Kore gazisi Hasan Yokuş yaşadıklarını anlatıyor
Haber Üsküdar - Betül Güner
Biraz kendinizden bahseder misiniz? Askerlik hayatınız nasıl ve ne zaman başladı?
Ben 1928 yılı doğumluyum. Teknik lise mezunuyum, eski adı Erkek Sanat Enstitüsü idi. Kız ve erkek olmak üzere ikiye ayrılıyordu. O zamanlar ilkokul mezunu alıyorlardı ben de gidip kayıt oldum. Orada okurken Milli Savunma Bakanlığı namına okumak isteyen var mı diye duyuru yaptılar. Ben de müracaat ettim. Teknik lisede biz askeri talebe olarak okuduk. Mezun olduktan sonra bir üst rütbeyle orduya intikal ettik. Şöyle ki astsubayın tahsili benim zamanımda ortaokul mezunu ben lise mezunu olduğum için ben üstçavuş olarak 1949 yılında, 21 yaşımda, askerlik hayatıma başladım. Mezun olduktan sonra tebligat geldi, hemen kıtaya teslim olacaksınız, dendi. 45 gün piyade eğitimi aldım. Sonra sanat lisesi mezunu da olduğum için ordu donatım okuluna gittim. Ben makine bölümünden mezun oldum, torna tesviye bölümünden, fakat orduda böyle bir görev yok sonra bana, sen otomobil teknisyeni olacaksın dediler. O zaman İngiliz ve Amerikan hocalar vardı. 6 aylık bir eğitim aldım ve Tekerlekli Araçlar Teknisyeni oldum. İlk görev yerim Sivas 12. Tümen Ordunat Bölüğü oldu.
Kore’ye ne zaman gittiniz?
Çok askerlik tecrübem olmamışken 15 Mayıs 1951’de Kore’ye tayinim çıktı. Kore’ye giden tüm personeller Ankara’da toplandı. Beni bir piyade bölüğüne verdiler. Bu piyade bölüğünün bir teğmeni vardı, bölük komutanı bir de yeni mezun olmuş bir astsubay çavuşu vardı. Ben de üstçavuş olarak onlara yardımcıydım. Ankara’dan İskenderun’a gittik oraya bir Amerikan nakliye gemisi gelecek deniz yoluyla oraya gidecektik. Biz Kore’ye giden 2. kafileydik. Gemiye bindikten sonra 29 günde yolculuğumuzu tamamladık. Bizi karşılayan Türk askerleri, NATO askeri oldukları için bambaşka üniformalar giyinmişlerdi.
İndiğinizde unutamadığınız bir anınız var mı?
Tabii, oraya giderken tecrübemiz, deneyimimiz yoktu. Bizi Türkiye’den aldılar, götürdüler. Erlerle beraber vapurdan indik, trene bindik. Bizi karşılayan askerler farklı giyinmişlerdi, çapraz tüfek bağlamışlardı, tüfekleri ellerindeydi. Trene bindik cepheye doğru hareket ettik. Hiç unutmam bizi doğrudan doğruya savaşa mı sokuyorlar diye korkmuştum. Giderken istasyonlarda, yolların kenarlarında sivil halk, ama hep 5-10 yaşlarındaki çocuklar, bize “Cap, cap, cap…” diye bağırıyorlardı. Ne istiyorlar diye düşündük meğerse yemek istiyorlarmış. Bize trende kumanya dağıtmışlardı, o an bizi uyardılar ingilizce ‘pork’ yazan kutuları yemeyin onlarda domuz eti var dediler. Baktık kumanya kutularında ‘pork’ yazıyor biz de onları çocuklara dağıttık.
Gittiğiniz zaman neler yaşadınız?
Trenden akşam üzeri indik. Askeri arabalar bizi bekliyordu. Orada öğrendim ki İskenderun’da bölüğümün teğmeni firar etmiş. Astsubay ve ben bölüğün başında kalmıştık. Komuta bendeydi. Yola çıkmadan bölük komutanlarını topladılar ve, gece karanlıktan gideceğiz herhangi bir hava hücumuyla karşı karşıya kalabiliriz, hücum sırasında hemen arabalardan aşağıya atlayın yolun kenarlarındaki hendeklere yüzükoyun yatın, araziye dağılmayın çünkü arazi mayınlı olabilir, dediler. Orada bizi yine bir korku sardı. Neyse ki yolda hücuma uğramadan, gece 1 sularında karargaha vardık. Yolda makineli tüfekleri topçuların atışlarını duyuyoruz. Yine, direkt cepheye mi girdik, diye düşündüm. Karargaha vardığımızda çadılar kuruluydu. Kore’ye gelmeden önce bize portatif karyola aldırmışlardı bir de battaniye vermişlerdi. Karargahta, 1. kafilede, sınıf arkadaşlarımı gördüm o yüzden ilk gün acemilik çekmedim. Biz gelince onlar da hazırlanıp aynı gemiyle Türkiye’ye geri döndüler. Ben ordunat bölüğündeydim. Ordunat bölüğü direkt savaşa girmez. Ben ilk 6 ay arabaların arızalarını giderdim. Sonra ise ileri cepheye gönderildim. 3 tane astsubay, 1 tane de üstteğmen idik. İlk cephede arızalanan arabalar bize geliyor ufak arızaysa biz hemen müdahale ediyorduk değil ise onu geri bölüğe gönderiyorduk.
Kore’de ne kadar kaldınız?
Biz Haziran’ın 15’i, 20’si arasında cepheye gittik, sonraki yaz Temmuz’un 15’inde bizi gemi almaya geldi. Gemi geldiğinde ben Japonya’da moral iznindeydim. 2 defa moral iznine Japonya’ya gitmiştim. İkinci gidişimin dönüşünde ise bana arkadaşlar, gemi gitti sizi de hemen bir arabayla gemiye gönderelim, dediler. Esyalarımı topladım ve arabayla Busan limanına vardım. Busan limanından İzmir’e 32 günde vardık. Trenle Ankara’ya gittik. Ankara’da subay ve astsubaylara 45 gün senelik izin verdiler, erler terhislerini aldı. Evim Sivas’taydı. Sivas’a döndüm.
Savaşta ailenizden uzak olmak sizi zorladı mı?
Kore’ye gittiğimde evliydim. 2 yaşında bir oğlum vardı. Eşim ise hamileydi. Ben cephedeyken doğum olmuş, bir oğlum daha olmuş. Adını Savaş koymuşlar. Ben onu hiç göremedim. Oğlum 6-7 aylıkken vefat etmiş. Ben evden gittiğimde yeni evliydik. Çocuğumuz vardı ama ben kursa gitmiştim. Annem ve babamla kalmıştı memlekette. Ben izinle 6 ayda bir gelip gittim. Sonra tam bir araya geldik beni savaşa gönderdiler. Ağlasan da sızlasan da bir faydası olmuyor bu durumda. Ama eşimin maddi sıkıntısı hiç olmadı, burada maaşım ona bağlanmıştı. Fakat o durumda maddiyatın da bir kıymeti yok.
Ailenizle haberleşebiliyor muydunuz?
Evet ama şimdiki gibi haberleşme sistemi yoktu tabii. 35-40 günde mektup gelip gidiyordu. Ben o mektupları saklamadım fakat eşim saklamıştı.Sonra kayboldular fakat fotoğraflar duruyor. Japonya’dan aldığım albümün içinde duruyor.
Türkiye’de Kore Savaşı’yla özdeşleşen Ayla’yı tanıyor muydunuz?
Bizim 1. kafile gittiği zamanlar, tabii Kuzey Koreliler, Güney Korelileri çok perişan etmişler, kırmışlar, öldürmüşler. Bizim subaylar o zamanlar çalıların arasında ya da yolun kenarında 2,5-3 yaşlarında bir kız çocuğu görüyorlar. Süleyman isminde bir başçavuş bu çocuğu alıyor, bizim bölük de bu duruma onay vermiş. 1 sene onun himayesinde çocuk büyümüş. Biz geldikten sonra ise Ayla benim olduğum çadırda kalıyordu. Süleyman Başçavuş, Türkiye’ye dönünce çocuk bizde kalmıştı. Ben babalık yapmadım fakat bizden bir arkadaş babalığını üstlendi. Fakat biz çocukla hep birlikte ilgileniyorduk. Dışarıya çarşıya gittiğimizde ona elbiseler alıyorduk, giydiriyorduk. Kim müsaitse onu alır yemeğe götürür, yedirirdi. Bakımını yapardık. Bir sürü fotoğrafımız vardı.
Süleyman Başçavuş, bu sene rahmetli oldu, kimseye haber vermeden notlarını hatıralarını toplamış, sağdan soldan insanlarla temasa geçmiş. Bu olayı bir film haline getirmeye karar vermişler. 2-3 sene sonra film çekilmiş.
Film hakkında ne düşünüyorsunuz? Gerçeği yansıtıyor mu?
Ben bir asker olarak o olayları canlı yaşadığım için filmi pek benimseyemedim. Sebebine gelince, mesela, orada Süleyman Kore’den ayrılırken Ayla’yı bavuluna koyuyor, bu gerçek değil öyle bir şey yok, ben anlatayım o olayı. Süleyman Türkiye’ye dönerken o çocuğu bize teslim etti sonra Süleyman yurda döndü. 2. kafileden bir arkadaş onun babalığını kabul etti ondan sonra subayı, astsubayı hepsi o çocukla ilgilendi. Bizim bebeğimizdi çünkü. Bizden sonraki 3. kafileye biz teslim ettik. 3. kafileden sonra orada Ankara adında bir okul yapıldı.
Ordunat bölümünde yalnız Ayla yoktu. Bazı bölüklerde, Amerikan, Yunan bölüklerinde de Ayla gibi çocuklar vardı. Onların hepsini toplayıp o okula götürdüler. Aldığım bilgiye göre 3. kafilenin ortalarına doğru Ayla’yı okula vermişler.
Savaştan döndükten sonra izlerini hala taşıyor muydunuz?
Taşıdım tabii. Haliyet-i ruhiyesi çok normal bir insan değildim. Asabi hallerim oluyordu. O zaman ben de 23 yaşlarında bir gençtim. 24-25 yaşlarında geri döndüm.
Sizce Türk askerinin orada bulunması gerekli miydi?
Ferden benim fikrim değildi. Biz o zaman NATO üyesi değildik ama NATO askeri olarak gittik. O zamanki reisicumhurumuz Kore’ye askeri birlik gönderdi. Biz Kore’ye 16 kafile gittik. İlk 4 kafile savaşa girdi sonraki kafileler turist olarak gittiler geri geldiler. 4. kafileye de bildiğim kadarıyla yarısına gazilik ünvanı verildi.