Onuncu oturumda akademisyenler televizyonun dönüşümünü konuştu
22.10.2020 06:38

Onuncu oturumda akademisyenler televizyonun dönüşümünü konuştu


Haber Üsküdar - İrem Özcan ve Cansel Atmaca

Üsküdar Üniversitesi İletişim Fakültesi tarafından 21-23 Ekim tarihlerinde düzenlenen 7. Uluslararası İletişim Günleri / Dijital Çağda İletişim Eğitimi sempozyumunun 10. oturumunda televizyonun dönüşümü konulu bildiriler sunuldu. Başkanlığını İstanbul Üniversitesi'nden Prof. Dr. Nilüfer Timisi Nalçaoğlu'nun yaptığı oturumda Dr. Öğr. Üyesi Onur Önürmen, Doç. Dr. Süleyman İlaslan, Dr. Öğr. Üyesi Esennur Sirer, Dr. Öğr. Üyesi Yıldız Derya Birincioğlu, Yusuf Ürkek ve Araş. Gör. Esra Demirci sunum yaptı.

Dr. Öğr. Üyesi Onur Önürmen: "Televizyoncu öldü, yaşasın 'yeni' televizyoncu"

Erciyes Üniversitesi'nde görev yapan Dr. Öğr. Üyesi Onur Önürmen, herkesi selamladıktan sonra son dönemlerde katıldığı katılımcısı en bol olan sempozyum olduğunu söyledi ve konuşmasında şunları söyledi: "Başlık iddialı bir başlık biliyorum. Geleneksel medyanın en son ama en yaygın araçlarından biri olan televizyon; yaklaşık 100 yıldır insanlığın yaşamıyla iç içe durumdadır. Televizyonun geçtiğimiz yüzyılın en etkili ve yaygın medya aracı haline gelmesi, siyasetten kültüre, spordan sanata kadar her türlü toplumsal süreçte başat aktörlerden biri olmasına neden olmuştur. Böyle önemli bir iletişim aracına içerik sağlamak rastgele yapılacak bir iş değildir. Bütün amaç izleyicileri mümkün olduğunca televizyon karşısında tutmaktır. Bu sebepten dolayı televizyonculuk mesleği, dikkat ve özen gösterilmesi gereken bir alandır. Günümüzde televizyon kitlesel bir iletişim aracı olmaktan çıkıp, bireysel temelli bir araca dönüşmektedir. Geçmişte televizyon bir mekana bağlı iken, bugün streaming yayıncılık sayesinde akıllı telefonlar, tabletler, dizüstü bilgisayarlar gibi cihazlar ile izlenebilir hale gelmiştir. Bu dönüşüm ile izleme içerik ve pratikleri etkilenmiştir. Binge Watching, Video on Demond vb. gibi yeni izleme türleri gelişerek, televizyoncular bu alanda içerik üretmeye zorlanmıştır. Kimi televizyon programcıları ise, kural ve yaptırımlara tabi olan televizyon kanalları yerine daha özgür bir platform olan internet ortamında içerik üretmeyi tercih etmiştir” dedi. Önürmen, “Armağan Çağlayan’ın 1968 adlı Youtube kanalı bunlardan biridir. Kanalda Armağan Çağlayan’ın kendi belirlediği konuklarla birebir sohbet ettiği talk show içerikleri yer almaktadır. Konu hakkındaki uzman kişilerin bilgilerine başvurduğu röportaj yapılan videolar, Uçuk Kaçık Masallar başlığı altında farklı konseptte tasarlanan içerikler, Gör Beni başlığı altında siyaset, sanat, medya vb. alanlardaki ünlü kişilerle yapılan sohbetlerden oluşuyor. Gösterim sayılarına bakıldığında Gör Beni bölümünde yer alan içeriklerin diğerlerine göre daha çok izlendiğini görüyoruz. En çok izlenen ilk gösterimin 7,2 milyon görüntülenme ile sosyal medya fenomeni Murat Övüç’e, ikincisi ise Selin Ciğerci’ye ait. Kanalın diğer videolarında birçok siyasi parti lideri ve sözcüsü olmasına rağmen, gösterim sayıları diğer konuklara göre oldukça düşük kalmıştır. Güncel başlığı altındaki 10 videodan 7 tanesi hepimizin gündeminde olan Corona Virüsü hakkında neler yapmamız gerektiği ile ilgili içeriğe sahiptir. Buradaki izlenme sayısı ise en fazla 567 bin. Kanalın geleneksel televizyona en yakın bölümü olan Uçuk Kaçık Masallar’da ise Türkiye’nin yakın tarihinde meydana gelmiş ilginç, komik eğlenceli olaylar anlatılmaktadır. Bu bölümdeki en fazla gösterim sayısı ise 276 bindir. Bu veriler ışığında bir değerlendirme yapacak olursak; Televizyon, yayıncılık teknolojisi bakımından da hem içeriği hem de teknolojisi sürekli bir değişim ve yenilenme içerisinde olan bir kavram. Bir dönem az sayıda profesyonellerin elinde olan içerik üreticiliği artık herkesin yapabileceği bir hal almış durumda. Bu nedenle rekabet daha yoğun, ilgi ve beklentiler daha gelip geçici. Bununla birlikte geleneksel televizyonun izleyiciye ulaşma ve onu ekran karşısında tutma yöntemlerini bilen bunu yeni mecralara uyarlayarak kendi televizyon içeriklerini üreten yeni televizyoncular, kendilerinden söz ettirmeye devam edecekler.” dedi

Doç. Dr. Süleyman İlaslan: Popüler olan özellikle genç kesime yeni medya mecralarıyla ulaştırılmak için ortaya çıkmış

Doç. Dr. Süleyman İlaslan herkesi selamladıktan sonra Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi mezunu olduğunu, bir süre orada görev yaptığını ve şu anda da Fırat Üniversitesi'nde görevine devam etmekte olduğunu belirtti. Konuşmasında televizyon yayıncılığının dönüşümüne ilişkin bir sunum yapacağını ifade eden İlaslan şunları söyledi: "Televizyonun dönüşümüne dair tartışmalar önemli, 'Televizyon bitti mi, devam mı edecek?,Yeni koşullara nasıl adapte oluyor? ve benzeri birçok konu tartışılıyor. Bu kamu hizmeti yayıncılığı açısından da geçerli bir kavram. Ama tabii bu dijitalleşme süreci, özellikle ağ teknolojileri gibi unsurların ön plana çıkması, televizyon yayıncılığı gibi bir mecranın da ağırlıklı olarak teknolojiler üzerinden tartışıldığı bir dönemi beraberinde getirdi. İzleyecilere sunulan imkânlar üzerinden şekillendirilen yeni bir yayıncılık ortamıyla karşı karşıyayız. Televizyon dünyasını parçalı olarak tanımladığımızda bu parçalılık durumu giderek aslında daha da belirginleşiyor. Televizyonun akışına bile gerek kalmadan içeriklerin istenildiği zaman izlenildiği bir ortamın yaratılması, izleyiciye sanki daha iyi imkânların sunulacağı gibi bir düşünceyi ortaya çıkartıyor. Bunun aslında daha temel politikalara baktığımızda serbestleşmeci düşüncelerde olduğu gibi bir yaklaşım olduğunu görüyoruz. Teknolojik değişimlerle birlikte kanal sayısının artması gibi unsurlar bu vurguları destekler niteliğe bürünüyor. Televizyon yayıncılığının yeni koşulları piyasa mantığıyla nerede kesişiyor diye sorduğumuzda tam da bu vurgular karşımıza çıkıyor. Peki yeni medya mecralarını bu yapıdan ayrı değerlendirebilir miyiz? Bu yeniden yapılanma sürecinde piyasa mantığyla bu dönüşümler uyumlu. Yeni medya mecralarının da bunlardan bağımsız bir biçimde ele alınması eksik bir anlamlandırmaya yol açacaktır. Bireyselleşmenin arttığı, rekabetin ön plana çıkartıldığı bir yapısal yeniden oluşum süreci olduğunu görebiliriz. Netflix, Amazon gibi büyük şirketlerin önemli derecede içerik ürettiği ve hayatımıza girdiği bir yapılanma biçimi karşımıza çıkmakta. Teknoloji alanında yapılan tartışmaların güncel olana odaklanma gibi eğilimi var, güncel olanı çözümleme tarihsel olanı ihmal etmek de bazı sorunları beraberinde getirebilir. Televizyon içeriklerinin yeni medya mecralarında ulaşılabilir olmaya başladığını görmekteyiz. Popüler olan, yeni medya mecralarıyla özellikle genç kesimlere ulaştırılması için tasarlanmış teknolojiler. Tabii ki izleyici pratikleri değişiyor. Ama bizim tartışmamız, altta yatan daha yapısal ilişkilerin nasıl yeni medya mecralarını şekillendirdiğidir. Bizim asıl yüzümüzü dönmemiz gereken nokta, neden bu içerikler ön planda sorusudur."

Dr. Öğr. Üyesi Esennur Sirer: "İnsanlar gördüklerine inanırlar"

Dr. Öğr. Üyesi Esennur Sirer, konuşmasına, 26 yıllık televizyoncu olduğunu söyleyerek başladı ve “Televizyon konusunda bir şeyler yazmak boynumuzun borcudur” dedi. Sirer konuşmasını şöyle sürdürdü: “Çağımızın en önemli unsurlarından birisi görüntü. Görüntü ve görüntünün akış hızının ön plana çıkması ve pek çok şeyin görüntüyle anlatılabilir olması görüntünün önemine vurgu yapıyor. Akan görüntü her yerde var. Caddede, metroda, telefonda… İnsanlar gördüklerine inanırlar. Görsel şeyler çok daha fazla ilgi çekiyor. Sesli ve görüntülü bir video izleyen birinin algıladığı şeylerin yüzde 70’ini görüntü, yüzde 30’unu ise ses oluşturuyor. İnsanlar görsel bilgiyi, yazılı bilgiden 60.000 kez daha hızlı işlemektedirler. Bu durum görsel okuryazarlığın önemini ortaya koyuyor. Görsel okuryazarlık nedir? İnsanların çevrelerindeki sembollerin, objelerin, akan her şeyin farkına varabilmesi, onu doğru olarak yorumlayabilmesi görsel okuryazarlık olarak ifade ediliyor. Görsel okuryazarlık son dönemde çok öne çıkarılan bir konu olmuş durumda. Oysa görsel okuryazarlık çok eskiye dayanan bir kavram. Yaklaşık 32.000 yıl önce insanların mağaraların duvarlarına bir şeyleri çizerek anlattığını görebiliyoruz. Görsel olarak yazma biçimi tarihsel olarak eskiye dayansa da görsel anlamda akışkan bir anlatı yapısının oluşması sinema ile başlamıştır. Bu görsel kültür sinemadan videoya, dolayısıyla televizyona aktarılıyor. Televizyon tüm evlere kolaylıkla giriyor, ilgi çekiyor ve aynı zamanda görsel okuryazarlığı çok arttıran bir mecra. İzleyicilere bir dil oluşturuluyor, onların anlamaları için, izledikleri şeylere anlam atfedebilmeleri için bir yol oluşturuluyor ve herkes bu yolu çok kolay benimsiyor. Görüntülerle yaratılan anlam; göstergeler, toplumsal bellek ve deneyimler üzerinden inşa edilmektedir. Christian Metz, görüntünün anlamının kültürel kodlardan, metinsel dizgelerden ve çıkarsamalardan oluştuğunu söylemektedir. Yani içerisinde olduğumuz kültürel bir yapı var. Daha sonra bu yapının içerisinde bir kurgu ve metinsel anlamlar oluşturuluyor ve biz bu anlamlardan bir şeyler çıkarıyoruz. Hem okuyoruz hem de yazıyoruz. Televizyon bizim kültürümüze, eğitimimize, görgümüze birikimlerimize göre inşa edilen bir mecra. Çok fazla içerik üretiliyor. Herkesin sosyal medyada içerik ürettiği bu dönemde görüntüyü okuma konusundaki deneyimlerimiz, görüntü yazmaya da referans oluyor. Görüntü okuryazarlığına sahip olmak için metinleri doğru yorumlamak, doğru değerlendirmek ve doğru anlamak çok önemli. Böylelikle görsel düşünce yeteneğimiz de gelişiyor. Deneyimlerimizin teknoloji ile birleşmesi hem okumak hem yazmak ve etkili bir iletişim gerçekleştirmek için önemli olmuştur."

Dr. Öğr. Üyesi Yıldız Derya Birincioğlu: "Televizyon izlemek olumsuzlanırken, Netflix üzerinden içerik tüketmek sosyal statü aracı olarak görülüyor"

Bu süreçte ilk defa online katılımı deneyimleyeceği  için heyecanını dile getiren Dr. Öğr. Üyesi Yıldız Derya Birincioğlu, pandemi sürecinde orta ekonomik sınıftaki genç insanların Netflix'e olan yaklaşımlarıyla ilgili yaptıkları bir çalışma üzerine konuştu. Birincioğlu, "12 kişi üzerinden yapmış olduğumuz nitel bir araştırmaydı. Bizi çalışmaya yönlendiren sorulardan bir tanesi şuydu; Netflix verilerinden üye sayılarına bakmıştık ve 2019 Şubat ayında 65 bin olduğunu ama 2019 Aralık ayında 1.5 milyon üye sayısına ulaştığını gördük. Belli ki izleme pratiğinde değişiklik yaratmaya başlamıştı. Araştırmada şunu da gördük, televizyon izleme biraz daha olumsuzlanan bir tavırken, tam tersine Netflix üzerinden içerik tüketmek sosyal statü olarak insanların kendilerini daha üst seviyede buldukları bir konumu ifade etmeye başlamıştı. O yüzden biz aslında bir boş zaman etkinliği olarak Netflix tüketiminde, özellikle dizi tüketimindeki davranışları incelemeye çalıştık bu çalışmada. Çalışmamız bir pilot çalışmaydı çünkü bir takım sınırlılıkları vardı, sadece İstanbul'u baz almıştık. 21-46 yaş gibi bir aralıkta bu araştırmayı yaptık. 6 kadın 6 erkekten oluşan bir grupla çalıştık. Weber'in statü kavramı bu noktada kuramsal olarak kullanabileceğimiz bir şey, çünkü kültürel sermayeyi sosyal sermayeye dönüştürmeye çalışan katılımcıların özellikle kendi statülerini hep daha üst sınıfa ait bir yerde konumlandırma çabaları var. Ama aslında boş zaman değerlendirirken alt statü grubunun yaptıklarını görmeye başladık. En önemlisi Netflix etkisi. Netflix'te yeni konulan 1 sezonluk dizinin tüm sezonunun 24 satte bitiriliyor olması tartışılması gereken bir konu. Çalışmayı beş temaya ayırdık: Bireyin kendini konumlandırması, sosyal ilişki ağı, kültürel beğeni ve içerik değerlendirmesi, yaşam biçimi, yeni izleme pratiği. Katılımcıların çoğu televizyon izlemediklerini ifade etmelerine rağmen onlara farklı dönemlerden diziler sorduğumuzda izlediklerini söylediler. Nasıl Netflix'e üye olduklarını sorduğumuzda ağırlıklı olarak arkadaş çevresinden duyduklarını ve sohbetin dışında kalmamak için üye olduklarını söylediler. İfade etme noktasında içinde bulundukları statüyü üstmüş gibi tanımlamak için cevaplar verdiklerini farkettik. Mesela kültürel etkinliklere mutlaka giderim diyorlar ama en son ne zaman gittiniz dediğimizde 1-2 yıl önce dediler. Geleneksel medya içeriklerini farkında olmadan tükettiklerini söylediler. Özgürleşme ve yönetebilmeye sahip oldukları için daha çok sevdiklerini söylemeleri de en temel sonuçlardan biriydi." 

Yusuf Ürkek: "Günlük hayatımızda da sürekli algoritmik yollarla işlemlerimizi yapıyoruz"

Üsküdar Üniversitesi Yeni Medya ve Gazetecilik Yüksek Lisans öğrencisi, Google tabanlı bir reklam ajansında ekip lideri olarak çalışan Yusuf Ürkek, Google’dan yola çıkarak algoritmalar tarafından veri alımı ve bunların kullanılmasını ele alan bir sunum yaptı: “Yeni medyanın ortaya çıkışıyla sürekli olarak bir değişim ve dönüşümden bahsediyoruz. Yeni medyayı yeni medya yapan özellikler etkileşimsellik, hyperlink, multimedia özellikleridir. Algoritmalar belli bir çözüme ulaşmak için izlediğimiz yoldur. Günlük hayatımızda da sürekli algoritmik yollarla işlemlerimizi yapıyoruz. Başta bilgisayarlar seri programlama mantığıyla çıkıyor. Bir problem çözüme ulaşmadan diğer problemleri çözemiyorsunuz. Sonrasındaki teknik gelişmeler sonucunda paralel programlama ortaya çıkıyor ve aynı anda birçok problem çözüme kavuşuyor. Bilgisayarlarımız artık paralel programlama ile çalışıyor. Netflix algoritmasına baktığımızda karmaşık birçok süreç çok kolay bir şekilde sonuca ulaşmaktadır. İnternet üzerinde yaptığımız her işlemde belli kırıntılar bırakıyoruz. Bıraktığımız kırıntılar arka tarafta veri olarak depolanıyor Semantic web ile bu bilgiler sadeleştiriliyor ve markalar bu bilgilere kolaylıkla ulaşıp kendilerini geliştirebiliyor. Telefon ve bilgisayarlarımız kapalıyken bile verilerimiz sürekli toplanıp işleniyor. Geçmiş aramalarımız baz alınarak, önümüze çıkan içerikler de yönelimimize benzer kategorize ediliyor ve şirketlere satılabiliyor. Facebook, Instagram ve Whatsapp kişisel verilerimizi birbirlerine satabiliyor. Netflix de bu kırıntılarımız sayesinde bizi benzer içeriklere yönlendiriyor. Platform üzerindeki kapak görsellerini izleyiciye hitap edecek şekilde düzenleyip, değiştirebiliyor. Film ve dizi kategorileri kullanıcının ilgi duyduğu şekle evrilebiliyor. Netflix bunları Heatmap ile kullanıcının sayfanın hangi alanlarında gezdiğine rahat bir şekilde ulaşarak tasarımını değiştirebiliyor. Aynı zamanda kullanıcının adres verisine kadar ulaşıp, bulunun bölgede izlenen kategoriye göre öneri oluşturabiliyor. Yaş aralıklarını görüp, analiz edebiliyor. Cinsiyetleri ayırt edebiliyor. Telefon ve bilgisayar modellerine göre analiz yapabiliyor. Hangi sosyal medyadan kullanıcı daha fazla geliyorsa, kullanıcı çekmek için o sosyal medyada daha fazla reklam veriyor. Netflix bu ayrıntılı bilgiler ile sistemlerini dönüştürüp başarılı oluyor. Aslında tüm bu algoritmik yapılar sayesinde ne giyeceğimizi, nereye gideceğimizi, ne yiyeceğimizi, kiminle evleneceğimizi, hangi içerikleri seçmemiz gerektiğine karar veriyoruz.”

Arş. Gör. Esra Demirci: "İnsanların toplum içerisinde var olabilmesi için yüzlere ve maskelere ihtiyacı var"

Marmara Üniversitesi Araştırma Görevlisi Esra Demirci, Lucifer dizisi üzerine yaptıkları analizi aktaran bir konuşma yaptı: "Dramaturjik teoride Goffman, insanların topluma tutunabilmesi için, toplum içerisinde var olabilmesi için yüzlere ve maskelere ihtiyacı olduğundan bahseder. Bireyler bazen o rolü fazlasıyla kanıkasayarak o role uygun yaşamakta ya da o rolün dışına çıkarak toplumun dışına atılmaktadır. Ama bireyler genellikle dışlanmak istemedikleri için atfedilen rollere uygun yaşamaya çalışırlar.Cinsiyet bir toplumsal norm olmamasına rağmen cinsel yönelimin yaygın olandan farklı olduğunda topluluk doğrudan, ona olan saygının yitirilmesiyle, ona olan davranışın değişmesiyle tehdit eder. Siz evlat olarak ebeveynlerinize karşı sorumluluklarınızı yerine getirmediğinizde başka bir forma dönüşüyosunuz, o rolü icra etmemiş oluyorsunuz. Goffman dünyanın bir sahne olduğunu, bireylerin de birer aktör olarak bu sahnede rollerini icra ettiklerini söyler. Sahne önü kendimizi sergilediğimiz yer, arka bölge ise seyircilere tamamen kapalı, kendileriyle başbaşa kaldıkları bir yer. İnsanların pandemi sürecinde Netflix izleme sürelerinin artma sebeplerinden biri aslında kendileriyle başbaşa kalmak istememeleri. Özellikle evde tek başlarına yaşıyorlarsa. Tek başlarına kaldıkları zaman içlerinde yaşadıkları duygu durumlarını bazı durumlarda sosyal çevrelerine yansıtabilmektedirler. Ancak bu davranışın sonucunda insanlar toplumdan dışlanacaklarını bilerek bu davranışı gerçekleştirmektedir. İnsanların maskesi indiğinde ve gerçeği göründüğünde maalesef onu toparlamak için yeniden denemeler yapması ve seyircinin tekrar onayını alması gerekmekte. Bu bağlamda Lucifer'i ele alacak olursak, cennette sergilediği role aykırı davranışta bulunarak Tanrı'ya karşı geldiği için cennetten kovulan, aslında bir melekken rolünü icra etmek istemediği için cehenneme sürgüne gönderiliyor, cehennemden de insanlara eziyet etmek istemediği için dünyaya geliyor. Ama dünyada yaşarken kendi benliğiyle yaşamıyor. Bazı dönemlerde maskesini çıkartıp maskesinin altındaki yüzü gösterebiliyor. Bazı zamanlar insanlar kendilerine karşı bile maske kullanır."