Fırtınalarla sınanan hayatlar
25.07.2025 12:03

Fırtınalarla sınanan hayatlar


Haber Üsküdar-Umut ŞİMŞEK 

Kimi evladını kaybettiği haberiyle açık denizdeyken yüzleşti, kimi karaya çıktığında kalabalığın içinde kayboldu. Denizci olmak, çoğu zaman bir meslekten fazlasını ifade eder: Uzun ayrılıkların, dar yaşam alanlarının ve ağır sorumlulukların iç içe geçtiği bir hayat biçimi. Her sefer yalnızca denizin dalgasıyla değil, insanın içindekilerle de verilen bir sınavdır. 

Uzak yol gemilerinde yıllarca görev yapmış 2 kaptan ve bir baş makinist, yaşanmışlıklarından yola çıkarak, denizcilik mesleğinin görünmeyen yüzünü anlattı. Yalnızlıkla örülü vardiyalarını, bastırılmış korkuları ve sessizce sürdürülen mücadeleleri. 

Yüzünde yılları taşıyor

Yüzünde denizin izleri vardı; alnına ve çatık kaşlarının altına tuzla oyulmuş çizgiler yerleşmişti. Gözleri yeşile çalıyordu ama kolayca anlaşılacak türden değildi. Onunla karşılaşan biri, uzun süredir denizde olduğunu bir bakışta anlayabilirdi. Yüzünde sadece yaşı değil, yaşamı taşıyordu. Konuşması yavaştı, durağan ama tok bir sesle başladı: “1985’te başladım bu işe. Henüz 16 yaşındaydım. Kamarottum.” Yakın Yol Gemi Kaptanı İbrahim Şimşek, ailesini, mahallesini, çocukluğunu geride bırakıp denize açılmıştı. Gemide büyümüş, üzerine kıyafet değil, 40 yıl sürecek bir sorumluluk giymişti. 

“Gemiyi bırakmak istediğim çok oldu,” dedi. Fırtına, açlık, susuzluk… Onu en fazla zorlayan olayı sorduğumda hızlıca “Cezayir” dedi. “Henüz yeni ikinci kaptandım. Gemi küçüktü, hava gittikçe ağırlaşıyordu. Kimse yüksek sesle söylemese de bu sefere çıkmamamız gerektiğinin farkındaydık”. Tüm uyarılara rağmen kaptan ısrarla hareket etmiş. Zaman geçtikçe gemi beşik gibi sallanmaya başlamış. “Bazen suya gömülüyor, birkaç saniye sonra tekrar çıkıyorduk. Her defasında ‘Bu sefer battık’ diyordum. Herkes kendi yöntemince direniyordu: biri dua ediyor, biri duvara yaslanıyordu, kimi gözlerini kapatıyor, kimi sessizce ağlıyordu”. Bir noktada kaptan merdivene çöküp, ellerini başına koymuş: “Ben bu hayatta göreceğimi gördüm. Yaşlıyım. Ölsem de olur” demiş. 

“O an karar verildi. Kaptan görevden alındı, kontrolü ben devraldım. Sorumluluğu tek başıma üstlendim”. Yorgun görünen ifadesindeki gurur, fırtınadan sağ çıkmalarını anlatmasıyla belirginleşti. 

Sadece dalgaların sesi vardı 

“İlk oğlum Adem’di,” dedi, sesindeki gurur, yerini hüzne bıraktı. “Telsizle öğrendim eşimin hamile olduğunu. O dönem gemide telefon yoktu. Bir ses duysam yeterdi. Duyduğum tek ses dalgalarınkiydi” dedi. Kontrat uzadıkça büyüyen tek arzusu, oğlunu koklayabilmek, bir kez olsun kucağına alabilmek ve yüzünü görebilmekti. 

Bir gün memleketini aradığında, telefonu annesi açtı. Sesini tanımamış önce, Adem’i, oğlunu sormuş. “Adem öldü ya... Dalga mı geçiyorsun?” demiş annesi. 

Doğduktan bir ay sonra oğlu hastalanıp vefat etmişti. Ne göz göze gelmişlerdi ne de gülüşünü görmüştü. “Sadece bir ya da iki kez sesini duydum” dedi. 

Bu sözleri söylerken yüzüne dikkat kesildim. Sadece bir denizcinin değil, bir babanın en zor anlarını anlattığı belliydi. Gözleri dolmuştu, duygusu gözlerinden okunuyordu. Ancak kısa bir sessizliğin ardından konuyu değiştirdi. 40 yıl önce 16 yaşında yalnız bir çocuktu ve şimdi, o çocuk ilk kez konuşuyordu. 

“Kendimi hep ispatlamak zorunda kaldım

Uzun Yol 2. Kaptanı Hazal Tecer, Türkiye’de az sayıda olan kadın gemi kaptanlarından biri. Hal böyle olunca konu, meslek hayatında karşılaştığı eşitsizliklere geldi. Söz ona geçtiğinde beklemeden, doğrudan konuştu: “Kadın olduğum için sorunlar yaşadım. ‘Kadın denizde uğursuzluk getirir’ diyen de oldu, ‘Sen ne anlarsın’ diyen de…” 

Bir gemide üçüncü kaptanken yaşadığı olayı anlattı “Görev yerim kaptan köşküydü. Kaptan geldi, gözümün içine bakıp ‘Seninle aynı yerde çalışmak istemiyorum. Gerekmedikçe benimle konuşma’ dedi.” Sessiz kalmamış “Benim görev yerim burası” demiş. “Eğer o gün sussaydım, o kontrat boyunca kaptan köşküne bile çıkamazdım” dedi. Gemide astların da sınadığını anlattı “Bilerek sorular soruyorlar. Cevap verince ‘Siz işi biliyormuşsunuz’ diyorlar”. Bunları anlatırken sesi ne kırgındı ne de öfkeli. Sadece yaşanmış bir anıyı aktarır gibiydi. O anlatırken yaşadıklarını hissetmemin mümkün olmadığını anlıyordum. 

İran limanında yaşadığı olay hâlâ aklındaydı: “Güvertede çalışıyordum. İşçiler laf atmaya başladı. Önce sustum ama devam edince elime demir bir çubuk aldım, üzerlerine yürüdüm. Kovaladım”. Durakladı ve gülümsedi: “Ne yazık ki kadınlar için bu normal” dedi kısaca. 

“Gemide bir katliam yaşandı” 

Sesini alçalttı, “Gemide bir katliam yaşandı, yağcının davranışları bir süredir farklıydı. Jeneratöre dua ederek dokunuyor, kafasına göre hareket ediyordu.” Durum şirkete bildirilmişti ama kaptan, “Ailesinin paraya ihtiyacı var, kontratı bitsin” demişti.  

Her şey bir gece oldu “Gece vardiyasında kaptan köşkünde tek başımaydım. Yağcı geldi. Tedirgin oldum. Kaptana haber verdim. ‘Rüya gördüm’ dedi. Sonra aşağı indi. Benim de vardiyam bitmişti”. Kısa bir sessizlik oldu. Ardından kapı sesi… Süvarinin odasından geliyordu. “Gece vakti oraya gelen olmaz. Yağcı konuşmak istemiş. Süvari ‘Sabah konuşuruz’ demiş.” Sonra yardım çığlıkları duymaya başladım. “Kapıyı açmaya çalıştım ama kilitliydi. Yardım çağırdım. İkinci çarkçıyla zorla açtık. Kaptan çoktan hayatını kaybetmişti”. 

İçeri giren ikinci çarkçıya da bıçak savurmuş. “Koridorda karşılaştık. Kendimi odama attım. Kapımı zorladı, açamayınca baş makinistin odasına yöneldi. Yukarı çıkarken beni gördü. Saçımdan tuttu. Bıçakladı. Ama kurtuldum, yukarı çıktım”. O gün 8 kişi yaralanmış. Biri hâlâ felçli. “Gemide anons geçtim, herkes saklandı. Saldırgan yakalandı.” Duraksayıp ekledi “İki gün boyunca o gemide kaldık. Ne karaya çıkabildik ne cenazeyi indirebildik. “Bu bölümü anlatırken sesi titredi, hafifçe gözlerini kaçırdı. “Hayatımın en zor iki günüydü” dedi. 

Olaydan sonra aylarca gemiye çıkmamış. Terapi görmüş. Ama geri dönmüş: “Gemiyi, denizi bırakmak istemedim. Sonra tekrar çıktım. İlk kaptan köşküne çıkışım kolay olmadı ama zamanla alıştım.” 

Hazal, karşılaştığı zorluklar karşısında sessiz kalmayıp direnmeyi seçen, gemide olduğu kadar hayatında da kendi yolunu çizen bir kaptan. Onun hikayesi, yalnızca denizde değil, her alanda verilen mücadelenin ve kararlılığın güçlü bir yansıması. 

“Geldiğinizde herkes yokluğunuza alışmış oluyor”

Sesi sakindi ama yaşadıklarının ağırlığını taşıyordu. Babası da makinacıymış, onun izinden gitmek istemiş. Ancak Uzak Yol Baş Makinisti Kadir Öztekin mesleğin zorluklarını çabuk fark etti: “Altı ay denizde oluyorsunuz. Hayat orada akıyor, siz orada yoksunuz. Döndüğünüzde ise herkes yokluğunuza alışmış oluyor”. “Gemide az kişi, düzen net. Ama karaya inince kalabalığın içinde kayboluyorsunuz. Sanki herkes size bakıyor. Kalabalıkta yürüyemiyorsunuz”. Kızı doğduğunda görmezden geldiği şeylerin artık ağır geldiğini söylüyor: “Eşimden ayrıldım, o zor bir süreçti. Ama kızım doğunca hayatım değişti.” Gemiye çıkmadan önceki son akşam, kızının odasındaydı “Eşim ağlıyordu. Kızım, ‘Baba gitme. Bir daha baba-kız günleri yapamayacak mıyız?’ dedi. “O an üçümüz de ağladık”. Dışarıdan kolay görünüyor ama içerisi bambaşka. Gemiye çıkmak bazen kaçış değil, mecburiyet. Döndüğünüzde hiçbir şey yerli yerinde olmaz; hayat siz yokken akmayı öğrenmiş olur. 

Bu röportajlar, denizcilerin yaşamındaki zorlukları, özlemleri ve tehlikeleri açıkça ortaya koyuyor. Ancak tüm bu ağır yüklerin karşılığında temel sosyal ve ağır hizmet hakları hâlâ eksik.