Üsküdar İletişim'de hesaplamalı tasarım ve sanat konuşuldu
Haber Üsküdar – Hazal Göksun
Üsküdar Üniversitesi İletişim Fakültesi Görsel İletişim Tasarımı Bölümü ile Çizgi Film ve Animasyon Bölümü tarafından ‘Hesaplamalı Sanat ve Tasarım’ konulu etkinlik gerçekleştirildi.
Üsküdar Üniversitesi İletişim Fakültesi Görsel İletişim Tasarımı Bölümü ile Çizgi Film ve Animasyon Bölümü tarafından düzenlenen tasarım sohbetlerinde ‘Hesaplamalı Sanat ve Tasarım’ konusu ele alındı. Moderatörlüğünü Görsel İletişim Tasarımı Bölüm Başkanı Prof. Dr. Hatice Öz Pektaş ile Çizgi Film ve Animasyon Dr. Öğr. Üyesi Kerim Dündar’ın yaptığı etkinliğe Memo Akten, Bager Akbay ve Esra Özkan konuk oldu.
Memo Akten: ‘‘Dünya, evren, gerçeklik komplike bir şekilde yerleştirilmiş’’
Görsel enstrümanlar, vücutsal içselleştirilmiş etkileşim, arttırılmış fiziksel gerçeklik, algı, biliş ve yapay zekâ konuları hakkında tecrübelerini paylaşan Memo Akten, “Beş yıldır yapay zekâyla ilgileniyorum. Yeni teknolojilerin; kültür, toplum, akıl ve iletişim konularına etkisi üzerine çalışıyorum. Genellikle kod yazarak işlerimi ortaya koyuyorum. İstanbul’daki bir festivalde, büyük bir ışık ve ses yerleştirmesi yaptım. Bu proje 2011 yılında başladı. Farklı, değişik formları var. Şuan gösterdiğim projenin özünde; içinde yaşadığımız dünya, evren, gerçeklik çok komplike bir şekilde yerleştirilmiş. Bu çok basit madde çözümlemelerinden ortaya çıkıyor ve bu gerçeklikte bir düzenlilik var. Burada birçok tabaka var. En alt tabakada kuantum alanları ve dalgalar bulunuyor. Atomlar görüyoruz. Atomların etkileşiminden moleküler, moleküllerin etkileşiminden daha komplike moleküler olan aminoasit ortaya çıkıyor. Aminoasitlerin etkileşiminden daha da gelişmiş bir şey olan hayat ortaya çıkıyor. Böyle olunca ekonomi, psikoloji, sosyoloji, nöroloji gibi alanlar doğuyor. Bu sistemde bir bakıma bunun soyut bir yansıması. Bu sisteme baktığımızda daha basite indirgeyebiliyoruz. Genel olarak bu konulara ilgi duyuyorum. Gözlemlerimize anlam verirken bu şekilde kompres ederek yapay zekâ ile bağlantı kurmaya çalışıyoruz” ifadelerini kullandı.
Dr. Öğr. Üyesi Kerim Dündar: “Hesaplamayı, yeni bir farkındalık ve bilinç ile anlamak olarak görüyorum”
Etkinliğin ana konusu olan ‘hesaplamalı sanat ve tasarım’a doğru yönelen ve önceki etkinlikte söylenen bir olguya da değinen Dr. Öğr. Üyesi Kerim Dündar, “Bir önceki panelde bu konuyu tartıştık. Hesaplamalı kelimesinin zihinlerde uyandıran o derin anlamını bilim şimdi ne kadar karşılıyor? Zamanla o da gelişecek çünkü hesaplama aynı zamanda ‘Calculation’ kelimesinin de karşılığıdır. Öncelikle İngilizce olarak söylendiğinde dört işlem gibi algılanıyor ama İngilizcedeki ‘Computation’ kelimesinin çok daha derin ve engin bir karşılığı var: Bir dil olarak, dönüşümün bir dili olarak, davranışlarının ifade dili olarak ve aynı zamanda kendimizi, zihnimizi ve niteliklerimizi zenginleştirmenin bir yolu olarak düşünürler tarafından görülüyor. Hesaplamayı ben yaşamı yeni bir farkındalık, bilinç ile anlamak olarak görüyorum. Dönüşüm kesin istikamet ise, hesaplamayı yeni bir teknoloji, teknik olarak sanki daha öncesinde fotoğraf makinesinin icadı gibi düşünmek bunun çok ötesinde. Şimdi sanki bilimsel prensipleri yeniden icat edebilmek için asıl süreci elimize bir teknik olarak almışız gibi gözüküyor” dedi.
Memo Akten: “Kullandığımız diller, bakış açımızı etkiliyor ve kısıtlıyor”
Hesaplamayı yeni bir teknik ve metodoloji olarak nasıl anlamak gerektiğini, bunun kaçınılmaz bir gerçek olup olmadığını ele alan Memo Akten, “Ben bir dil olarak düşünüyorum ve bu çok önemli. Çünkü kullandığınız diller, olan bakış açımızı etkiliyor. Şöyle diyelim; bir vazo kırıldıysa ‘O vazoyu Mehmet kırdı’ diyen diller var, bir de ‘Vazo kırıldı Mehmet tarafından’ diyen diller var. Bu diller arasında vazoyu Mehmet’in kırdığını söyleyen kültürlerde bir kindarlık sezilmiş. Vazonun Mehmet tarafından kırıldığını söyleyen diller ise kindarlık ve suç oranı daha azmış. Bunun birçok örneği var. Kullandığımız dil bizleri bir şekilde etkiliyor ve kısıtlıyor. Ben iki dil kullanıyorum ve görüyorum ki bir dil öbür dilden üstün değil. Ama içinizdeki çok zengin anlam dünyasını değişik şekillerde kesip biçiyor. Bazı kelimeler var; Türkçede İngilizce tam karşılığı yok. Ya da tam tersi şekilde. Computation kavramını ben böyle bir dil olarak görüyorum. Ama çok farklı bir dil ve böyle bir dille düşündüğümüz zaman dünyaya bakış açımız etkileniyor” şeklinde konuştu.
Esra Özkan: ‘‘Her şeyi hesaplayarak yaptığımız bir dünyadayız’’
İnsanların makine ile olan iletişiminde yine de bir akış şeması halinde mi düşünmesi gerektiğini yoksa gündelik konuşmayı da anlayıp anlayamayacaklarına ilişkin bilgisini paylaşan Esra Özkan şunları söyledi: “Ben bu konuya biraz daha felsefe tarafından bakmak istiyorum. Biraz daha kavramsal sanata gelip oradan günümüze bağlayacağım. Dil dediğimiz konu ‘biz neyi anlıyoruz, neyi görüyoruz?’ Her şeyden önce iki kere ikinin dört ettiğini düşündüğümüz bir dünyanın içerisindeyiz. Ama dört rakamını görmüyoruz, söylüyoruz. Güneşin battığını ya da doğduğunu görüyoruz. Aslında bize öyle yansıyor. Her şeyi hesaplayarak yaptığımız bir dünyadayız. Dil de öyle aslında. Rene Magritte’nin eserindeki ‘bu bir pipo değildir’ dediği noktada; en başında buna pipo değil de çatal deseydi, biz de ona çatal diyecektik. Dilin hakikaten farklı anlamları var. Dilden önce insan zihnine geldiğimizde konu izlenim ve fikir olarak ikiye ayrılıyor. David Hume ve Kant tarafında da. İzlenimler algıları oluşturuyor. Buna bağlı aklımızda oluşan; deneyimler, renkler, yansımalar, semboller var. Aslında tüm bu hikâye zorunlu olduklarımız. Yani priori dediklerimiz bir de apriori dediğimiz yargılara dönüşüyor. Hesaplama da böyle. Yani zorunlu olarak öğrendiklerimiz, bize çıktı sunan, çevreden aldığımız şeyler. Bir taraftan da kendimizden gelen düşünceler. Tabii ki buralar da hala bilim için tartışmalı. Ama bugüne geldiğimiz noktada Robot Asimo konusu burada da var. Bugün, ilk robotlara baktığımızda onlardan korkuyorduk. Sonra sonra alışmaya başladık ve insan-robot etkileşimi diye bir alan başladı. Robotlar ne kadar insana benzerse o kadar az ya da çok korkarız gibi konular geldi. Tek fark neyi nasıl yaptığımızın insanın içinde değiştiği ortaya çıktı. Hala hangimizin doğru dili kullandığı konuda bir açıklama yok. Bence istatiksel taraf ve hesaplama tarafında makinenin de ‘Düşünüyorum öyleyse varım’ dediği tarafta veriyi ne kadar kullanarak düşündüğüyle alakalı. Nereye gideceği de hali hazırda sanırım çok daha insanlaşacak.”
Bager Akbay: ‘‘Her soyutlama gerçek hakkında bir şeyleri reddeder’’
Etkinlikte, Memo Akten ve Esra Özkan’ın ortaya çıkardıkları ‘Simple Harmonic Motion’ adlı eser hakkında da bilgilendirmelerde bulunuldu. Temel sıkıştırma algoritmasına değinen Bager Akbay, “Bütün soyutlamalar ve modellemeler de sıkıştırma algoritmasıdır. Yani siz aslında evrendeki karmaşık bir şeyi basit bir kural setiyle anlatmaya çalışıyorsunuz. Bazı kural setleri o kadar yalındır ki bizleri büyüler. Ama gerçek öyle değildir. Gerçeğin birebir kopyası gerçektir yani başka bir şey değildir. Sıkıştırmayı şöyle düşünün: Bir türlü anlatamadığınız bir his vardır, biri gelir iki-üç satır şiir okur ve pıtır pıtır dökülürsünüz, ağlamaya başlarsınız. Çünkü o, sizin bütün hislerinizi dile getirir. O da bir sıkıştırma algoritması. İlla böyle mantıksal model olmasına gerek yok. Aslında genel bir durumu özetleyen bir şey. Her soyutlama gerçek hakkında bir şeyleri reddeder. Yani bunu biliyoruz. Bir ülkenin en iyi haritasını yapmaya kalkarsanız, ülke boyutunda yapmanız gerekir. Ülke boyutunda değilse zaten bir şeyleri göz ardı etmişsinizdir. Orada neyin göz ardı edildiğine bakarız. Orada eskiden geleceğe ulaşma derdi vardı. Şimdi bunu ‘niye okuyor’a bakıyoruz. En güzel örneklerden biri İngiltere’deki metro haritasının geçirdiği büyük devrimdir. Eskiden lokasyonları birebir koyarken ‘Ne gerek var eğri büğrü çizgilere? İnsan kafasında bu düz bir çizgi; ver şu düz çizgiyi, şuradan eğ’ dediler. Muhteşem haritalar çıktı çünkü gözlemciyi ciddiye almak gerekli. Yoksa bir anda başka bir gerçeğe dönüyor. Ortada bir gerçek vardı, gerçeği basitleştirmeye çalıştık. Sonra dedik ki gözlemleyen için yapalım. Yeni bir dil oluşturduk ve artık bunun gerçekliğini yaşıyoruz” diyerek konuya açıklık getirdi.
Esra Özkan: ‘‘Eserdeki en önemli rol sanatçı ve anlatımı’’
Dr. Öğr. Üyesi Kerim Dündar konuklara, “Daha önce sonuç odaklı yani ‘Product Oriented’ yaklaşım varken şimdi ‘Process Oriented’ yani süreç odaklı yaklaşım var. Sonuç yerine sürece odaklanmak daha önemli. Süreç odaklı tasarımın felsefi bir boyutu var mı? Yeni metodolojinin ürettiği işlerde, sürecin birçok şeyi anlattığı ama sonucun görüldüğü işlerde; seyirciye bunu anlatmak, seyirci süreçle mi ilgileniyor yoksa direkt sonuçlarla mı ilişkili oluyor?” sorusunu yöneltti. Konu hakkında söz alan Esra Özkan, “İzleyici esere aslında sonradan dâhil olan kişi. Dolayısıyla ilk konu sanatçıda bitiyor. Sanatçı izleyiciye bir şey aktarmak istiyor mu? İstemiyor da olabilir, derdi izleyiciyle değildir. Eserini deneyimletmek istemiyor olabilir. Bu da aslında bu tarafı anlatma biçimidir. İkinci kısım ise eserini izleyiciyle buluşturmak istiyorsa bu noktada nasıl aktarması gerektiğinin yollarını da çıkaran kişidir. Ama bu öncelikli olarak sanatçının odaklandığı projeyle ilgili. İzleyici kısmına gelecek olursak; izleyici, her şeye farklı tepkide bulunabiliyor. Buna; parmakla dokunmak da, kokmak da, durmak da, anlamaya çalışmak da dâhil. Bazen hiç anlamadığı da olabiliyor. Bu sanatçı için bazen çok güzel bir şey olabiliyor. Bazen tam tersi bir etkisi olabiliyor. Nasıl anlattığınız da önemli. Çünkü izleyici kitle, herkes herkesin birtakım şeyleri anlamasıyla ilgili olduğu için burada en önemli rol sanatçıya ve anlatıma düşüyor” dedi.
Memo Akten: ‘‘Dijital evrenin tanrısıyız’’
Dr. Öğr. Üyesi Kerim Dündar’ın yönelttiği “Şu an fiziksel evrenin içerisinde yaşıyoruz. Bu evrenin kanunlarına, fenomenlerine hükmedemiyoruz, değiştiremiyoruz. Bu evrenin de bir parçasıyız ve nitekim dijital evren inşa ediyoruz. Bu evrenin kanunlarını ve fenomenlerini tasarlayabiliyoruz. Tanrılara atfettiğimiz özelliklere sahip olmaya başlıyoruz. Homo Deus denen kavram bu mu?” sorusunu Memo Akten şu şekilde yanıtladı: “Ben bilgisayar programlamaya küçük yaşta başladım. Sürekli ‘Tanrı’ kelimesini kullanıyordum. ‘Bu dünyanın Tanrısıyım’ diyordum. Orada fizik kurallarına bağlı değilim, yer çekimini yan yatırabilirim ama hafıza gibi başka kısıtlamalar var. ‘Domestication of the fundemantel laws of nature’ doğanın ehlileştirilmesi. Ben onu genel olarak teknolojiyi, bir şeyi icat ettiğimizde doğanın bir fenomenini ehlileştiren mekanizma olarak tanımlıyorum. En basitinden bir araba motorunun yaptığı şey; fistonların hareket etmesi için yaptığı hareket. Bu bir ehlileştirme. Simülasyon kelimesini ben şöyle görüyorum; var olan bir şeyin benzerini yaratmaya çalışmak. Şu an yaptığımız şey de bir simülasyon. Yüz yüze konuşuyormuş hissi yaratmaya çalışıyoruz ama bu dijital evrende simülasyon olmayan şeyler de yapılabiliyor. Fiziksel dünya da alışılagelmemiş çok farklı yönlere de gidebiliyoruz.”