Kitap sektörü sorunlarıyla gündemde
31.12.2019 23:11

Kitap sektörü sorunlarıyla gündemde


Haber Üsküdar - Bilal Sadi

Kitap yayıncılığı dünyası, her yıl basılan ve okurun ilgisine sunulan binlerce kitapla oluşan büyük bir sektör. 2019 yılının Ocak ayında yürürlüğe giren torba yasayla, süreli yayınlardaki katma değer vergisinin kaldırılması ve artan kâğıt fiyatları nedeniyle, yıl boyunca Türkiye’de yayıncılık dünyası birçok kez tartışma konusu oldu.

ISBN: Kitapların TC No’su

Bir kitabın yayın sürecindeki en önemli hususlardan biri olan ISBN (International Standard Book Number, Uluslararası Standart Kitap Numarası), eserin künye bilgilerinin bulunduğu numaralandırma sisteminin kısaltması. ISBN sayesinde kitapların takibi mümkün hale geliyor. ISBN için bir bakıma kitapların TC kimlik numarası denebilir. Bu kod numarası 2007 yılından itibaren 13 haneli olarak atanmakta. Daha önceleri 10 hane olarak belirlenmekteydi. ISBN numaraları sayesinde, Kültür Bakanlığı tarafından yayıncılara verilen ve ilgili kitaba dair en tutarlı ve güvenilir takibatın yapıldığı bandrol istatistiklerine ulaşılabiliyor. Nitekim 2019’un ilk aylarında Ferit Edgü’nün kitaplarının ISBN taramasıyla ortaya çıkan, ardından birçok yazar ve çevirmenin emeğinin hakkının yayınevlerince çalındığının anlaşıldığı bandrol skandalı uzun süre yayıncılık dünyasının gündemini meşgul etti.

Kitap bandrol talebi 2019’da kısmen geriledi

Bir kitap yayımlanmadan önce alınan bandrol sayısı o kitabın kaç kopya basılmakta olduğunu ifade ediyor. Bir kitabın 2000 kopya basılması halinde 2000 bandrol yayıncıya veriliyor ve matbaada bu küçük yapışkanlar her bir kitabın arka kapağına yapıştırılıyor. Bandrolsüz kitap satmak ilgili yasa gereği suç sayılıyor.

Yayımcı Meslek Birlikleri Federasyonu (YAYFED), 2018 yılında açıkladığı verilerde bandrol kapsamında Türkiye’de basılan toplam kitap adedini 410 milyon 641 bin 305 olarak açıklamıştı. Bu verilere göre, 2018 yılında bir önceki yıla göre yaklaşık yüzde 1’lik bir artış yaşanmıştı.

YAYFED, kendi web sitesinde yayımlanan açıklamada, 2018 yılında yaşanan ekonomik krize rağmen kitap basımında düşme yaşanmadığını ifade etmişti: “Haziran ayı seçimleri ve arkasından yaşanan ekonomik konjonktür sektörün büyümesini sınırlamıştır. Bu süreçte yaşanan bütün olumsuzluklara rağmen sektörün bir önceki yıla göre üretilen kitap adetinde büyüme göstermiş olması gerçekten takdir edilmesi gereken önemli bir başarıdır.”

2019 yılına geldiğimizde ise Ocak, Şubat, Mart, Nisan ve Mayıs aylarında bir önceki yıla göre düşüş söz konusuyken Haziran, Temmuz ve Ekim aylarındaki artışla dengelendi. Aralık ayında bir önceki yılla benzer sayıda kitap basımı gerçekleştiyse, 2019 yılında bir önceki yıla göre kısmen gerilediği söylenebilir.

Yayıncıların belini büken bir kriz: Kâğıt fiyatları

Yayıncılık piyasasını belirleyen dinamiklerden biri kâğıt fiyatları. Ülkemizde son yıllarda artan enflasyon oranları, ekonomideki dalgalanmalar ve en önemlisi döviz kurundaki âni artışlar kâğıt fiyatlarında keskin ve ciddi yükselişlere neden olmakta.  

Türkiye’de kâğıt sanayisi, Cumhuriyetin ilk döneminde bir kâğıt fabrikasının temelinin 14 Ağustos 1934’te İzmit’te atılmasıyla başlamış ve sonraki yıllarda Türkiye Selüloz ve Kâğıt Fabrikaları İşletmesi Genel Müdürlüğü (SEKA) adını alarak, iktisadi bir devlet kuruluşu olarak ülkenin başlıca kâğıt üreticisi haline gelmişti.

İzmit SEKA kağıt fabrikası özelleştirme politikaları kapsamında 2005 yılında kapatıldı ve kâğıt ihtiyacı ithalat yoluyla karşılanmaya başladı. 2019 itibariyle kitap kâğıtlarının en yaygın olarak kullanılanları 750 Euro/ton ila 1080 Dolar/ton civarında bir maliyet anlamına gelmekte.

Yayıncılar, 2018 Yazında hızla yükselen döviz kuru nedeniyle kâğıt maliyetlerinin iki katına çıkmasından duydukları rahatsızlığı her fırsatta dile getiriyor ve bu maliyetlerle pek çok yayınevinin kapanma riskiyle karşı karşıya geldiğini söylüyor.

Türkiye Gazeteciler Cemiyeti öncülüğünde kâğıt krizi raporu

Türkiye Gazeteciler Cemiyeti tarafından 11 Eylül 2018 tarihinde Basın Müzesi’nde düzenlenen “Gazete ve Yayıncılıkta Kağıt Sorunu” başlıklı toplantıya Türkiye Yayıncılar Birliği temsilcileri de katıldı. Hazırlanan raporun girişinde Türkiye’de gazetecilik ve yayıncılık sektörünün zor günlerden geçtiği, basın sektöründe kapanan yayın organları nedeniyle işsizliğin yüzde 30’a ulaştığı, son 10 yılda işsiz kalan gazeteci sayısının 10 bini aştığı ve ek olarak, dövizdeki yükselme nedeniyle ithal edilen kağıt fiyatlarında da önemli bir artış yaşandığı ifade ediliyor. Ardından, 18 maddelik öneriler listesine yer veriliyor. Öneriler arasında yerli kağıt üretimi için seferberlik başlatılması, gazete kağıdından alınan KDV’nin kaldırılması, kitap yayıncılığında KDV oranlarının düşürülmesi, okullardaki kütüphane sayılarının artırılması gibi talepler yer alıyor.

Bu işin mutfağı kaostan uzak, sakin bir ortama sahip olmalı!

Tüm bu istatistikler ve bilgiler ışığında yayın camiasının içinden bir isimle, VakıfBank Kültür Yayınları yayın danışmanı Dr. Hasan Aksakal ile kitap yayıncılığı sektörünün sorunlarını konuştuk.

Şu anda genel hatları ile yayıncılık camiasını değerlendirecek olsanız nelere değinirsiniz?

Türkiye son yıllarda büyük bir sıçramayla dünyanın önde gelen kitap yayıncılığı merkezlerinden birisi haline geldi. Soğuk Savaş’ın sonlanmasının hemen ardından, 1990’larda başlayan çeviri ağırlıklı hareketlenme, 2000’lerde hız ve çeşitlilik kazandı ve 2010’larda bazı kitapların ya da yazarların “fenomen” haline gelmesinin de etkisiyle, muazzam satış sayılarına ulaşıldı. Bununla beraber, yapısal sorunlar had safhada. Evvela, bütün yayıncılık dünyası 8-10 tane “fazla büyümüş” ya da “obez” diyebileceğim yayıneviyle tamamen reklam politikaları doğrultusunda parlatılmış 15-20 yazar etrafında dönüyor ve her yayınevi bu güneş sistemine tâbi şekilde çalışmaya mecbur ediliyor. Obez yayınevleri baskısı biten kitapları takip edemez haldeyken, yeni kitap başvurularına cevap yetiştiremez haldeyken, patronların her ay 20-30 kitap yayımlama baskısıyla, yayın müdüründen editörüne, grafikerinden tasarımcısına bir dolu özensizlik birbiri ardınca sıralanıyor. Benim duygusal açıdan en zorlandığım kısım, editör-redaktör olarak bu camiada dolaşan bir dolu entelektüel insanın güvencesiz, sigortasız, düşük ücretle çalıştırılıyor oluşu. Halbuki bu işin mutfağı kaostan uzak, sakin bir ortama sahip olmalı. Ürün üzerinden konuşacak olursak da, dağıtım sorununun başlıca derdimiz olduğu muhakkak. Çok iyi kitaplar maalesef dağıtım ağlarına takıldığı için hem memleketin birçok yerine hem de okuruna ulaşamıyor. Henüz organize olamamış, toz bulutu içinde ilerleyen bir sektörden ve dedikodusu, haseti, fesatı bol, birkaç yüz kişilik küçük bir camiadan bahsediyoruz.

Bandrol talebinin 2019 yılında azalmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Yaşanan ekonomik krizin ilk kurbanları kültür-sanat olur derler. Ben buna pek inanmıyorum. Fakat kâğıt ve özellikle de telif haklarının alımı açısından doların 2018 içinde 4 liradan 6 lira civarına çıkmış olması, çeviri ağırlıklı pek çok yayınevinin canını fena halde yaktı. Kaçınılmaz olarak artan maliyetler etiket fiyatlarını da yükseltti ve bundan okur da, yayıncı da hoşnut değil. Domates, biber, patlıcanı hızla iki katına çıkarabilir ve ev hanımlarını kızdırmakla beraber mevsimsel açıklamalar yaparak konuyu geçiştirebilirsiniz, ama kitap okuru değil yüzde yüz, yüzde yirmilere bile kolay ikna olmaz. Yani, herkes bu türbülans dolayısıyla bir parça yavaşlamak zorunda hissetti. Azalma varsa, başlıca sebepler buralarda bulunabilir.

Kişi başına düşen kitap sayısının 7 civarında olması hakkında ne düşünüyorsunuz?

Bu iyi bir bilgi! 80 milyon ve yedi katı kitap; 540 milyon. Öyle mi? Ders kitaplarını çıkarırsak, hem üniversitelerin hem de halka açık kütüphanelerin kullanımlarındaki verimsizliği akılda tutarsak, “Her canlı bir Stefan Zweig kitabı alacaktır” varsayımıyla yapılan pazarlamayı görürsek, bu ortalamayı Sabahattin Ali’yle, George Orwell’le, Orhan Pamuk’la, ismini anarak onurlandırmak istemediğim sözde kişisel gelişimcilerin çok satan kitaplarıyla hesaplarsak, ortalama yedi kitap hiç fena değil. 

Kişi başına düşen kitap sayısının düşük olması yayıncıları ne denli etkiliyor?

Her yayınevi kendi okurunu kendi yaratmak zorunda. Piyasa 8-10 yayınevinin hâkimiyetinde, işler böyle yürüyor. İmkânsızlıklara rağmen, dağıtımcı sorunlarına, hatta yer yer zorbalığına rağmen, küçük yayınevleri hayatta kalmak adına yeni stratejiler geliştiriyor ve sosyal medyanın olumlu etkisiyle kendi “agora”sına az-çok kavuşuyor. Sorun hem kitabın hem de okurun kitapçı dükkânına gitmemesiyle daha çok alakalı bence. Kitap satılan mağaza sayısı az; mevcut mağazalar da boyalı kitaplarla ve dekoratif şeylerle dolu. Yüksek ve çarçabuk kâr hırsı her yerde. İnternet satışlarındaki büyük indirimler gözümüze hitap etse de, aslında sistemin büyük aktörlerinin tekelleşmesine yol açıyor.

Yayıncıların maliyet bakımından en çok zorlandığı durumların başında yüksek kâğıt maliyeti geliyor. Siz bu kâğıt maliyeti hakkında ne düşünüyorsunuz?

Kâğıt tedarikinde İskandinav ülkeleri, Almanya ve Kanada şirketleri başlıca muhataplar. Onların nezdinde bir ton kâğıdın 500-700 Dolar ya da Euro olması bir sorun değil. İthalatçı firmalar kâğıdı Türkiye’ye 700-1000 Dolara/Euro’ya satıyor. Buna alışkınız zaten. Ancak döviz kuru hızla yukarı gidince maliyetler can yaktı; dövizde bariz bir gerileme olmadığı sürece sorun devam edecektir. Çin’den bir ara kâğıt alımına niyetlenildi, ancak Çin malında kanser yapacak oranda yüksek selüloz varmış, bütün uluslararası muhataplar Çin’den kâğıt alımını bıraktı. Yegâne çözüm, bir kâğıt fabrikası kurmak olarak görünüyor.

Hazırlanan kâğıt krizi raporunu gördünüz mü? Rapordaki öneri ve talepler hakkında ne düşünüyorsunuz?

Yayıncılar genel taleplerde mutabık. Ancak sektör içi aktörler arasındaki dengesizlikler, eşitsizlikler çok büyük olduğu için ikincil gündem maddelerini dile getirmeye başlar başlamaz yollar çatallanıyor. Ekonomik zorluklar çeken birçok yayınevi elindeki kitap dosyalarını ya hiç basamıyor ya da yeniden basamıyor ve büyük yayınevleri “Buyurun, bize gelin” diyerek çevirmeni, yazarı kendine çekiyor. Kısacası, zengin daha da zenginleşip pazar payını büyütüyor. Bunu yaparken de, “Gelin, hep beraber büyüyelim” demiyor kimse. Çevirmen, editör, redaktör; insan unsurunu hâlâ yeterince düşünen pek yok. Yayıncılık nargile-kafe işletmeye benzemez; bu denli büyük kâr hırsının olması maalesef yayıncılık dünyasının bütün çalışanlarını mutsuz kılıyor.