İstanbul’un son bakır ustaları
Röportaj: Ömer KARAOĞLU
İstanbul’un tek bakırcılar çarşısı olma özelliğine sahip Beyazıt Bakırcılar Çarşısı’nda İstanbul’un son dört bakır ustasından biri olan Cengiz Kıpırtı ile hoş bir sohbet gerçekleştirdim. Cengiz Usta’nın birbirinden güzel el emeği ürünlerini inceledim. Bu kadar güzel el işlemeciliği yapılan zanaat eserlerine hayran kalmamak mümkün değil. Cengiz Ustaya bakırcılık zanaatı ve geleceği hakkında merak ettiklerimi sordum. Kendisi de güler yüzüyle sorularımı yanıtladı.
Bakırcılığa ilk ne zaman başladınız ve bakırcılığı seçmenizdeki etken neydi?
Mesleğe 6 yaşında başladım. Yaklaşık 40 yıl oldu. Her ne kadar günümüzde yok olmak üzere olan bir meslek olsa da, o zaman için günün revaçta mesleğiydi. Bakırcılık sadece Gaziantep’te yapılıyordu. Çocukluğumda oturduğumuz bölgenin yakınlarında bu işi yapan çok sayıda insan vardı. Ben de böyle merak saldım bu işe. Bakırcılığın herhangi bir okulu yok. Tamamen merak duymamla başladı. O şekilde de devam ettim. Şu anda İstanbul’da bakır ustası olarak çalışan sadece 4 kişi kaldık. Bizler de muhtemelen İstanbul’un son ustaları olacağız.
Babanız da bakırcılık yapıyor muydu, yoksa sadece ilginizi çektiği için mi başladınız?
Çocukluğumda abim ve çevremdeki insanlar bakır işlemeciliği yapıyorlardı. İlgi duymamın ötesinde, bulunduğum ortam beni bu mesleğe yakınlaştırdı. Bakırcılığı seçmemde abimin de çok önemli yeri var. Bu mesleği abim sayesinde sevdim diyebilirim.
Eski dönemlerde bu tür zanaatlarda babadan oğula geçiş çok fazla oluyordu. Peki günümüzde bu durum neden böyle devam etmiyor?
İnsan olmayı sadece okumaya bağlarsak, herkes okusun insan olsun ama sadece okumakla insan olunmaz. Yaşamak gerek hayatı, yaşayarak insan olunur. Ben de diyorum ki, gençler hem okusunlar hem de bu tür zanaatları öğrensinler. Ben hem okudum hem çalıştım. Var mı bir eksiğim? Artım var, eksiğim yok. Şu anki nesil rahat yetişen bir nesil. Bu zanaatın eğitimi okullarda verilebilir. Biz üniversitelerde okuyan öğrencilere bakırcılık dersi verdik. Ancak bu üniversite düzeyinde verilecek bir ders değil. Öğrenci bu eğitime ilkokul veya ortaokulda başlamalı. Bu dönemde çocuğun ilgisi varsa ortaya çıkar ve bunu kendine meslek olarak edinir. Sanat sonradan öğrenilmez; sanat Allah vergisidir. Çocuğun yeteneği yoksa ne kadar öğretmeye çalışırsanız çalışın, çocuk öğrenemez. Benim ders verdiğim 25 öğrencim vardı. Sadece 2 tanesi bir süre daha devam etti.Bakırcılığı yaparken insanın göz aşinalığı olmalı. Ve en önemlisi, severek yapılmalı. Çünkü bu eserleri sevmeden ortaya çıkartmak mümkün değildir. Meslek seçiminde işin püf noktası da zaten budur.
Günümüzde bu tür zanaatları yapan sayılı zanaatkâr kaldı. Genç nesilden yeni zanaatkârların yetişmemesi hakkında ne düşünüyorsunuz? Bunun sebebi ne olabilir?
Bu durum arz-talep ile ilgilidir. Günümüzde mesleğe karşı bir talep yok. Biz yanımızda çalışacak çırak bulamıyoruz. Benimle birlikte 6-7 yaşlarında mesleğe başlayan kişilerin çoğu artık bu mesleği icra etmiyor. Çalışmaya devam edenler ise 40’lı yaşları geçtiler. 40 yaşın altında bu mesleği yapan kişi neredeyse yok. Devlet, belediye, vakıf ya da dernek desteği ile ancak bu meslek yeniden canlanabilir. Diğer bir yol ise eğitim sistemi içerisinde bu mesleğin yer alması. Ancak bu iki yol kullanılarak mesleğin hayatta kalması sağlanabilir. Bakırcılık tarihi 10 bin yıl öncesine dayanır. Bakırcılık, Memlükler, Selçuklu ve Osmanlı’da günümüze göre daha belirgin bir meslekti. Gün geçtikçe mesleğe duyulan ilgi azaldı. Bugün icra ettiğim bu meslek, belki on yıl sonra yok olacak.
Bakırcılıkta pek gelecek görmüyorsunuz galiba?
Karamsarlık yok. 10 bin yıl önce vardı, bugün de var. Hatta bizden sonra da devam edecektir. Ama sanat değeri hakkında kesin bir söz söylemek mümkün değil. Bakırcılığın değerini koruması ve değer kazanması, bu alanda kendini yetiştirecek insanlara bağlı. Bugün yetiştirilecek bir bakırcı ustası, bu mesleğin 50 yıl daha sürdürülmesine katkı sağlayabilir.
İnsanların size karşı ilgisi nasıl? Hangi kesim size daha çok ilgi duyuyor?
Buraya gelen herkes eserlerimi beğeniyor ancak beğenilen eserlerin satın alınabilmesi için insanların alım gücünün olması şart. Çaydanlık, tava, cezve gibi günlük kullanıma yönelik eşyaları herkes satın alabiliyor ama işin içine sanat girince eşyaların değeri artıyor ve bireyleri ekonomik yönden zorluyor. Avize, ayna ve miğfer gibi tamamı el işçiliğine dayalı ürünler, pahalı olması nedeniyle sadece üst seviyede alım gücüne sahip kişiler tarafından satın alınabiliyor. Bunlara ek olarak, ben de alıcıya ulaşmakta bir takım problemler yaşıyorum. Ürünlerimi sergileyecek alanım yok ya da bu alanlar maddi güç gerektiriyor. Bu nedenle üretim seviyemiz günümüzde giderek azalıyor. Şu anda bu ürünleri evine alan kişi sayısı oldukça azaldı. Ancak yurt dışından gelenler ya da ülke içerisinde bu ürünleri pazarlayan kişiler tarafından tercih ediliyor.
Bakırdan ne tür ürünler yapıyorsunuz?
Önceki dönemlerde bakır maddesi mutfaklarda sıklıkla tercih edilirdi. Bunun nedeni plastik ürünlere göre daha sağlıklı olmasıdır. Günümüzde çelik, alüminyum ve cam gibi maddeler çoğalınca, bakır mutfak ürünlerini tercih edenlerin sayısı azaldı. Şu an daha çok dekorasyon ürünleri üretiyoruz. Banyo ve mobilya aksesuarları gibi lükse kaçan ürünler yapmaya başladık. Bakırdan daha çok pirinç ürünler kullanılmaya başlandı, çünkü pirinç bakıra göre fiyat olarak daha uygun bir maddedir. Pirinç, bakır ve çinko karışımıdır. Pirinç ile bakırı ayırmanın en kolay yolu ise renkleridir. Pirinç sarı renge sahipken bakırın rengi kırmızıdır.
Bakırcılık zanaatına devlet sahip çıkmıyor mu?
Osmanlı’da bir yer fethedildiğinde, o bölgede yaşayan bakır zanaatkârları, ressam ve hattatlar devlet himayesine alınırdı. Osmanlı Devleti, zanaatkârları saray bünyesinde çalıştırırdı. Bu zanaatkârların para kaygısı olmazdı. İşte sanat o zaman yapılırdı. Bizler ise günümüzde günlük dükkân masrafı, kira, vergi gibi çok sayıda gider hesaplıyoruz. Günü kurtarmanın derdine düşerek, Selçuklu ve Osmanlı döneminde yapılan eserler kadar kıymetli ürünler ortaya koyamıyoruz. Günümüzde devlet bize sahip çıkmıyor ve bize yol göstermiyor. Aslında sanatımıza sahip çıksalar ve bize vakıf dükkânları verseler, devlet himayesinde olduğumuz sürece gelecek nesiller için sanatsal değeri daha çok olan ürünler ortaya koyabiliriz.