Didem Seymen Balcı: Sağlık haberciliğini doğru dürüst yapan gazetecilere ihtiyaç var
17.05.2019 14:25

Didem Seymen Balcı: Sağlık haberciliğini doğru dürüst yapan gazetecilere ihtiyaç var


Haber Üsküdar - Gülşah KAYA

Sağlık haberleri gazetelerde kamu yararı gözetilerek yayımlanan haberler. İnsanlar başlarına kötü bir hastalık gelmediği sürece gazetede bu türden haberlere çok da bakmazlar. Bu yüzden sağlık haberciliği magazin haberciliği kadar popüler değildir. Günümüzde insanlar internet sayesinde bilgiye kolaylıkla ulaşmaktalar. Ama bu bilgiler ne kadar doğru? İnternette özellikle sağlıkla alakalı konularda bilgi kirliliği had safhada. Bizde şöyle bir acı gerçek de mevcut: Kullandığımız bir ilaç bize iyi gelmişse başkalarına doktormuşuz gibi sen de kullan, sana da vereyim diye aslında çok yanlış bir davranışta bulunuyoruz. Bize iyi gelen bir ilaç başkasında farklı etkiler yapabilir. Bu yüzden internette de sık sık karşımıza çıkan bu bilgi kirliliği sağlık haberciliğine olan ihtiyacı arttırıyor. Bu işi doğru dürüst yapan gazetecilere ihtiyaç var. Didem Seymen Balcı böyle bir gazeteci. Kendisini alanında kanıtlamış başarılı bir gazeteci. Sabah gazetesinde sağlık muhabirliği ve editörlük yapıyor. Kendisine sorularımı sıralıyorum.

Sizi gazeteciliğe sevkeden neydi?

Yapımcı-yönetmen bir anne ve belgesel film yönetmeni bir babanın çocuğu olarak gazetecilik çocukluk hayalimdi. Ancak 15 yaşında böbreklerim iflas edince ve diyaliz hastası olunca ailem daha sakin bir mesleğim olmasını ve yorulmadan hayatıma devam etmemi istiyordu. Üniversite sınavlarında gayet iyi puan aldım. Sıra tercihlere gelmişti. Ben tercihlerimi hazırladım, hep gazeteci olmak istiyordum, tüm tercihler sinema-tv, gazetecilik üzerineydi. Nitekim annemin araya yerleştirdiği Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Sanat Tarihi bölümünü kazandım. 21 yaşında, üniversite 3. sınıftayken böbrek nakli oldum. Böbrek naklinden sonra gazeteci Esra Tüzün beni önce haber yaptı, sonra stajyer olarak yanına aldı. 2006’dan beri o gün bugündür Sabah gazetesindeyim. Önce muhabir, sonra editör, sonra da köşe yazarı oldum ve şu anda bu üç görevi bir arada yürütüyorum.

Neden sağlık gazeteciliği? Bildiğiniz üzere gazetecilik geniş bir alan. Sizi buna yönlendiren ne oldu?

Beni sağlık haberciliğine yönlendiren, yaşadığım sağlık sorunum oldu. Bir anda kendimi televizyonlarda, canlı yayınlarda organ bağışı için çağrı yaparken buldum. Sonra gazetede organ bağışı haberlerine imza atmaya başladım. Benim çocukluğumda Gülgün Feyman, Reha Muhtar vardı, gençliğimde Ali Kırca vardı. Hayalim onlar gibi haber merkezinde yetişmek ve haber sunmaktı. Aklımda sağlık haberciliği diye bir bölüm de yoktu. Mimar Sinan Sanat Tarihi bölümünde okuduğum için bir ara Kültür-Sanat bölümüne geçmeyi istedim. Rahmetli Savaş Abi (Savaş Ay) “Kızım sen delirdin herhalde, senin de benim de sağlık sorunlarımız var, her gün doktorlarla işimiz var, doktorlar çok kıymetli insanlar ve sen onlara bir telefonla ulaşıyorsun. Türkiye’de kültür-sanat değil, sağlık daha kıymetli bir bölüm. Sakın alan değiştirme” dedi. “Haklısın” dedim ve kızar diye bölüm değiştiremedim.

15 yaşından 21 yaşına kadar bu hastalıkla mücadele etmişsiniz. Hiç umutsuzluğa kapılıp pes ettiğiniz oldu mu?

Elbette oldu. İlk başlarda sürekli “Neden ben?” diye sorguluyorsunuz. Sonra kader mahkûmu gibi durumu kabullenip onunla yaşamaya alışmaya çalışıyorsunuz. Benim evde diyaliz makinem vardı, okuldan eve gelip karın diyalizi yapıyordum. Yani karnımdaki hortumlarla kendimi diyaliz makinesine bağlıyor ve 14 saat o makineye bağlı yaşıyordum. Sadece tuvalete gidebiliyordum. Düşünebiliyor musunuz, 15 yaşındaki genç kız için nasıl da sarsıcı bir durum? Kuzenim İstanbul’da üniversiteyi kazanmıştı ve bizimle aynı apartmanda yaşıyordu. Bir gün beni diyalize bağlanmış hüngür hüngür ağlarken yakaladı. Çok ciddi bir tavırla “Ayağa kalk ve gözlerini kapat” dedi. Dediklerini yaptım. “Şimdi yürü” dedi. Yürürken hortum yatağa takıldı. Kuzenim bana dedi ki, “Bak gözlerini kapattın ve şuradan şuraya odanın içerisinde yürüyemedin. Sen görmeyen, duymayan insanları hiç mi düşünmüyorsun? Yeter artık ağlamayı kes, elin ayağın tutuyor, gözün görüyor, kolejde okuyorsun, yediğin önünde yemediğin arkanda. Bir daha seni ağlarken görmeyeceğim. Beterin beteri vardır, haline şükret” dedi. O gün benim için milattır. O günden sonra bir daha ne ağladım, ne de “Neden ben?” diye sorguladım.

Hastalığınız hayata karşı duruşunuzu ne yönde etkiledi?

Bence hasta olmasaydım, topluma karşı daha sorumsuz, daha bireysel düşünen ve yaşayan birisi olabilirdim. Şimdi çok daha meraklı, duyarlı, vicdanlı olduğumu düşünüyorum. Ben hiperaktif, çok sabırsız bir çocuktum. Sabrı öğrendim. Şükretmeyi öğrendim. Her şerrin altında aslında sabredince güneşin doğduğunu ve iyiliğin geldiğini öğrendim. Hastalığım beni demir gibi güçlü, kuvvetli yaptı diyebilirim.

Seneler sonra hastanelere işiniz gereği de olsa geri dönmüş olmanız sizin için zor olmadı mı? Bunu nasıl aştınız?

Ben böbrek nakli olduktan sonra, “Kontrollerim hariç doktor yüzü görmek istemiyorum” demiştim. Çok büyük laf etmişim değil mi? 21 Mart 2006’da böbrek nakli oldum. Ağustos 2006’da Sabah Gazetesi’ne gitmeye başladım. Yani altı ay bile geçmeden ben yine hastanelere hızlı ama bu sefer iyi sebeplerle dönüş yapmış oldum. Hastaneler değil de ambulans fobimi çok zor aştım. Yıllar sürdü. Ambulans sesi duyunca, baş dönmesi, mide bulantısıyla bir anda fenalaşırdım. Çünkü ilk hastalandığım 2000 yılında ambulans ile beni diyaliz merkezine götürmüşlerdi. Ameliyat dikişlerim sızlıyordu. Ambulans benim için dayanılmaz ağrılar, acılar demekti. Bütün ailem, arkadaşlarım ambulans fobimi bilirdi. Hemen elimi tutar, bayılmamam için sakinleştirir, dikkatimi dağıtmaya çalışırlardı. Bu fobim böbrek naklinden sonra gazeteye girip de mesleğe başladıktan iki, üç yıl sonra yani 2008-2009 yıllarında kendi kendimi sakinleştire sakinleştire geçti.

Sağlık haberciliği yapmak için hangi özelliklere sahip olmak gerekir? Her gazeteci sağlık haberi yapabilir mi? Sabah gazetesinde bu düzen nasıl işliyor?

Sağlık haberciliği yapmak için öncelikle bu işe ilgi duymak gerekiyor. Pek çok bilmediğiniz konu ve terim ile iç içesiniz. Bunları anlamaya çalışmak, sürekli araştırmak gerekiyor. Sağlık, çok büyük ve durağan olmayan, her gün gelişen, yenilenen bir mecra. Tüm bunları ilgiyle takip edebilmek, severek yazabilmek önemli. Herkes sağlık haberciliğini kolay zannediyor ama bir kelimenin bile yanlış yazılmasının nelere yol açabileceğinin farkında bile değiller. İnsanlar size inanıyor, güveniyor, sizin haber yaptığınız doktorlara gidiyor. Çok dikkatli olmalı, araştırmadan asla haber yapmamalısınız. Sabah gazetesi, sağlık haberciliğine en çok önem ve değer veren gazetelerin başında geliyor. İlk kez Sabah gazetesi ‘Sağlık Editörü’ titrini künyesine sokmuş gazetedir. Benim eski müdürüm, bana bu işi öğretmiş duayenim Esra Tüzün, Türkiye’de ilk kez bir gazetenin künyesine Sağlık Editörü titri ile girmiş kişidir. Sabah gazetesinde hemen hemen her gün bir sağlık sayfasına yer verilir, gerek benim özel haberlerim, gerek haber merkezi veya bölge muhabirlerinin yaptıkları haberler, gerekse dış haberlerden gelen çeviri sağlık haberleri bu sayfalarda yer alıyor. Bir de Sabah’ın Günaydın ekinde 3-4 günü benim, diğer günleri köşe yazarlarımızın olmak üzere haftanın yedi günü sağlık sayfası var. Sabah gazetesi piyasada en çok sağlık sayfası olan gazetedir.

Sağlık Haberciliğinin 'en'leri nelerdir?

Sağlık habercisi, dürüst olmalıdır. İnanmadığı hiçbir haberi yapmamalıdır. Sağlık habercisi, etik olmak durumundadır. Sağlık habercisi, her hastaneye, kuruma, hekime aynı mesafede yaklaşmalı ve hepsine sayfalarında, haberlerinde eşit şekilde yer vermeye çalışmalıdır.

Sağlık haberciliği Türkiye'de ne durumda? Dünyaya göre ne durumdayız?

Sağlık haberciliği Türkiye’de geç de olsa hak ettiği değeri görmeye başladı diye düşünüyorum. Ve çok daha iyi duruma geleceğine inanıyorum. Dünyada her ne kadar büyük medya kuruluşlarında sağlık haberlerini okuyup kontrol eden danışmanları olsa da, orada haberler bizim özel haberlerimiz gibi yapılmıyor. Makale şeklinde yazılar oluyor veya araştırma sonuçları paylaşılıyor. Bizde ise insana dokunuluyor. İnsan hikâyelerine yer veriliyor. Bu mutlu son haberleri, insan hikâyeleri bizi klasikleşmiş sağlık haberciliğinde 1-0 öne geçiriyor.

Sağlık haberciliğinin geleceğini nerede ve nasıl görüyorsunuz?

İleride her gazetenin ve gazetenin internet sitesinin, haber sitelerinin künyesinde ‘Sağlık Editörü’ titrini görmeyi hayal ediyorum. Çok da uzun bir zaman alacağını sanmıyorum. Yeter ki çalışalım ve isteyelim.

Sağlık haberciliğinin magazin haberciliği kadar bilinirliğinin olmamasının veya geri planda kalmış olmasının nedeni ne?

Sağlık iç sıkıcı bir durum. Kimse üzüleceği bir haberi okumak istemiyor. Ne zaman ki ailesinden bir kişi veya kendisi bir sağlık sorunu yaşıyor; o zaman merak edip okumaya başlıyorlar. Maalesef ki yaşamadan empati kuramayan bir ülkeyiz. Hâlbuki magazin öyle mi, sürekli merak edip okuyorsunuz, takip ediyorsunuz. O yüzden sağlık geri planda kalırken magazin her zaman satıyor.

Haberlerinizi yaparken olmazsa olmazlarınız neler? Nelere dikkat ediyorsunuz?

Bir hekimin gerçekten o alanda uzman olup olmadığını araştırıyorum. Bir haberin konusunun gerçekten iddia edildiği gibi ‘Dünyada ilk’ veya ‘Türkiye’de ilk’ olup olmadığını araştırıyorum. Hekimlerin anlattıklarını sorguluyorum. Bir PR ajansı bana bir ‘özel’ haber öneriyorsa, o haberin daha önce başka bir mecrada yapılıp yapılmadığını araştırıyorum. Eğer bana önerilen bir konuda, haber değeri görmüyorsam, amacın sadece doktorun, hastanenin PR’ı olduğunu düşünüyorsam ve reklam kokusu alıyorsam; o haberi yapmıyorum. Bir de hayat hikâyeleri yaparken, sorular sorarken, insanları üzmemeye, kırmamaya çalışarak soru sormaya çalışıyorum.

Mesleğinizde duygusallığa yer yok gibi duruyor. Bir lösemili çocuğun haberini yaparken veya huzur evindeki yaşlı insanların haberini yaparken nasıl dayanabiliyorsunuz? Duyguları tamamen bir kenara bırakmak mümkün mü? Bu iş bana göre değil dediğiniz oldu mu?

Duyguları bir kenara bırakmak mümkün değil. Duygularınızı kaybederseniz bir robottan farkınız kalmaz. O zaman bu işi hiç yapmayın daha iyi. İnsanlara dokunduğunuz bir alanda duygularınız olmazsa olmazınızdır. Ancak bir lösemili çocuğun ve ailesinin karşısında ağlayamazsınız; bu da sizin profesyonel iş hayatınızın olmazsa olmazıdır. Hiçbir gün, aklımın ucundan dahi geçmedi bu iş bana göre değil demek.  

Mutlu sonları olan hikâyeleri haber yapıyorsunuz. Sizi bu zamana kadar derinden etkileyen bir vaka var mı?

Olmaz mı? Elbette var! Nişanlısının bir yıl içerisinde öleceğini bile bile evlenen çiftin haberini yazarken göz yaşlarım sel oldu aktı klavyeye. Hiç o kadar ağlayarak haber yazdığımı hatırlamıyorum. Hastanede evlendiler, evlilik haberlerini ben yaptım ve dokuz ay sonra da hasta olan erkek eşin ölüm haberini aldım. Hayat öyle tuhaf işte. Mutlu son muydu dersiniz? Bence mutlu öldü, sevdiğinin yanında. Evet, mutlu sondu.

Özgürlük hakkında ne düşünüyorsunuz? Siz kendi özgürlüğünüzü yaptığınız işte ne kadar yaşatabiliyorsunuz?

Sağlık haberciliğinde haberini yapacağınız konuyu, hasta ve hasta yakınlarını veya doktorları siz kendiniz bulup seçiyorsunuz, kimse size karışmıyor. Gideceğiniz kongrelere kendiniz karar veriyorsunuz; dolayısıyla da özgürsünüz.

Doktorlarla olan bilgi alışverişini nasıl yürütüyorsunuz? Sizin için bilgi almak her zaman kolay mı? Bunu nasıl başarıyorsunuz?

Acil durumlarda telefonda konuşuyoruz. İki hasta arasında bile sorularımı yanıtlıyorlar. Benim için bilgi almak her zaman mümkün. Hiç röportaj talebimin reddedildiği olmadı. Bunu karşılıklı saygı, güven ve yılların getirdiği deneyim sayesinde başarıyorum. Bir de üslup çok önemli, saygılı ve tatlı dilli olmak önemli.

Okuyucularınızın size ulaşması kolay oluyor mu? Genelde hangi konularda sizi arıyorlar?

Elbette. Ya gazeteyi arıyorlar ya da sosyal medya üzerinden Facebook veya Instagram’dan mesaj atıyorlar. Hatta bir kere bana mesaj atan gencin mesajını telefonumda bildirimler kapalı olduğu için görmemişim, eşime de mesaj atmış. Abi benim acilen Didem ablaya ulaşmam ve o doktoru bulmam lazım diye. Genellikle doktorlara, tedaviye ulaşmak için beni arıyorlar. Bir keresinde birçok doktor tarafından azarlanmış ve şifa bulamamış yaşlı bir amca arayarak, “Kızım, bu haberini yaptığın doktor nasıl biri? Sence iyi bir insan mı, başarılı bir doktor mu? Doktorluğundan da önemlisi röportajda sen görmüşündür nasıl bir insan?” diye sordu. Çok şaşırmış ve diğer yandan da üzülmüştüm yaşadıklarına.

Mesleğinizde kendinize örnek aldığınız, yolundan gidiyorum dediğiniz biri var mı?

Esra Tüzün. Beni yetiştiren büyüğüm, duayenim. Hırslıydı, çalışkandı, başarılıydı, üretkendi. Gazeteden emekli olup gittiğinde ve ben tek kaldığımda hep, “Acaba Esra ablam olsaydı bu durumda ne yapardı, nasıl bir tepki verirdi?” diyerek o süreci atlattım. Hala daha zorlandığım zamanlarda kendisinden destek alıyorum, ona danışıyorum.

Özel hayatınızla iş hayatınızı bir arada nasıl yürütüyorsunuz? Zorlandığınız zamanlar oluyor mu? Ailenizin size sitemleri oluyor mu?

Haftanın altı günü çalışmak zor. O kalan bir gün hiçbir şeye yetmiyor. Siz kendinize bile zaman ayıramıyorsunuz ki! Bir ara aylarca kitap okuyamadığımı fark ettim. Elbette zorlanıyorum. Bir ara evde akşamları sürekli röportajların ses kayıtlarını çözdüğümü fark ettim. Eşim sitem etmedi ama eve çok fazla iş getirmeye başladığımı fark edince, buna bir son vermem gerektiğine karar verdim. Şimdi mümkün olduğunca eve iş götürmemeye çalışıyorum. Ama ben sürekli kafamda konular ürettiğim için evde de devamlı soru çıkarıp not alıyorum. Yani ben akıllanmam (gülüyor). Ailem, işime olan aşkımın çok fazla olduğunu bildiklerinden ses çıkarmıyor, sadece bazen çok fazla seyahat edince hastalanmamdan korkuyorlar.  

İşinizde zaman yönetimini nasıl uyguluyorsunuz? Gününüzü nasıl geçirdiğinizden bahseder misiniz?

Her ne kadar haftanın yedi günü sağlık sayfası olsa da ve haftanın altı günü çalışsam da, artık alıştım. Belli bir düzenim var. Şehir dışı veya yurt dışı seyahatlerim olmadığı sürece düzenim pek şaşmaz. Gazetede sabahları 10:30’da yazı işleri toplantısına giriyorum, 11:00 gibi çıkıyorum. Günaydın’daki sayfamı yapıyorum. Sayfam okunuyor. Düzeltmeleri giriyorum. Sonra yedek sayfanın, yani bir sonraki günün yazılarını ve yazıya uygun seçtiğim fotoları sisteme atıyorum. Eğer o gün gitmem gereken bir özel röportajım varsa, bunu 13:00-16:00 arasında bitirip gazeteye geri dönmeye çalışıyorum. Gazeteye döndüğümde de, gitmeden önce malzemelerini sisteme yüklediğim ve görsel yönetmenimiz tarafından hazırlanmış olan yedek sağlık sayfasını yapıyorum. Eğer o gün dışarıda özel röportajım yoksa haftalık, aylık planlamalar, konu belirlemeler ve soru çıkarmalarımı yapıyorum. Veya gittiğim röportajların deşifrelerini yaparak haber yazıyorum.

Günümüz gazetecilerini nasıl buluyorsunuz? Gazetecilik şu anda olması gerektiği yerde mi?

Günümüz gazetecilerini biraz tembel buluyorum. Bu kadar teknolojinin ve imkânın içerisinde hâlâ daha basın bültenlerine imzalarını atarak hiç de utanmadan yazı işlerine teslim edenler var. Bunca imkânın içerisinde özel haber yapmaya üşenenlere 1930’lu yıllardaki gazetecilerin hangi şartlarda, nasıl gazetecilik yaptıklarını araştırmalarını tavsiye ediyorum. Haber merkezlerine bile whatsapp hatlarından ihbarın yağdığı bir coğrafyada, bunca hastane, okul, üniversite, kurum ve kuruluşun olduğu bir ülkede özel haber sıkıntısı mı çekilir? Gazeteciliğin olması gerektiği yerde olması ya da olmaması biraz da bizim elimizde!

Gazeteci olmak isteyen gençlere ne tavsiyelerde bulunursunuz?

Heyecanlı olsunlar, mesleklerine aşık olsunlar. İşkolik ve heyecanlı olmaktan kimseye zarar gelmez. Çok okusun, çok araştırsın ve çok sorgulasınlar. Geleceği onlar şekillendirecek, emekli olduğumuz zaman bizler de onların haberlerini okuyacağız ve biz güzel haberler okumayı hak ediyoruz.