Resim eğitmeni Banu Yılmaz: "Kendimi bildim bileli çizim yapıyorum"
12.01.2022 19:42

Resim eğitmeni Banu Yılmaz: "Kendimi bildim bileli çizim yapıyorum"


Haber Üsküdar - Büşra Kuş

Resim sanatı, tarih öncesi dönemlerden itibaren insanın duygularını, düşüncelerini, yaşantısını, isteklerini kısacası kendisini en güzel ifade ettiği sanatlardan biri. Çoğu kişi hayatının belli bir döneminde sanata ilgi duyduğunu söylüyor. Biz de resim sanatına dair merak edilenleri, yaklaşık sekiz yıldır bir halk eğitim merkezinde kara kalem, yağlı boya, sulu boya gibi birçok görsel sanat dalında eğitmenlik yapan Banu Yılmaz'a sorduk.

    

Çocukluk yıllarından beri resim yapmayı sevdiğini söyleyen Banu Yılmaz, resim yapmanın küçüklükten gelen bir şey olduğunu ve bu alana teşvik etmede babasının etkisinin büyük olduğunu dile getirdi. "Resim hayatım şurada başladı diyemiyorum. Kendimi bildim bileli çizim yapıyorum. Gelen misafirlerimize bile resimlerimi gösterip ‘nasıl olmuş’ diye sorardım. İçgüdüsel olarak, insanın içinden gelen yeteneği bir şekilde ortaya çıkıyor” dedi.

Resim sanatında üretkenliğe yetenekle ulaşılıyor

Banu Yılmaz, sanatın yetenek işi olduğunu ancak bu yeteneğin geliştirilebileceğini belirtti. Var olan kurslar aracılığıyla kişinin farkında olmadığı bir yeteneğini ortaya çıkardıklarını belirten Yılmaz şöyle konuştu: "Kimi insanın spora, müziğe yatkınlığı vardır kimisinin de resme. Resim çizmeninse bir tekniği var. Bu tekniği öğretmek çok zor değil. Sanatseverde kreatif dediğimiz üretkenlik kısmı yoksa öğrendiği şey de sabit kalıyor. Çok güzel çiziyor, şekillendiriyor. Ancak üretkenlik olmayınca bir yerde tıkanıyor. Burada da kişinin yeteneği ön plana çıkıyor. Üretkenlik kısmına yetenekle ulaşıyoruz. Teknik kısım yalnızca yapmayı, güzel görmeyi öğretiyor. Yetenek olansa kendinden bir şeyler katabilmek ve yeni bir şey ifade edebilmek."

Sanatta akademik bir eğitim şart

Görsel sanatların sanatçısı olmak ve özellikle sanat alanında kendini geliştirmek için güzel sanatlar fakültelerinin gerekliliğini vurgulayan Yılmaz, bireyin bu fakültelerle bildiğinin, gördüğünün, deneyimlediğinin üzerine artı şeyler ekleme fırsatı sağladığına değindi. Alınan dört yıllık eğitim içerisinde sanat tarihi, desen gelişimi, teknoloji tasarımı, kaligrafi gibi yazı sanatları, heykel, yağlıboya, seramik gibi çeşitli dallarda deneyim sahibi olunduğuna işaret etti. Böylelikle sanatseverin farklı yönlere yeteneği var mı yok mu ortaya çıktığının altını çizdi.

Atölye eğitimiyle akademik eğitimin farkını da açıklayan Yılmaz, “Bir atölyeye gidersiniz ve bir hocanın öğrencisi olursunuz. Onun ekolünde devam edersiniz. Ama üniversite, farklı hocalardan farklı görüşleri özünüze alarak kendi yolunuzu çizmenizde önemlidir. Bu yolda gelişim sürekli devam ediyor. Mezun olduktan sonra ‘ben oldum, artık sanatçıyım’ dememeliyiz. Hayat boyu devam eden bir yolculuk. Benim için de aynı şekilde. Öğrencilerimin her biri benim için ayrı bir dünya. Her dünyadan da bir şeyler öğreniyorum” diye konuştu. Ayrıca üniversiteye girmiş olup kendisini geliştirmeyenlerin yanı sıra üniversite imkânı edinememiş naif sanatçıların da varlığını dile getiren Yılmaz, akademik eğitim almayanların da bir şekilde kendisini keşfetmiş olabileceklerini hatırlattı.

    

Resim yapabilmenin yolu karakalemden geçiyor

Kara kalemde kurşun kalem, kömür gibi araçlarla çizim yaparken yağlı boya ve sulu boyada daha renkli bir sanat görüyoruz. Ancak birbirinden ayrı değil. Resmin asıl temelinin ve olmazsa olmazının kara kalem olduğunu söyleyen Banu Yılmaz, çizimi başarılı yapabilmek için kara kalemde başarılı olmanın gerektiğini savundu. Yağlı boyaya başlayan birinin kara kalemde yeterli olmadığı takdirde çalışmasının taslağını oluşturamayacağını söyledi. Kara kalemde öğrencinin oran-orantı, kompozisyon gibi çeşitli çalışma aşamalarından geçtiğini ifade etti. Yağlı boya veya sulu boya çalışmasının taslağının kara kalemle oluşturulduğundan bahsetti. Ancak renklerin de duygularımızı anlatmaktaki etkisinin büyük olduğunu vurguladı.

Kara kalemin yanı sıra renkleri kullandığımızda kendimizi ifade etmemizin biraz daha kolaylaştığını belirten Yılmaz şöyle örnekler verdi: “Mavi rengin sakinliğini, huzur veren etkisini ya da kırmızının şiddet veren etkisini kullanabiliriz. Renklerin dillerini sanatımızın parçası olarak ifade edebiliriz. Ben kendi açımdan renkleri çok seviyorum. Canlı renklerin bir arada kullanıldığı kompozisyonları daha ilgi çekici buluyorum. Her sanatçının kendine has bir yönelimi, sanatta ilerlemeyi düşündüğü bir kılavuzu vardır. Ben sulu boyada kendimi bulduğumu düşünüyorum. Ama bu demek değildir ki yağlı boya çalışmayacağım. Bir ilham gelir farklı bir şey denemek isteyebilir. Her sanatçının esere bakışı, eserinde görmek istediği ton başkadır. Örneğin Picasso’nun bir dönemi maviyken bir dönemi de pembeydi. Duygularıyla, yaşadıklarıyla görmek istedikleriyle farklı farklı dönemleri olabilir."

Günümüz Türkiye’sinde sanat olması gerektiği yerde değil

Sanatın tarih içerisindeki gelişim sürecine de değinen Yılmaz, anlattıklarıyla geçmişe uzandı. Eski Türk devletlerinde ve Osmanlı Dönemi’nde Türklerin hiçbir zaman sanattan ayrı olmadıklarını söyledi. “Türklerin, sanatı kendine has icra edişleri var. Özgün stilizasyonları, soyutlamaları, renk yapıları mevcut. Örneğin Osmanlı’da nakkaşların eserleri, önemli günlerin resmedilmesi, askerlerin eğitim amacıyla batıya gidip orada sanata yönelmeleri, sanat okulları ve atölyelerinin açılması sanattan ayrı olmadıklarını gösteriyor. Aslında Türkiye’deki sanatın temelinin bunlar olduğunu söyleyebiliriz. Günümüze geldiğimizde ise sanatçının tam da hak ettiği noktada olmadığını düşünüyorum. Sanatla alakalı sergilerin, eğitimlerin daha ulaşılabilir olduğunu görüyoruz. Ancak sergi açmak çok meşakkatli bir iş. Burada sanatçıya destek verilmeli. Sanatçı üretim yapıyor ama malzemeler maliyetli. Kâğıttan kaleme, sergi yeri bulmaktan kokteyle oldukça maliyetli bir serüven. Götürüsü getirisinden çok fazla. Sanatçı desteklenmeli. Türkiye’de bu açıdan sanatçıya kolaylıklar sağlanmalı diye düşünüyorum” şeklinde konuştu.

Sanat kurslarına talep yoğun

Kurslara talebin yoğun olduğunu belirten Banu Yılmaz, sözlerini şöyle sürdürdü: “4 yaşında bir çocuk bile kendisini yazıdan önce karalama yaparak ifade ediyor. Her yaşta insan görsel sanatlara ilgi duyuyor. Kimisi ‘bende acaba yetenek var mı’ diye gelirken kimisi keşfettiği yeteneğini geliştirmek için geliyor. Sosyal olmak için gelen de var dövme sanatçısı olup gelen de. Düşüncelerini dağıtma fikriyle aramıza katılan da oluyor. Talep çeşitli ve yoğun. Öğrencilerimin yüzlerinde başardım çizdim mutluluğu gördüğümde çok mutlu oluyorum. Tek taraflı bir öğrenme değil, ben de onlardan çok şey öğreniyorum.”

Yılmaz, son olarak resim sanatlarıyla ilgilenmek isteyenlere şu şekilde tavsiyelerde bulundu: “Bu sanatla ilgilenmek isteyen sanatseverlere söyleyebileceklerim, kendilerini geliştirmek için farkındalıklı şekilde doğayı ve insanları incelemeleridir. Bakmak ve görmek arasındaki farkı sezinlemeli, bu ayrımı yapabilmek için çaba göstermeli. Araştıran, bilen, doğaya insana sevgiyle yaklaşan birey olmalı. Sanatın özü sevgi. Sanatseverler bir sanatla uğraşırken kendilerine karşı eleştirel yaklaşımda bulunmalı ancak bu acımasız olmamalı. Kendini acımasızca eleştirmek de gelişimin önünü kesen bir olay. Öyle bir yolculuk ki yaptıkça güzelleşecek. Bu yolda sabırlı olmak gerekir.”