Sosyoloji Kulübü'nün deprem konulu paneli gerçekleştirildi
27.05.2023 02:07

Sosyoloji Kulübü'nün deprem konulu paneli gerçekleştirildi


Haber Üsküdar – Sefa Mert Kahraman

Üsküdar Üniversitesi Sosyoloji Kulübü tarafından "Toplumun Ertelenen Yüzü Deprem” konulu bir panel gerçekleştirildi. Panele Üsküdar Üniversitesi İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi Sosyoloji Bölüm Başkanı Prof. Dr. Barış Erdoğan, Üsküdar Üniversitesi İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi Dr. Öğr. Üyesi Meltem Narter ve Üsküdar Üniversitesi İletişim Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Süleyman İrvan konuk oldu.

Üsküdar Üniversitesi Güney Yerleşke Fuat Sezgin Konferans Salonu’nda gerçekleşen etkinlikte depremin sosyolojik, psikolojik ve medyatik yönü ele alındı.

Prof. Dr. Süleyman İrvan: "Çok unutkan bir toplumuz"

Depremin medyadaki yansımaları ve deprem haberciliği hakkında konuşan İletişim Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Süleyman İrvan, “Biz aslında çok unutkan bir toplumuz. Depremin üzerinden yüz küsür gün geçti biz artık unuttuk tamamen, şu anda başka bir gündemimiz var, depremi hiç konuşmuyoruz. Bu psikolojik olarak travmayı atlatmak için belki de iyidir, bilemiyorum. Aslında bu travmayı toplumun tamamı yaşadı. Deprem görüntülerini her gördüğümüzde biz aslında aynı şeyi yaşıyoruz. O günlerde bu görüntüleri canlı yayınlarda neredeyse yirmi dört saat takip ediyorduk. Bu son deprem aynı zamanda canlı yayımlanmış ilk deprem oldu. Daha önce de biliyorsunuz çok yıkıcı depremler yaşadık. Mesela 99 depremi de çok yıkıcı bir depremdi, daha sonra Düzce depremi oldu. O depremlerle ilgili elimizde haberler var ama çok az görüntü var. Kahramanmaraş depreminde hem televizyonlar canlı yayınlarla hem sosyal medyadan insanlar kendi hesaplarından inanılmaz görüntüler paylaştılar. Benim bir öğrencim var, kendisi otuz yıllık gazetecidir aynı zamanda, deprem sürecinde muhabirlerin sahaya gidişini organize etmişti. Ona bu süreçte ne kadar haber ürettiklerini sormuştum, ‘bilmiyorum hocam bir araştırayım’ dedi. Ne kadar haber üretildiğini bilmiyoruz. Altmış güne yakın sahada kalan muhabirler var ve bu muhabirler her gün onlarca haber ürettiler, ana gündemimiz depremdi. Ben bir gazetecilik hocası olarak bu süreci yakından takip etmeye çalıştım. Habercilik boyutuyla nasıl oluyor, sosyal medyadan nasıl bir paylaşım yapılıyor diye. Biz fakülte olarak ‘Sosyal medya kullanıcıları ve gazeteciler için deprem haberciliği rehberi’ başlıklı otuz maddeden oluşan, gördüğümüz sorunlardan yola çıkarak bir rehber hazırladık. Habercilik nasıl daha iyi yapılabilir sorusunu cevaplamaya çalıştık. Çünkü bu süreçte problemli habercilik pratikleri de oldu” ifadelerini kullandı.

"Deprem konusunda deneyimli habercilik yapabilecek muhabir yok"

Medyada deprem konusunda habercilik yapılabilecek donanıma sahip kimsenin olmadığını söyleyen Süleyman İrvan, "Deprem olduğunda sahaya magazin muhabirlerini bile deprem haberi yapmaya göndermişler. Çünkü medyada afetler konusunda deneyimli muhabir yok. Magazin muhabirleri deprem olduğunda biz de sahaya gidelim demişler. Hayatları boyunca ünlüler hakkında haber yapmaya çalışan magazin muhabirlerini medya kuruluşları Maraş’a, Adana’ya, Hatay’a gönderdiler. Bu arkadaşlar oradan deprem haberi yaptılar. Ben öğrencilerime bölgeye giden gazetecilerle röportaj yaptırdım. Gazetecilere ne tür bir hazırlık yaptıklarını sorduk, hiç kimsenin doğru düzgün bir hazırlığı yoktu, tamamen akıllarına ne geldiyse onları alıp gitmişler bölgeye. Oraya gittiklerinde ihtiyaçların ne olduğunu görüyorlar. Bir süre sonra yardımlaşarak süreci devam ettiriyorlar. Bütün bu olumsuzluklara rağmen şunu da söyleyeyim. Ufak tefek hatalar elbette oldu ama iyi bir habercilik yaptılar" şeklinde konuştu.  

Prof. Dr. Barış Erdoğan: "Deprem tahrip gücü en yüksek doğal afetlerden bir tanesi"

Depremin toplumsal ve kültürel boyutlarına değinen İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi Sosyoloji Bölüm Başkanı Prof. Dr. Barış Erdoğan, “Deprem dünya genelinde en yaygın gerçekleşen ama tahrip gücü de en büyük olan doğal felaketlerden bir tanesi. Depremin hem bireysel hem de kurumsal düzeyde toplumsal yapı üzerinde derin etkileri oluyor. Muhtemelen bu depremin de ileriki dönemde kurumsal yapılarımızda çok büyük etkileri olacağını göreceğiz. Deprem sosyolojisi doğal afetlerin sosyal boyutlarına ilişkin pratik kavrayışlar sunarak bize insanların, toplumların deprem deneyimlerini şekillendiriyor. Deprem sosyolojisinde depremin fiziksel yıkımının ötesinde hükümetlerin, kurumların, bireylerin ona nasıl tepki verdiklerini, depremden önce veya herhangi bir felakete nasıl hazırlandıklarını, deprem sonrası ilişkileri tekrar, yapıyı nasıl değiştirdiğini, dönüştürdüğünü anlamaya çalışıyor” dedi.

"İnsanlar içinde yaşadıkları kültürün öngördüğü şekilde tedbirler alıyor"

Felaketi nasıl yönettiğimizi belirleyenin içinde yaşadığımız kültürel dünya olduğunu söyleyen Erdoğan, “Aslında deprem bir doğa olayı. Herkese karşı sınıfsal olarak bakarsak; işçiye de, zengine de milliyet açısından bakarsak Türk’e de Japon’a da, din açısından baksak Müslümana da gayrimüslime de bir ayrıcalık yapmıyor. Ancak içinde yaşanılan toplumun değerleri, inançları, sosyal normları depreme karşı farklılık gösteriyor. Bizler depreme karşı nötr değiliz, her birimizin içinde yaşadığımız kültüre göre onu algılayışımız, onu bir yönetme biçimimiz var. Sosyal bilimlerin bize öğrettiği, depremin yıkıcı etkilerine karşı mücadelenin sadece deprem yönetmelikleriyle işte birtakım mühendislik standartlarına uyarak yapıların yapılmasıyla ya da bu yapıların uygun olmasıyla yeterli olmadığını da gösteriyor. Türkiye ve Japonya’nın deprem yönetmeliklerine bakacak olursak aralarında neredeyse hiçbir fark yok. Bakıyoruz benzer şiddet ve büyüklükte bir deprem olduğu zaman Japonya’da neredeyse hiç insan ölmüyor, binalar yıkılmıyor ama ne hikmetse aynı yönetmeliğe sahip bizim toplumumuzda binlerce, on binlerce insan ölüyor, binalar yıkılıyor. Demek ki aslında felaketleri yapılandıran içinde yaşadığımız kültür. İçinde yaşadığımız yapı onların nereye doğru gideceğini bize belirtiyor. Çünkü insanlar içinde yaşadıkları kültürün öngördüğü şekilde tedbirler alıyor” ifadelerini kullandı.

Dr. Öğr. Üyesi Meltem Narter: "Biz psikologlardan travmaların etkilerini kaybetmemizi bekliyorlar"

Depremin psikososyal boyutunu anlatan İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi Dr. Öğr. Üyesi Meltem Narter, "Ben biliyorsunuz aslında sosyal psikoloğum. Bu tür olayları yaşadıktan sonra yavaş yavaş bazı ayırımlar yapılması gerektiğinin, bazı tanımların yeniden oluşturulması gerektiğinin farkına varıyorum. Çünkü her ne kadar bilimle uğraşıyor olsanız da, ne kadar nesnel taraftan hayatı anlamaya gayret ediyorsanız da, sorun çözümlerinizi ne kadar daha ayrık bir yerden, daha özerk bir yerden sorgulamaya çalışıyor olsanız da ülkemizde böyle bir felaketin yaşanıyor olması sizin de bu felaketin bir gün etkileneni olacağınızı size hissettiriyor. Önce buradan, özellikle bu mesleği icra edenlerin ayrışması çok önemli. 1999 depremini bizzat yaşamış ve deprem bölgesinde de çalışmış biriyim. Bu depremde bölgeye gidemedim ama bütün meslektaşlarımın aktif olarak görev yaptığını biliyorum. Bunların tamamı son derece duygusal. Duygusal taraftan baktığınız zaman birçok şeyi çözemiyorsunuz çünkü durum çok büyük ve aslında tek başınıza üstesinden gelebileceğiniz bir meseleyle uğraşmıyorsunuz. Bu bakış açısını kazanmak gerekiyor. Bir diğer önemli konu da şu: Biz psikologlardan daima insanlar şunu bekliyor: Herhangi bir durum veya koşulda bir travma yaratıcı unsur ortaya çıktığı zaman siz bize bir şey yapın biz hemen düzelelim, bu travmanın etkileri kaybolsun, biz hemen normal hayatımıza geri dönelim. Bu kayıplarda da böyledir. Mesela bir genç aile bireylerinden annesini, babasını kaybeder, çocuk çok depresiftir. Bize derler ki, ‘Ne zaman normale dönecek?’ Bilmiyorum çünkü bu çok bireysel bir şeydir. Bizden travmanın hep geçirilmesi isteniyor ama travmanın oluşumunu sağlayan unsurların gözden geçirilmesi gereğini de bizlerin dile getirmesi gerekiyor” şeklinde konuştu.

"Herhangi bir şeyden travmatize olabilirsiniz"

Travma ve afeti birbirinden ayırmak gerektiğini dile getiren Narter, "Travma ve afeti birbirinden ayırmak lazım, felaket ve afeti birbirinden ayırmak lazım. Herhangi bir şeyden travmatize olabilirsiniz. Bedensel ve ruhsal bütünlüğünüzü bozan herhangi bir şey travma yaratıcı olabilir. Travmayla nasıl baş edeceğiniz başta size aittir ve travmayla baş etmek istemenizle ilgilidir. İş toplumsal boyuta geldiğinde bazen toplumlar travmalardan da beslenirler. Travma da bir arada olmak o toplumun önemli yürütücülerinden biri olabilir. Biz hep ihtiyaçlı halde kalmayı tercih ediyoruz, bu kadar ihtiyaçlı halde kalmak da büyümemek demektir. İhtiyaçlı olmamak demek aslında travmayı alt etmiş olmak demek. Böyle bir felakette yaşanan travmanın boyutu tartışmasız. Yani bizim meslek alanımızda burada yaşanan travma ve psikologların psikolojik destek hizmeti verirken uyguladıkları yöntemler çok özel ve önemli. Bunlar için özel eğitimler alınması gerekir, öyle her önüne gelen gidip de orada bunu yapamaz” diye konuştu.