"Sınırı geçtiğimiz her seferinde yakalayıp geri gönderdiler"
Haber Üsküdar - Dilan Yelken
Edirne-Yunanistan sınır hattında tanıştığım Afganistan vatandaşı Nesir Özbek Avrupa’ya gitmeye çalışıyordu. Avrupa hayalleri gerçekleşmeyince önce Malatya’ya ardından Kayseri’ye geldi. Nesir Özbek’le yaşadıklarını konuştuk.
Bize kendinden bahseder misin?
Ben Nesir Özbek, Afgan vatandaşıyım. 2011 yılında Türkiye’ye geldim, 9 yıldır burada yaşıyorum. Ailemle Türkiye’nin birçok şehrinde yaşadım, sınırlar açılmadan önce Aksaray’da ikamet ediyordum. Kalabalık bir ailemiz var, bir şekilde para kazanmaya çalışıyorduk, ben lokantada çalışıyordum.
Edirne-Yunanistan sınırına ne zaman ulaştın, orada neler yaşadın?
27 Şubat’ta sınırın açıldığını duyunca Pazarkule sınır kapısına gittik. Pazarkule’den Yunanistan’a giriş yaptık, 28 Şubat akşam üstü. 150-200 kişi geçtik, karşı tarafta bir kasabaya girdik, bir gece bir gündüz orada bekledik, o sırada Yunan polisi bizi yakaladı. Telefonlarımızı, kıyafetlerimizi, bütün eşyalarımızı aldılar, sadece iç çamaşırlar kalacak şekilde bizi arabalara bindirip Meriç nehrine getirdiler, suya attılar, elimiz plastik kelepçe ile arkadan bağlıydı, kendiniz yüzün kıyıya diye sırtlarımıza vurup suya ittiler, kadın ve çocukları kıyıya kadar götürdüler. Meriç nehrinde sınır köylerden birine geçmiş olduk. Bölgenin muhtarı ve köy halkı geldi, bize elbise ve yemek verdi. Elbiselerimizi giyip yemek yedikten sonra İpsala’ya gittik, oradan 3 kilometre kadar yol yürüyüp Yunanistan’a geçtik, sabaha kadar ormandaydık, hava o kadar soğuktu ki birbirimize yaslanarak ısınmaya çalışıyorduk, 3 bine yakın insandık. Sabah yine yakalandık, bu sefer büyük spor salonu gibi bir yere kapattılar bizi, tüm eşyalarımızı soydular, bebeklerin emziklerini bile aldılar, sınıra getirip Türkiye’ye gönderdiler. Biz 7-8 kişi tekrar girmeyi denedik, az kişi olursak dikkat çekmez diye tel örgüleri aşıp, 300 metre yürüdükten sonra yüzleri kapalı askerlerle karşılaştık, bizi sıraya dizdiler, elektro şok ile ayaklarımıza vurup düşürdüler ve çok kalın bir sopa ile sırt ve ayaklarımıza vurdular. Sınır köyünden telleri geçip gidin Türkiye’ye dediler, biz de baktık geçemiyoruz sınır köylerini, denemeyi bırakıp Pazarkule sınır kapısına geldik ve 29 gün boyunca orada bekledik.
Bazı haberler duyduk, ormanın içinde baygın çocuklar bulunmuş diye, doğru mu?
Evet, biz kapıya doğru yürüyüp protesto gösterileri yapıyorduk, slogan atıyorduk, onlar da biber gazı ve tazyikli su ile müdahale ediyorlardı. En az 2 kilometre alanda kimse nefes alamıyordu. Sizin gördüğünüz o ormanın içinde yaşayan aileler biber gazı atıldığında çocuklarını, kadınlarını bırakıp ölümden kaçıyordu, bize cehennemi yaşattılar. Geride kalan çocukları, yere düşen insanları Kızılay çadırlarına, ambulanslara taşıyorduk.
Avrupa’ya gitmek isteme sebebin neydi? Pandemi sürecinden sonra tekrar yola çıkmayı düşünüyor musun?
Ben kalabalık bir ailenin çocuğuyum. Çalışıp kazandığım para onlara yetmiyordu, elimde doğru düzgün resmi bir belgem yoktu, yasal olarak çalışamıyordum, hep kaçak çalışıyordum, kendimi geliştiremiyordum. Kuru bir ağaç gibi, ne meyvesi ne gölgesi olan bir ağaç gibi oksijen tüketerek yaşıyorduk. Fayda sağlayamıyordum ne bu ülkeye, ne aileme, ne kendime. O yüzden gideyim, Avrupa’da çalışayım, para yollayım aileme, küçük kardeşlerim okusun, biz bir şey olamadık onlar olsun diye gittik ama olmadı.. Salgından sonra da tekrar gitme gücümüz kalmadı, Yunanistan her şeyimizi aldı, gidersek tekrar aynı şeyleri yaşamaya cesaretimiz yok. Biz Avrupa’yı küçükken de hayal ediyorduk, biri bir çiçeği ezse şehir yasa boğulur veya hayvana araba çarpsa halk sokağa çıkar diye biliyorduk ama gittiğimizde gördük ki insan canı ne kadar önemsizmiş.. Yunanistan’da kaldığımız ilk gün köy halkının faşist yaklaşımı ile karşılaştık, yanımızdaki bebeklere süt almak için köyün bakkalına girdik, paranızı da almam sütü de vermem dedi, buraya gelmeyin diye bağırdılar. Köy halkı, geri dönün sizi burada istemiyoruz, neden geldiniz gibi sorular sordular.
Türkiye hakkında ne düşünüyorsun?
Biz yıllardır Türkiye'de yaşıyoruz ve seviyoruz. İnsanlar ve devlet bize sahip çıkıyordu, ama biz kendi ayaklarımız üzerinde durmak istedik. İkametimiz olsaydı, çalışma iznimiz olsaydı ayrılmak istemezdik. Ama şöyle özetlemek isterim, dünya bir bina gibi ve Türkiye o binanın ışığı yanık tek katı. Gittik, dayak yedik geri döndük, bize yine sahip çıkan Türkiye’ydi. Salgın ortaya çıkınca bizleri yurtlara, kamplara yerleştirdi, 25 güne yakın misafir etti ve sonra Türkiye’de yaşamaya devam etmemize izin verdiler.
Edirne’de kamplara götürüldünüz, orada hiç hastalanıp hastaneye kaldırılan veya korona teşhisi konulan bir göçmen oldu mu?
Hayır, biz Malatya’da 23-24 gün kaldık ve hiç virüse yakalanan çıkmadı, diğer kamplarda da arkadaşlarım var, oralarda da hiç çıkmamış. Sadece sınırda doğan bir bebek vardı, doğduktan sonra zehirli gaza maruz kaldığı için ciğerleri ciddi hasar görmüş ve Ankara’da bir hastanede tedavi görüyorlarmış, en son konuştuğumda hayati riskinin geçtiğini öğrendim çok şükür.