Medya ombusmanı Faruk Bildirici: “Okur temsilcisinin bağımsız olması şarttır"
Haber Üsküdar – İzel Çelik
Üsküdar Üniversitesi İletişim Fakültesi Yeni Medya ve Gazetecilik Bölümü tarafından düzenlenen online söyleşide ombudsmanlık ve gazetecilik etiği konuşuldu. Moderatörlüğünü Yeni Medya ve Gazetecilik Bölüm Başkanı Prof.Dr. Süleyman İrvan'ın yaptığı söyleşiye medya ombudsmanı Faruk Bildirici konuk oldu.
“Okur temsilciliği, okur ile gazete arasında bir köprüdür”
Söyleşiye, medya ombudsmanı Faruk Bildirici’yi tanıtarak başlayan Prof.Dr. Süleyman İrvan, “Faruk Bildirici, 1980 yılında Ankara Üniversitesi Basın Yayın Yüksek Okulu’ndan mezun oldu. 1980 yılında Cumhuriyet gazetesinde gazetecilik görevine başladı. Cumhuriyet gazetesinde 12 yıl çalıştıktan sonra dört ay Sabah gazetesinde parlamento muhabiri olarak çalıştı. Ardından aynı yıl Hürriyet'e geçti ve 1992’den 2019’a kadar Hürriyet gazetesinde çalıştı. 2010 yılında ise okur temsilciliğine başladı” dedi. Profesör İrvan konuğuna ilk olarak “2010 yılında okur temsilciliğine başladınız. Peki okur temsilciliği sizin için ne anlama geliyor?” sorusunu yöneltti. Faruk Bildirici soruyu şu şekilde yanıtladı: "1990’ların sonunda Türkiye’de medyanın etik sorunlarının artması ve aslında bir yerde batağa saplanmasının ardından, okur temsilciliği gündeme geldi. Ondan önce 1998 yılında Umur Talu önderliğinde Türkiye Gazeteciler Cemiyeti tarafından Türkiye Gazetecileri Hak ve Sorumluluk Bildirgesi kabul edildi. Daha sonra Milliyet gazetesinde 1999 yılında Yavuz Baydar okur temsilcisi oldu. Okur temsilciliği kurumu Yavuz Baydar ile başlamış oldu. Daha sonra Sabah, Hürriyet, Cumhuriyet gibi gazetelerde de okur temsilcisi istihdam edilmeye başlandı ama maalesef bu durum devam etmedi. Bugün gelinen noktada hiçbir gazetede okur temsilcisi kalmadı. Okur temsilciliği, okur ile gazete arasında bir köprüdür. Okur temsilcisi istihdam eden gazete okuruna şunu söylemiş oluyor: ‘ben bundan sonra kendi işimi denetlettireceğim, gerekirse kendimi eleştireceğim ve bunu da size duyuracağım.’ Böylece şeffaf bir süreç başlatmış oluyor. Bu sürecin şeffaf olması okur ile gazete arasındaki güveni tazeliyor. Okur ile gazete arasındaki güven ilişkisi zedelenirse, ki son zamanlarda bunun örneklerini çok görüyoruz, okur gazeteden kopar. Bana şu çok söylendi: ‘Sen bizim hatalarımızı sürekli açığa çıkartıyorsun, olur mu böyle?’ Ben de onlara dedim ki: ‘Biz okurumuza, biz böyle bir hata yaptık ve o hatayı bir daha yapmayacağız diyoruz. Böylece okurun güvenini tazelemiş oluyoruz.’ Bu arada gazetede o hatayı yapan arkadaşımız zor durumda kalıyor ama mesele hata yapmamak değil, yapılan hatayı tekrarlamamaktır. Çünkü ben şuna inanıyorum, hiçbir gazeteci kasıtlı olarak hata yapmaz, kasıtlı olarak yanlış bilgi vermez. Veren gazeteci varsa eğer zaten o gazetecilik dışı bir faaliyettir. Dolayısıyla kasıtlı olmadan yapılan bir hatayı düzeltme girişiminden daha doğru ne olabilir ki?”
“Şirket haberciliği yapmak habercilik değil, gazeteciliğe ihanettir”
Prof. Dr. Süleyman İrvan’ın, “2010’lu yıllardan itibaren yaygın bir biçimde başlayan bir gazetecilik pratiği var. O da şu: ajanslar şirket haberleri diye bir bülten yayımlıyorlar. Şirketler bültenlere abone oluyor ve bu abonelik karşılığında ajanslar şirketlerin haberlerini yapıyorlar. Ajanslarda şirket haberciliği diye bir uygulama ortaya çıktı. Siz bu konu hakkında ne düşüyorsunuz?’ sorusu üzerine Faruk Bildirici şu yanıtı verdi: “Bu habercilik falan değil, doğrudan gazeteciliğe ihanettir. Biz gazeteci deyince gerçeğe sadakatten, gerçeği aktarmaktan bahsediyoruz. Burada gerçek nerede? Haberle, şirket haberleri ya da reklamları arasında temel bir fark var: biz insanlara bilgi vermekle mükellefiz. Oysa onlar orada şirketlerini tanıtıyorlar ya da şirketlerinin bir ürününü almaya yönlendiriyorlar. Biz bunu haber diye vererek insanları kandırmış oluyoruz. Burada önemli olan bir diğer mesele de aslında gazetelerin yayın ilkeleri kalmadı. Yayın ilkeleri sitede duruyor ancak fiilen bir kıymeti yok, uygulanmıyor. Sadece şirket haberlerinde değil, hayatın diğer alanlarında da hatta polis-adliye haberlerinde bile bunlar artık uygulanmıyor.”
“Okur temsilcisinin işlevsel bir şekilde çalışabilmesi için editöryal bağımsızlık şarttır”
Prof. Dr. Süleyman İrvan’ın, “Faruk bey, 2010 yılında dört gazetede de okur temsilcisi vardı ve aslında giderek de artacak diye düşünüyordum. Sonra birden bire önce Milliyet gazetesindeki okur temsilcisi etkisizleştirildi, Sabah gazetesinin okur temsilcisi başka bir göreve getirildi. Cumhuriyet gazetesinin okur temsilcisi bir sebepten dolayı ayrıldı ve yerine birini koymadılar. Sonra sizi Hürriyet gazetesinden gönderdiler ve birden bire gazetelerde okur temsilcisi kalmadı. Ne oldu sizce? Okur temsilcisine ihtiyaç mı bitti?” sorusu üzerine Faruk Bildirici, “İhtiyaç bitmedi ama birkaç sorun baş gösterdi. Okur temsilcisini halkla ilişkiler gibi düşündüler fakat öyle olmadığı ortaya çıkınca yani okur temsilcisi gazete yönetimini eleştirmeye başlayınca bundan hem gazete yönetimi hem de medya patronları rahatsız oldu. Bunu istemediler çünkü onların istediği şey, hem görüntüyü kurtarmak hem de okur temsilcisinin eleştirel bir şey yapmamasıydı. Bundan rahatsız olmaya başlayınca bana meselâ sürekli müdahaleler başladı. Oysa okur temsilcisinin işlevsel bir şekilde çalışabilmesi için editöryal bağımsızlık şarttır. Son konulardan bir örnek vereyim: Osman Müftüoğlu bir şirketin ton balığı reklamında çıktı, reklamda ton balığının ne kadar yararlı olduğunu, herkesin tüketmesi gerektiğini söyledi. Ama 2016 yılındaki bir yazısında dip balıklarının yenmemesi gerektiğini, ağır metal tehlikesi olduğunu ve kendisinin de bu yüzden dip balık tüketmediğini yazmıştı. Reklam yayımlanınca baktım, Dardanel şirketinin ton balıkları Hint Okyanusu’ndan geliyor. Bunlar Osman Müftüoğlu’nun zararlı dediği dip balıklar ve o bunun reklamına çıkıyor. Bu doğru bir şey mi? Ben bunu eleştirdim ve bu yazıyı yayımlamadılar. ‘Sen bizim yazarımıza yalan söylüyor diyorsun' dediler. Ama gerçek buydu. Ben ne yapayım?” dedi.
Yeni bir gazetecilik kitabı geliyor
“Ombudsmanlık sırasında yaşadığı tartışmaları aktaran yeni bir kitap hazırlığı içerisinde olduğuna değinen ve Türkiye’de medyadan bağımsız bir medya ombudsmanlığı kurulması gerektiğini ifade eden Faruk Bildirici, “Ombudsmanlık sırasında yazdığım yazıları toplayarak ‘Günahlarımızda Yıkandık’ adında bir gazetecilik etiği kitabı yazmıştım. Şimdi de okur temsilciliği sırasında yaşadığım, tartışmaları, yazıların engellenmesi gibi olayları anlatan yeni bir kitap yazıyorum" dedi. Konuşmasında yeni kitap çalışması hakkında bilgi veren Bildirici, "Ombudsmanlık sırasında yaşadığım tüm tartışmaları not aldım, mailleri sakladım. Türkiye’de gazeteci kitaplarının çoğu subjektif oluyor, kendi kişisel bakış açılarını yansıtıyorlar. Ben kitabımı bundan kurtarabilmek için kitapta kimin adı geçiyorsa ilgili bölümleri tek tek gönderiyorum. Onlardan karşıt görüş alıyorum. Eğer maddi hatalar varsa ya da söylediklerinde haklıysalar düzeltiyorum. Ya da ‘anlaşamadık, siz karşı görüşünüzü yazın, ben dipnot olarak yer vereyim’ diyorum dedi.
"Medya ombudsmanlığı geliştirilmeli"
Türkiye’nin içinde bulunduğu genel durum, medya siyaset ilişkileri, medyanın sahiplik yapısı, örgütlenmeler gibi bir dolu sorun nedeniyle gazetelerin kendi içerisinde bir özdenetim mekanizmasını çalıştırmanın, ombudsmanlık yapmanın çok zor olduğunu ifade eden Faruk Bildirici, "Türkiye’de tamamen medyanın dışında, medyadan bağımsız bir medya ombudsmanlığı kurumu olsa ben çok yararlı olacağını düşünüyorum. Medyadaki ve iletişim camiasındaki insanlar medya ombudsmanlığı kurumunun gerekliliğini kabul edip destek verseler, buradan kurumsallaşmaya doğru gidilebilir” şeklinde konuştu.
“Bir gazeteci, ‘ben bu haberle masum bir insana zarar veriyor muyum?’ sorusunu kendisine sormalı”
Bir öğrencilerden gelen, “Bir süre önce bir yazı yazdınız. Bir cinayet haberinde bütün gazetelerin başlıklarını değerlendirdiniz. Sözcü gazetesinin ‘Karşılıksız Aşk Ölüm Getirdi’ başlığını eleştirdiniz. Bu eleştirinizden dolayı Sözcü gazetesinden tepki aldınız mı?” sorusunu Bildirici şu şekilde yanıtladı: “Hayır almadım. Türkiye’de gazeteci arkadaşlarda maalesef yanlış yaptıklarını söyleyince yaptıkları yanlışı kabul etmeme gibi bir sorun var. Ben etik ile ilgili mücadelede zaman içerisinde sonuç alınabileceğini düşünüyorum. Haberi yazan arkadaş benim o yazdığım eleştiriyi görüp, belki hatasını anlamıştır ve sonraki haberinde o hatayı bir daha yapmaz. Ya da o yapsa bile başkaları yapmaz. Ben hep ‘gazeteci milleti aynı kavanozda yaşar’ derim. Benim o yazdığım yazıyı o okumazsa, öbürü okuyor. Birbirlerine anlatıyorlar ve bir şekilde etkileniyorlar. ‘Karşılıksız Aşk Ölüm Getirdi’ başlığı her şeyden önce şiddeti, cinayeti haklılaştırıyor ki Türkiye’de zaten kadına yönelik haberlerde problemler var. Etikten bahsediyorsak şu soruyu sormalıyız: ‘Ben bu haberle masum bir insana zarar veriyor muyum?’ Bir gazeteci bu soruyu soruyorsa, ki her gazeteci her haberinde bunu sormalı, bunu yapmaz. Yani bu haberi yazan arkadaş ‘Bu kişinin yakınlarını üzer miyim? Öldürülmüş bir kadına haksızlık yapmış olur muyum?’ diye düşünse zaten böyle yazmazdı. O haberde hayatını kaybetmiş bir kişi vardı. Hayatta olmayan bir insanla ilgili onun hakları konusunda daha titiz davranmalıyız. Çünkü ölmüş bir insan yazdığınız şeyle ilgili savunma yapamaz, itiraz edemez. Örneğin, Karadeniz Devrek’te genç bir kızımız öldürüldü. Öldürüldükten sonra ilçenin kaymakamı açıklama yaptı ve ‘kızın, öldüren kişiyle cinsel ilişkisi olduğundan dolayı öldürüldüğünü tahmin ediyoruz’ dedi. Genç bir kız ölüyor, kaymakam böyle bir açıklama yapıyor, gazeteciler de hiçbir araştırma yapmadan bu haberi yayımlıyorlar. Bu, o kızın anısını lekelemekten başka bir şey değil. Gazetecinin bu noktada durup, ‘Kaymakamın söyledikleri doğru mu’ ya da ‘doğru olsa bile bu şekilde yazmam ne kadar doğru?’ diye düşünmesi lazım.”
“Eleştirilerimin bazıları yerini buluyor, bazıları bulmuyor”
Prof. Dr. Süleyman İrvan’ın, “Siz medya omdusmanı olarak bugüne kadar 50 yazı yazdınız ve yazdığınız yazılar büyük ölçüde dikkate alınıyor. Haber siteleri yazdığınız yazıları büyük ölçüde haberleştiriyorlar, fakat geleneksel medya bu konuda biraz uzak duruyor. Bu uzaklığın sebebi nedir?” sorusu üzerine Faruk Bildirici düşüncelerini şöyle ifade etti: “Çeşitli nedenleri var. Örneğin, '65 yaşın üzerindeki kişilerin değersizleştirildiği üzerine bir yazım vardı. Evet, sağlık nedeniyle bu insanları korumak gerekiyor ancak bir yandan da bu insanları değersizleştirmemek, hayattan uzaklaştırmamak, hatta suçlu gibi göstermemek gerekiyor. Ben bunu yazdım ve daha sonra 65 yaş için olumlu haberler çıktı. Hatta en son Akşam gazetesi, 65 yaş üstüne konulan yasakların ‘kırık kalp sendromu'na yol açabileceği yönünde bir haber yayımladı. Yine Adana’da Suriyeli bir gencin polis kurşunuyla vurulması haberi ilk başta ‘Dur ihtarına uymadı diye vuruldu’ şeklinde yazıldı. Ben dur ihtarı meselesinin doğru olmadığını, çünkü çocuğun göğsünden vurulduğunu ve gazetecilerin resmi açıklamalara hemen inanıp onları doğruymuş gibi yazmalarının yanlış olduğunu yazdım. Nitekim gencin kaçarken değil, durduktan üç metre sonra polis tarafından vurulduğu ortaya çıktı. Polis tutuklandı. Benim eleştirilerimin, uyarılarımın bazıları yerini buluyor bazıları bulmuyor. Örneğin, geçtiğimiz Pazartesi günü gazetelerin sponsorlu sayfalarını eleştiren bir yazı yazdım. Bunun değişmeyeceğini biliyorum. Çünkü gazetelerin reklam gelirleri çok azaldı. Tirajlar düştü. Böyle bir yola zorunluluktan gidildi ama bunları yaptıkça gazetecilik kötüye doğru gidiyor. Gazetecilik kötüye doğru gittikçe de okur sayısı düşüyor ve gelirler azalıyor.”
“Gazetecilik vicdan işidir”
İçerikle örtüşmeyen başlıklara yer veren medya sitelerinin zamanla okurlarını kaybettiklerini ifade eden ve gazetecinin haberinin tarafsız olması için önce kendisini tarafsız hissetmesi gerektiğine değinen Faruk Bildirici: “İçerikle örtüşmeyen, içeriği farklı bir biçimde sunan başlıklar atmak gazetecilik değildir. Gazetecinin doğruyu yansıtması ve okuruna güven vermesi gerekir. Milliyet’in internet sitesi bir zamanlar Türkiye’de en çok okunan haber sitesiydi ama şimdi öyle değil. Neden? Çünkü güvenilirliğini kaybetti. Belki siz başlıkla içeriği farklı sunarak üç gün beş gün fazla reyting alıyorsunuz ama bir süre sonra okurunuzu kaybetmeye başlıyorsunuz. Güvenini kaybettikten sonra okur o siteye bir daha girmez. Daha önemlisi de şu: Yaptığınız şeyle insanları kandırıyorsunuz. O noktada kendimize şunu sormalıyız, ‘Peki gazetecilik etiği nerede kaldı?’ Gazetecilik Süleyman Hoca’nın da sürekli söylediği gibi bir vicdan işidir. Bir gazetecinin vicdanlı olması ve gerektiğinde utanabilmesi lazım. Böyle bir şey yoksa, zaten gazetecilik etiğinden bahsedemeyiz. Biz, ‘gazeteci tarafsız olmalıdır’ deriz Elbette tarafsızlık teorik olarak mümkün değil. Gazetecinin bir dünya görüşü, bir bakış açısı var. Gazetecinin tarafsızlığı dediğimiz şey, mutlak anlamda bir tarafsızlık değil. Bir ahlaki tarafsızlıktır. Yani karşınızdaki bir insan ırkçılık yapıyorsa, nefret söyleminde bulunuyorsa ‘Ben ona tarafsız kalırım, onun lafını verip kenara çekilirim’ diyemezsiniz. Yanlış olduğunu vurgulamanız gerekir. Sahada bir konu hakkında araştırma yaparken veriler karşısında kendinizi tarafsız hissetmeniz gerekir. Yani, ‘Bu benim futbol takımıma ya da siyasi partime zarar verir’ diye değil bütün artıları eksileri toplayıp, okura aktarıp, okurun karar vermesini sağlamalısınız. Siz kendinizi tarafsız hissetmezseniz haberiniz de tarafsız olmaz” ifadelerini kullandı.
Söyleşi, Prof. Dr. Süleyman İrvan’ın Faruk Bildiri’ye teşekkürüyle sona erdi.