyarak başlamak isterim, mesleğe nasıl başladınız?
Çok uzun yıllar öncesinden yani 1994 yılından beri televizyon alanında çalışıyorum. Gazetecilik alanında sadece iki yıl Sabah gazetesinde çalıştım. Onun dışında hep görsel medya alanında çalıştım. Kanal D, Spor TV, CNN Türk gibi kanallarda çalıştım. Güncel olarak 2 yıldır TVNET şirketinde çalışıyorum. Aynı zamanda üniversite ikinci sınıf öğrencisiyim.
Neden televizyon haberciliğini seçtiniz?
Aslında ben ilk radyodan giriş yaptım sektöre. Sonradan televizyon sektörüne geçtim. Biraz elektronik merakımla alakalı olduğunu düşünüyorum. Bizim dönemlerimizde televizyon, telefon, radyolar yeni açılıyordu. Aynı şekilde kameralar ve elektronik aksamlar cazip gelmişti bana.
Bu deprem beklenmedik bir felaket oldu insanlık için, alışkınsınız ama yine de sormak istiyorum, böyle bir felakette görev almaya kendinizi nasıl kanalize ettiniz?
Aslında bizim için alışkanlık diyebiliriz artık bu tip durumlara. Ben çok fazla depremde bulundum. Türkiye'de son 20 yılda gerçekleşen bütün depremlerde görev aldım. Türkiye haricinde diğer ülkelerde de bulundum. Bu yüzden sahada çalışabilecek deneyime sahibim. Neler yaşayabilirim, neler görebilirim az çok tahmin edebiliyorum. Ona göre hazırlığımı yapıp, kendimi koşullandırıyorum. Hava koşulları tamamen bir kâbustu ve yolculuk kısmı bizim için çok zordu. Bölgeye gittiğimizde ciddi anlamda, psikolojik anlamda insanların acılarını yüklenmek zor geliyor aslında. Türkiye'de her ne kadar medya ayrılmış gibi gösterilmeye çalışılsa da ben kendi yaşadıklarımı bire bir aktarmaya çalıştım.
Önceden yapılan uyarılara rağmen, yeterli önlem alınmadığını düşünüyor musunuz?
Maalesef Türkiye'de bir türlü bunu gerçekleştiremiyoruz. Türkiye’de o kadar çok deprem yaşadık ki. Binalarda bu uygunluğu yapamıyoruz. Burada birinci öncelik belediyelerde. Maalesef ki müsaade ediyorlar. Belediyeden gözaltına alınan bir kişi yok. Kusuru olan devlet görevlileri, resmî kurumlardan kim varsa tutuklanma olmadığı sürece ben bu olayın düzeleceğini düşünmüyorum. Denetim mekanizmasını yapması gereken kişiler bunu yapmıyorlar ve o izinleri de veriyorlar. Gözaltında olan binlerce insan var fakat belediyelerden tek bir kişi yok.
Gerçekten zor anlar geçirdiğinizi tahmin edebiliyoruz. Peki sizin nesnelliğinizi koruyamadığınız veya kontrolü kaybettiğinizi düşündüğünüz bir an oldu mu?
Bölgede gerçekten birçok aksaklık yaşandı. Depremin yedinci gününde sabah saati benzinimiz bitiyordu. Bölgede benzin sıkıntısı vardı ve benzin bulamıyorduk. Daha da acısı iletişim kuramıyorduk. Telefon ve internet bölgede ciddi bir sıkıntı yarattı. Depremin üstünden altı gün geçmiş ve bu nokta da hala yakıt sıkıntısı yoğun bir şekilde yaşandı. Enkaz altında belki telefonu olup çalışmadığı için insanlar hayatlarını kaybetti. Altı gün boyunca bunlar bir düzene koyulamaz mı? Nasıl olabilir böyle bir şey aklım hâlâ algılamakta zorluk çekiyor. Ciddi anlamda bir soğuk vardı. Arabada bile olsanız donma riskiniz var. Ve biz bunu birkaç kere atlattık. Gece arabanın bagajındaki kaplamaları vücudumuza sardığımız, arabadan inip koşup spor hareketleri yaptığımız zamanlar oldu. Çünkü yapmazsak donarak öleceğiz. Elektrik yok, karanlık, yağmur, dolu yağıyor ve böyle bir durum ile iç içesiniz.
Afet bölgesinde bazı muhabirlerin artçı depremlerle karşılaştığını biliyoruz. Sizin başınıza da böyle bir durum geldi mi?
Artçı depremlerin hepsini tabii ki biz de yaşadık. Ama zaten sığınılabilecek bir yer ya da kapalı bir alan yoktu. Sadece bir tanesinde kapalı bir alandaydık. O sırada ben de prefabrik bir alandaydım. O anda o kadar etkilenmişiz ki prefabrik yapıdan bile hemen kendimizi dışarı attık. Aslında güvenli diye adlandırdığımız bir yapının içerisinde bile o psikolojiyle kalamadık.
Gazeteciler, yayın yaparken etik kurallara uydu mu? Etiğe aykırı bir durum ile karşılaştınız mı?
Etikten ziyade, bizim genç meslektaşlarımızda şöyle bir sıkıntı var. Haber yapmaktan çok herkes, haber olmayı düşünüyor. 'Haberime daha nasıl değer katabilirim? Haberim nasıl daha iyi olur?' gibi düşünüyorlardı. Bunları sadece deprem bölgelerinde değil, savaş bölgelerinde de çok gördük. Kendilerini haber yaptırmaya çalışan kişiler var. Deprem ve afet bunun yapılabileceği bir alan değil. On binlerce mağdur insan varken onların ihtiyaçlarıyla, eksiklikleriyle, onları nasıl daha iyi şartlara kavuşturabileceğimizle ilgili haber yapabilirsiniz. Fakat sırf kendilerini gündeme getirmek adına bu tarz faaliyetlerde bulunan arkadaşlar da oldu. Bizim için de kötü. Sonuçta baktığınızda hepimize muhabir diyorlar. Şahsım adına onlarla aynı unvanı taşıdığım için utanç duydum.
Hükümetin halkın can kayıpları ve yıkım oranının mali boyutu hakkındaki sorulara doğru yanıt verdiğini düşünüyor musunuz?
Mali boyut konusunda bir şey diyemem ama şunu belirtebilirim; Antakya'da şehir merkezinin tamamen yıkıldığını söyleyebilirim. Yıkıldı dediğimiz yerde bir buçuk milyona yakın insan yaşıyordu. Bu kadar ağır yıkımın olduğu bir yerde ölüm rakamının daha da artabileceğini düşünüyorum. Çünkü enkazları kaldırdığımızda hâlâ altlarında hayatını kaybetmiş vatandaşlar var. Bu sayının da daha yükseleceğini düşünüyorum.
Son olarak, görev sırasında sizi derinden etkileyen bir olayı kısaca bizimle paylaşır mısınız?
Bir kadın vardı köyde ve sekiz yaşında bir çocuğunu kaybetmişti. Kadın bir yandan oğlu ergenliğe ulaşmadığı için direkt cennete gideceği için sevinçliydi. Öyle avutuyordu kendini. Bir yandan da, ‘Onu çok özleyeceğim ama Allah bana bunun için günah yazar mı’ diyordu. O annenin arafta kaldığı nokta ve anlatımları, tevekkülü, kabul edişi inanılmazdı benim için. Hayatımda hiç böyle bir şey yaşamamıştım. Tüm süreç boyunca yaklaşık otuz gün kaldım. Ağladığım ilk ve son yerdi. Ben de o kadınla beraber gözyaşlarımı tutamadım. Benim de iki tane evladım var ve evlat konusu olduğunda ben de kendimi kaybediyorum.