Dr. Öğr. Üyesi Tuğba Aydın Öztürk Koronavirüslü Günlerde Hayat araştırmasını değerlendirdi
16.05.2020 21:28

Dr. Öğr. Üyesi Tuğba Aydın Öztürk Koronavirüslü Günlerde Hayat araştırmasını değerlendirdi


Haber Üsküdar – İzel Çelik

Üsküdar Üniversitesi Politik Psikoloji Kulübü tarafından Instagram üzerinden düzenlenen online söyleşide küresel salgın sonrası değişen dünya konusu ele alındı. Moderatörlüğünü Politik Psikoloji Kulübü Genel Sekreteri Elif Nur Çakmak’ın üstlendiği söyleşide, İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi Sosyoloji Bölümü Dr. Öğr. Üyesi Tuğba Aydın Öztürk, COVID-19 sonrası değişecek olan yeni dünya düzeni ile Üsküdar Üniversitesi ve Method Research Company işbirliğinde yürütülen “Koronavirüslü Günlerde Hayat” araştırması hakkında da değerlendirmelerde bulundu.

“En çok, yemek yeme alışkanlıklarımızda, uyku düzenimizde ve sosyal medya kullanım sürelerimizde değişiklikler ortaya çıktı”

Moderatör Elif Nur Çakmak’ın “Üsküdar Üniversitesi ve Method Research Campany işbirliği ile ‘Koranavirüslü Günlerde Hayat’ adlı bir araştırma gerçekleştirdiniz. Araştırma sonucunda, Türkiye genelinde pek çok davranış değişikliğinin ortaya çıktığı açıklandı. Bize bu araştırmadan biraz bahseder misiniz?” sorusu üzerine konuşmasına başlayan Tuğba Aydın Öztürk şu yanıtı verdi: “45 soruluk bir soru grubu hazırladık. Çalışmada amacımız, ‘insanlar evde ne yapıyorlar?’, ‘pandemi sürecini nasıl geçiriyorlar?’ sorularına cevap almaktı. Araştırmamıza Nisan ayının başında başlamıştık ve o süreçte ‘evde kal’ söylemi daha güçlü ve yaygındı. Çalışmanın birçok sonucu var ama üç başlık öne çıktı. Bunlar; sosyal medya, yemek yeme alışkanlıkları ve uyku düzeni."

“Sosyal medya kullanım sürelerinin en fazla olduğu yaş grupları 18-25 yaş arası ile 55 yaş üzeri olanlar”

Yapılan araştırma sonucunda sosyal medya kullanım sürelerinin yaş gruplarına göre dağılımının belirlendiğini ifade eden Öztürk, konuya ilişkin şunları söyledi: “En başta sosyal medya kullanımı geliyor. Sosyal medya 5-6 senedir yoğun olmakla birlikte aslında 2000’lerin başı itibariyle yaygınlaşmıştı. Sosyal medya hem üretici hem de tüketici olduğumuz bir mecra. Bireylere ‘COVID-19 sürecinde sosyal medya kullanım sürenizde bir değişiklik oldu mu?’ diye sorduk ve yüzde 60’a yakın bir oranda arttığı şeklinde geri dönüşler aldık. Sonra bu durumu yaş gruplarına göre inceledik. En yüksek yaş grupları 18-25 ve 55 yaş üzeri çıktı. Bu çıkan sonuç özellikle gençler açısından beklenilen bir durumdu, çünkü gençler bu süreçte ne yapacaklarını bilemediler. Belki ödev veya sınav süreçlerinde online eğitimlere katılıp takip ettiler, ancak biz online eğitime katılım durumlarını da sorduğumuzda yüzde 41 gibi bir sonuç çıktı. Bu düşük bir rakam. Dolayısıyla gençlere bolca vakit kaldı ve onlar da kalan vakti film izleyerek, uyuyarak ya da sosyal medyada vakit geçirerek harcadılar. 55 yaş gurubunda ise kaygı oranı yüksek çıktı. Bunun sebebi, evet 65 yaş gurubuna sokağa çıkma yasağı uygulandı ancak 50-55 yaş arasında da kronik hastalığı olan kişiler var ve bu kişilerde sağlık anksiyetesi durumunun oluştuğunu gördük. Onlar da belki unutmak, belki kafalarını dağıtmak amacıyla sosyal medyada vakit geçirdiler diye bir sonuç çıkarttık.”

“Araştırmada ‘daha az yiyorum’ diyenler düşük gelirli kişiler”

Koronavirüs salgını ile birlikte bireylerin alışkanlıklarının değiştiğini ve bunlardan birinin ise yeme alışkanlıkları olduğunu vurgulayan Öztürk, “Alışkanlıklarımızın değiştiği diğer bir başlık ise yemek yeme. Yemek yeme zaten psikolojiyle birebir ilişkili bir konu. Araştırmada ‘yemek yeme düzenlerinizde nasıl bir değişim oldu?’ diye sorduğumuzda ,’daha fazla yemek yemeye başladım’ diyenlerin oranı yüzde 44, ‘hamur işi ve hazır gıda tüketimim arttı’ diyenlerin oranı ise yüzde 30 çıktı. Katılımcılardan belli bir kısmının sağlık bilincinin ve farkındalığının da artmasıyla ‘daha sağlıklı besleniyorum’ diyenlerin oranı yüzde 18 çıktı. Araştırmamızda yüzde 10 oranında ‘daha az yiyorum’ diyenler oldu. Bu cevabı verenler de düşük gelirli kişiler oluyor. Yani bu konular hiçbir zaman göründüğü gibi değildir. Her zaman altında sosyolojik, ekonomik sebepler yatar” ifadelerini kullandı.

“Uyku düzeninin en fazla değişiklik gösterdiği grup gençler ve öğrenciler”

Salgın sürecinde uykuya yönelik değişikliklerin de yaşandığını ve bunun daha çok genç kesimde görüldüğünü ifade eden Öztürk, “Alışkanların değişiminde öne çıkan diğer başlık ise uyku düzeninin bozulması yönünde. Salgın sonrası süreçte uyku düzenimizde yüzde 60 gibi bir oranda değişiklik söz konusu. Sabah 9 akşam 6 düzeninden çıkınca kaçta yatıp, kaçta kalktığımızın belli olmadığı bir döneme girdik. Uyku düzeninin en fazla değişiklik gösterdiği grup gençler ve öğrenciler oldu. Sabah kalkış saatini ortalama 11.00, gece yatış saatini ise ortalama 02.00 olarak saptadık” dedi.

“Araştırmada uzaktan eğitimin verimlilik oranı 3’te 1 çıktı”

Uzaktan eğitime hızlı geçiş yaptığımızı ifade eden ve araştırmada uzaktan eğitimin verimlilik oranının düşük çıktığına değinen Öztürk, “Uzaktan eğitime çok hızlı bir geçiş yapıldı. Öğrenciler de hocalar da ne yapacaklarını bilemediler. Bu dönem maalesef böyle oldu. Zaten araştırmada uzaktan eğitimin verimlilik oranını sorduğumuzda 3’te 1 gibi bir oran çıktı. Bu çok düşük bir rakam. Bunu üç nedene bağlayabiliriz. Birincisi, öğrencilerin öğrenme metotlarının farklı olması. Yani kimisi yazarak öğrenir, kimisi okuyarak öğrenir gibi herkeste öğrenme metodu farklıdır. İkincisi, öğrencilerin aynı fırsatlara sahip olmaması. Kiminin evinde iki bilgisayar varken, diğerinde hiç olmayabilir. Ya da yeterli internet paketi yoktur. Bu gibi durumlar farklı olunca, verimlilik de doğrudan düşüyor. Üçüncüsü ise konsantrasyon bozukluğu. Biz ders anlatırken veya siz ders dinlerken arkadan evin sesini duyabiliyoruz. Annenin sesi geliyor ya da bir yerden birisi bağırıyor. Dolayısıyla ev ortamında o bir-iki saatlik ders saatini de anlamak zorlaşıyor. Demek ki okullarda o binalar, bizi boşuna beklemiyormuş” şeklinde konuştu.

“Makineye bakarak bir şey anlatmak insan tabiatına aykırı bir durumdur”

Dünyada dijital eğitim veren birçok platformun olduğuna değinen ve Türkiye’de uzaktan eğitimin uygulanabileceğini düşünmediğini ifade eden Tuğba Aydın Öztürk: “Dünyada zaten dijital eğitim hizmeti veren birçok platform vardı, ama onların uyguladığı formatla bizim şu an uyguladığımız format aynı değil. Oradaki eğitimde sekizer, onar dakikalık bölümlere ayrılmış dersler var ve her bölümün sonunda size soru soran, sizi interaktif olarak derse katan ve sonunda size sertifika veren bir eğitim sistemi bu. Benim de en sevdiğim dersler interaktif dersler, öğrencilerle karşılıklı iletişim kurabildiğim derslerdir. Ama bunu 80-90 kişilik bir sınıfta online eğitim sistemi üzerinden maalesef gerçekleştiremiyoruz. En iyi ihtimalle hoca konuşuyor, öğrenciler de chat kısmına yazarak hocayla az da olsa muhabbet kurmaya çalışıyorlar. Yüksek lisans sınıfım daha az olduğu için dersler biraz daha toplantı şeklinde geçiyor ancak lisans sınıfında böyle bir şansım olmuyor. Böyle olunca da öğrencilerin gittikçe derslere daha az katıldığını gözlemliyorum. Hatta birkaç öğrencime de bu durumu sordum. Onlar da online eğitimin, fiziksel olarak aynı ortamda birlikte bulunmayla aynı olmadığını söylediler. Bu durum aslında bizim için de zor. Sınıf ortamında üç saat anlattığımız bir dersi, online eğitimde bir saat anlatmak bile bizi daha fazla yorabiliyor. Çünkü bir makineye bakarak bir şey anlatmak insan tabiatına aykırı bir durumdur. Bu yüzden online eğitimin ülkemizde uzun vadede uygulanabileceğini düşünmüyorum. Örgün eğitimi destekleyebilir ancak onun yerine geçemez” dedi.

“Salgın bittiğinde sağlık sorunu olarak değil, sınıf mücadelesi olarak hatırlanacak”

Ekonomik kalkınmada nüfusun önemli bir faktör olduğunu dile getiren ve salgın bittiğinde, salgını sağlık sorunu olarak değil de sınıf mücadelesi olarak hatırlayacağımızı ifade eden Öztürk sözlerine şöyle devam etti: “Yeni Zelanda’da son birkaç gündür yeni vaka çıkmadı, tamamen normalleşmeye geçtiler. Yeni ekonomi paketini açıkladılar ve önümüzdeki birkaç yıl için sıkı önlem almaları gerektiği ortaya çıktı. Ama şöyle bir durum var; Yeni Zelanda’nın nüfusu 5 milyon ve bunu ayarlamak daha kolay. Türkiye gibi 80 milyonluk ya da Amerika gibi 300 milyonluk bir ülkede yapmak daha farklı. Dolayısıyla ekonomik kalkınmada nüfusun çok büyük bir etkisi var. Burada yöneticilere çok büyük iş düşüyor çünkü insanların beklentileri önce yaşam haklarının dikkate alınması yönünde. Bu salgın bittiğinde sağlık sorunu olarak değil, sınıf mücadelesi olarak hatırlanacak. Birilerinin çalışmaya devam ettiği, birilerinin evde kalma lüksüne sahip olduğu, işçinin işçi olarak işe gittiği bir çatışma sürecini yaşıyoruz. Dünya ekonomisinde yüzde 30 gibi bir oranda küçülme bekleniyor. Bu çok ciddi bir rakam. Günlük, haftalık çalışan insanlar var ve bu insanlar işe gitmediğinde belki yiyecek ekmek bulamıyorlar. Salgın sonrasında da dünya genelinde ülkelerin ekonomileri kötüye doğru gidecektir. Mesela Amerika’da yaşayan üç kişinin geliri 300 milyonluk nüfusun gelirinden daha fazla olabiliyor. Yani fakirleşmenin tam bir fakirleşme, zenginleşmenin ise tam bir zenginleşme olduğu bir uçurum var. Ekonomi daha da kötüye gittikçe Amerika’da ‘orta sınıf’ kavramı ortadan kalkacaktır.”

“Kültür yerleşmiş ve kalıplaşmış bir yapıdır”

Sosyal mesafe kavramının ülkemizde uzun vadede uygulanabileceğini düşünmediğini ifade eden Tuğba Aydın Öztürk, bu düşüncesini şöyle açıkladı: “Salgınlar dönem dönem bazı bölgeleri vurup bütün dünyayı etkilemiştir. Örneğin İspanyol gribi en büyüklerinden bir tanesiydi. İspanyol gribinde o dönem ölüm sayısı 1. ve 2. Dünya Savaşları’ndaki ölüm sayısından fazlaydı. Biz de yüzyıl sonra böyle bir şeye denk geldik. Sosyal mesafe kavramına bir süre daha dikkat etmemiz gerekecek. Fakat sosyal mesafe kavramı, Avrupa ülkelerine kıyasla Türkiye’de daha az uygulanabilirdir. Biz, birbirimize yakın teması seven bir toplumuz. Avrupa ülkelerindeki kişiler zaten birbirlerine mesafeli davranıyorlardı. Meselâ Almanlar sıraya girdiklerinde araya standart olarak 1 metre mesafe koyarlardı. İngiltere ve Fransa’da da durum böyleydi. Hatta mesafeyi aşan biri olursa bunu tehdit olarak görürler ve polise şikâyet edebilirler. Sosyal mesafe, Türkiye’de belli bir süre daha devam ederse alışkanlıklarımızda birtakım değişiklikler meydana gelebilir ama ben kültürün çok yerleşmiş ve kalıplaşmış bir yapı olduğunu düşünüyorum. Dolayısıyla süreç bittiğinde birbirimize yakın davranmaya devam edeceğiz.”

“Müzisyenler pandemi öncesinde yaşadıkları sıkıntıları yaşamaya devam ediyorlar”

Elif Nur Çakmak’ın “Hocam siz müzikle de ilgileniyorsunuz. Sizi severek takip ediyoruz. Müzik ve sahne sanatları pandemi sonrası nasıl bir değişime uğrayacak? Bu konudaki düşünceleriniz nelerdir?” sorusuna Tuğba Aydın Öztürk şu yanıtı verdi: “Benim gözlemlediğim kadarıyla müzisyenler pandemi öncesinde yaşadıkları sıkıntıları yaşamaya devam ediyorlar. Sanatçı deyince bizim aklımıza tanıdığımız, televizyonlarda gördüğümüz, asıl sektörde olan ve o ekonomik düzen içerisinde para kazanan kişiler geliyor. Ama bir yandan da saatlerce çalışarak, mesleğin sömürüsüne maruz kalarak sanatlarını icra etmeye çalışan insanlar var. Geçtiğimiz günlerde Ahbap platformu 2000 müzisyenin ailesinin birkaç aylık erzak ihtiyacını karşıladı. Bu gerçekten çok değerli. Çünkü birçoğu sigortasız ve çok uzun saatler çalışıyorlar. Bu süreçte İnstagram üzerinden online konserler başladı. Ama bu online konserleri ünlü dediğimiz popüler, tanıdık isimler veriyor. Bu durumda ekonomik düzen anlamında ne değişti? Biz zaten o ünlü kişileri televizyonlardan görüp, şarkılarını radyolardan dinliyorduk. Tabii ki onların da mesleklerine yapmış oldukları bir yatırım var ve yaptıkları bu yatırımlar neticesinde para kazanıyorlar ancak arada çok büyük uçurum var. Sanatçılar, şarkılarını dijital platformlarda yayımlıyorlar, oradan tık geliri elde ediyorlar. Ama bunlar yine popüler isimler için geçerli. Müzisyenler için de mutlaka bir şeyler yapılmalı. Meselâ Bursa Belediyesi’nde belediyeye bağlı sanatçılar var. Etkinliklerde sanatçılar görev alıyorlar. Belirli bir maaşla belediye bu kişileri kadrosunda tutuyor. Bu bir yöntem ve bu yöntemler örnek olup çoğaltılmalıdır.”