Ece Üner: Bana göre, hayat soru sormaktan ibaret
03.01.2020 13:33

Ece Üner: Bana göre, hayat soru sormaktan ibaret


Haber Üsküdar - Didem Ergin

Show TV’nin başarılı haber sunucusu Ece Üner’le mesleki kariyeri ve Türkiye’de televizyon haberciliğinin dünü ve bugünü üzerine keyifli bir sohbet gerçekleştirdik.

Kariyeriniz boyunca yayıncılık hayatınızda spor haberleri, tartışma programları ve ana haber bültenleri sundunuz ve muhabirlik de yaptınız. Bu deneyimler size neler kattı?

Hiçbiri için daha zordu ya da daha kolaydı diyemem. Her biri birer önemli aşaması bu işin ve bir puzzle gibi düşünün, birbirini tamamlayan çok önemli parçalar resmin bütününü görebilmek için altı sene kadar diplomasi, ekonomi muhabirliği yaptım NTV'de. Aynı zamanda da tabii depremdir, işte sel baskınıdır, bu tip şeyler, bunların hepsi de bir bütün olarak zaten yaptığım şeyler, sonra bizim sektörde hayat, planlar yaparken başınıza gelenlerdir.  Star TV'ye geçtim öğlen haberlerini sunmak için, ama verilen sözler tutulmadığı için, işte bir gün evvel Irak Savaşı'nı başlatan Richard’la röpartaj yaparken NTV'de, ertesi gün Star TV'de göğüs büyütücü krem haberi yap dediler meselâ. Dolayısıyla ya bırakacaktım bu işi ya da sıfırdan tekrar başlayacaktım. Ondan sonra da spor haberlerine geçtim, CNN'de böyle bir açık olduğu için, fakat spor haberleri yani futbol asla sadece futbol değildir diye bir laf var biliyorsunuz, öyle bir kitap da var spor haberleri de sadece spor haberleri değil. Bir ülkenin siyaseti nasılsa, hukuku nasılsa, sağlık sektörü nasılsa, eğitim sektörü nasılsa, spor sektörü de öyle oluyor. Dolayısıyla bunlar da bir puzzle gibi birbirini tamamlıyor, spor haberleri sunarken İtalya'daki şike skandalı patladı, canlı yayınlara geçildi, canlı yayın sırasında Ergenekon'la Balyoz davalarına konu olan Cumhuriyet gazetesi baskını, işte Danıştay baskını, bunlar oldu. Bu sırada ekranda canlı yayın yapa yapa piştim, dolayısıyla, nasıl söyleyeyim size, hani hamdım, yandım, piştim, oldum diyor ya bütün bu aşamalardan geçmek lazım, bazen düşmek, bazen kalkmak lazım.

Türkiye’de televizyon haberciliğini nasıl buluyorsunuz?

Son derece dinamik, çünkü başka ülkelerle kıyaslayacak olursak, Türkiye dediğinizde, işte orada 7 senede olan malzeme bizde bir haftada oluyor. O kadar zengin ki malzeme bakımından, televizyon haberciliği açısından da çok fazla malzeme var. Artı ben Türkiye için şunu söylüyorum, şöyle bir tespit yapıyorum. Evet fay hatları üzerinde bir deprem bölgesi, aynı zamanda etnik, mezhepsel, jeopolitik fay hatları üzerinde burası. Dolayısıyla o anlamda da depreme çok açık bir ülke. Onun için çok fazla haber malzemesi var, haber malzemesi hiçbir zaman bitmiyor. Dolayısıyla televizyon haberciliği için de, iyi haberiyle kötü haberiyle çok fazla malzeme var. Türkiye'de televizyoncular da çok yetkin insanlar. Meselâ yurt dışında bir işi beş kişi yapar. Burada bir kişi beş işi yapar televizyon haberciliğinde, gidersin, haberini toplarsın, metnini yazarsın, edit edersin, gerekirse montajını yaparsın, prodüksiyonunu kendin yaparsın falan, daha mahir insanlar, daha ehil insanlar Türkiye'de televizyon habercileri.

Televizyonda yayın hayatınıza tartışma programıyla başladınız, peki ana haber sunmakla tartışma programı yönetmek arasındaki fark nedir, hangisi daha zordu sizin için? 

Bana göre ana haber bültenleri sunmak daha zor, çünkü tartışma programları, benim mizacım gereği, ben muhabirlikten geldiğim için, soru sormak yaradılışımın bir parçası, ben cevaptan çok soru sormayı severim. Yani cevabını buldum diye bir şey yok. Hiçbir şeyin hayatta cevabı yok da, hayat bana göre soru sormaktan ibaret. Televizyon haberciliğinde şöyle bir şey var, eğer duyarsızlaşamıyorsanız olup bitene, müthiş bir zehirlenme yaşıyorsunuz. Yani her gün korkunç çocuk cinayetleri, kadın cinayetleri, hayvanlara yapılan şiddet, eğer hâlâ daha içselleştiriyorsanız, meseleyi içinize alıyorsanız, o acıyı sunma kısmı, telaffuz etme kısmı, prompterı okuma kısmı, bunlar zor değil. Zor olan kısmı o acıyla yoğurulmak her gün. Çünkü tartışma programlarında iyi kötü her gün bir malzeme var, sorulacak soru belli. Kafanızdaki sorularla birleştiriyorsunuz falan, böyle bir tenis maçı gibi değerlendirin. 

Haber sunuculuğu iki şekilde gerçekleşiyor. Biri spikerlik diğeri de sizin de daha çok tercih ettiğiniz anchorwoman tarzı. Siz de yorumlarınızı katıyorsunuz. Yeri geliyor eleştirilerde bulunuyorsunuz. Bu durum planlı mı yoksa spontane mi gelişiyor? 

Çoğunda içimden gelenleri söylüyorum. Bazen çok uzun metinler oluyor. Bizde burada bana metin yazan, şu haberin çıkışında Ece şunu şöyle söylesin diye bir durum yok. Yani bütün hepsi bana ait. Ben zaten kelime işçisiyim. Ben kelimelerin dünyayı değiştirebileceğini düşünen bir insanım. Dolayısıyla da benim işim kelime bulmak, söz bulmak, insanları motive edebilecek bir meseleye dair insanların düşünmesini sağlayacak, kadın meselesidir, çocuk meselesidir, dediğim gibi herhangi bir meselede üzerine biraz kafa yormalarını sağlamak. Bazen gülerek bazen ağlayarak. Ben zaten çocukluğumdan beri kelimelerle iç içe biriyim. Onun için de sarkazm yani iğneleme dediğimiz şeyi de severim. Meselâ  Oscar Wilde sarkazmın bütün dünyadaki kralıdır bana göre. İşte kelimelerle oynayarak bir şeyi anlatabilme veya işte bazen çok uzun metinler şeklinde oluyor, onları da kendim yazıp hazırlıyorum. Yani şak diye yapıştırdığım cevaplar var o anda aklıma gelen, onlar zaten kısa ve öz olanlar, ama çok uzun metin olduğu zaman bütün gün üzerinde kendim düşünüyorum ondan sonra da kaleme alıyorum. Ama yine başkasının kaleminden çıkma değil. 

Sunduğunuz haberlere kamuoyundan olumlu ya da olumsuz tepkiler alıyorsunuzdur. Kendinizi bu açıdan nasıl değerlendiriyorsunuz? Hiç keşke şunu söylemeseydim dediğiniz oldu mu?

Yok. Yani hepsinin arkasında dururum. Mevlana’nın çok sevdiğim bir sözü var. Günün adamı olma, hakikatin adamı ol, çünkü gün değişir hakikat değişmez diye. Benim hakikatim veya evrensel hakikat ortak paydası bana göre vicdanla merhamettir, adalettir. Buna dair hakikat değişmez. Güç dengeleri değişebilir, iktidarlar değişebilir, başkanlar değişebilir. Niye hâlâ Shakespeare okuyoruz, çünkü hâlâ 500 senedir insanoğlunun evrensel meselesi aynıdır. Kıskançlık, şiddet, hayıflanma, hırs, güç zehirlenmesi aynı. Dolayısıyla bunlar değişmiyor. Ben adaletli ve vicdanlı olmaya çalışıyorum, onun için de hiç keşkem olmadı. 

Son olarak, iletişim fakültesinde okuyan öğrencilere bir tavsiyeniz var mı?

Kitap okunmadığını görüyorum. Benim derdim kelimelerle olduğu için, yüz kelimeyle 50 kelimeyle Türkçe'yi konuşmaya çalışıyoruz. Ondan sonra bir kadın çıkıyor, yargı dağıtıyor, boş yapıyor falan diyorlar. Halbuki bizim yaptığımız şey, aslında şiir de öyle, kelimeleri ekonomik kullanma sanatı. Şiir dediğin edebiyat türü olarak kelimelerin en ekonomik kullanılışıdır. Mesajı vermek için en ekonomik yani insanların vaktini almadan kısa, vurucu, öz ama çok kısa yazabilmek için çok okumak lâzım. Mesajın çok kısa zamanda karşıya gidebilmesi için, vurucu olabilmesi için çok kesin kelimeler bulman lazım. O kadar ki o kelimeleri seçebilmen için çok okuman lazım. Bizden sonraki kuşak hiç okumuyor, tamamen okumayı bıraktı. İşte twitter üzerinden 280 karakterle konuşuyoruz Türkçeyi. Onun için benim tavsiyem, çok okuyun. Çünkü okumak müthiş bir serüven. Yani dünyanın gezemediğiniz her yerini geziyorsunuz. O anda hiçbir arkadaşınızın size katkı yapamayacağı kadar geniş, zengin bir katkıda bulunuyor size okuduğunuz şey. Zaten okuduğunuz şey o ruh halinize göre veya ihtiyacınız olan şeye göre seçiyorsunuz kitabınızı. O kitap sizinle konuşuyor aynı zamanda. Çok okusunlar. Mümkün olduğunca, tabii maddi imkânları el verdiğince gezsinler veya sergidir, tiyatrodur, bunlar insanı çok zenginleştiren, zihin açıcı şeyler. Mesela Şahsiyet diye bir dizi var. Hakan Günday'ın kaleminden çıkma. Geçen gün onu izledim, 12 bölümü 3 günde izledim. İnanılmaz zekice Hakan Günday'ın o kalemi. Yani her kalem, her bakış açısı, her perspektif size yeni bir şey katar. Yaptığımız işte bu zaten bizim. Yani mümkün olduğu kadar hikâye. Hepimiz anlattığımız hikâyeler kadar varız aslında. Onun dışında meselâ birini seviyorsan, onun hikâyesini seviyorsun aslında. Dolayısıyla o hikâyeyi güzel anlatabilmek iyi bir hikâye anlatıcısı olabilmek. Sonuçta haber dediğinde birilerinin hikâyesini anlatıyorsun. Onu yapabilmek için de okumak lazım.