Serdar Özsoy: Gazetecilik platonik bir aşktır
21.11.2023 21:25

Serdar Özsoy: Gazetecilik platonik bir aşktır


Haber Üsküdar – Erhan Avşar

Sonbaharın yapraklarını savurduğu, güneşin daha tam ısıtamadığı taşlar hâlâ soğuktu. Her nefes alışınızda ciğerlerinize iyodun ve yosunun kokusunu derinlere doğru çekersiniz. Gecenin ayazı karşısında güneş hâlâ etkisiz kalmaktadır. Adımları sana inat bu güzelliğin içinde kalmak isterken diğer tarafta soğuğun inadına direnemezsin. Çanakkale’ye sonbaharda giden bilir ne demek istediğimi. Ayazın güneşle dansıdır Çanakkale.

Çanakkale’de öğrenciysen gideceğin bazı yerler vardır. Buralar biraz senin yapını da açık eder. Kültür Kafe denilen yer belediyenin kültür merkezi olan yerin kafesinin ismidir. Genelde Cumhuriyet veya benzeri gazete okuyan, Eğitim-Sen üyelerinin takıldığı yerdir. Han dediğimiz mekânsa biraz daha sazın coşkusunu ve Anadolu motiflerini yansıtan müziklerin dinlendiği bir yerdir. Biraz daha ilerleyince de Donanma diye her öğrencinin takıldığı ve okey taşlarının sesinin çay kaşıklarının çıkardığı seslere karıştığı ve sürekli kahkaha seslerinin yükseldiği mekandır. Tabii bunlar benim zihnimde canlandırdığım anılar. Yoksa ne Çanakkale’nin ne de o mekânların haberi vardır benim yüklediğim anlamlardan.

Öğrencilik yaptığım yıllarda bir Kasım gününde yine böylesi bir an yaşarken yeni öğrencilerle tanışmıştım. Benden bir sene sonra gelmişlerdi üniversiteye. Kültür Kafe’de otururken masamıza üç kişi yaklaştı. İkisinin boynunda fotoğraf makinası vardı. Hemen dikkatimi çekti. “Serdar bakar mısın” dedi biri. Dostluğumuz, tanışıklığımız o zaman başladı ve epey zaman sonra tekrar buluşmanın keyfini ve mutluluğunu yaşamaktayım.

Bugün işte o zamandan tanıdığım gazeteci, foto muhabiri Serdar Özsoy’la bir röportaj gerçekleştirdim. Sözü çok uzatmadan gündemimizi Serdar Özsoy’un ağzından dinleyelim.

Serdar Özsoy kimdir. Biraz kendinizden bahseder misiniz?

Memur bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldim. Türkiye’nin çeşitli ilerinde yaşadık. İlk ve orta tahsilimi Denizli’de, üniversiteyi ise Çanakkale’de okudum. Fotoğraf çekmeye küçük yaşlardan itibaren ilgi duymaya başladım. Fotoğraf makineleri çok ilgimi çeker, her gördüğüm makineyi elime alıp oynar, bol bol film harcardım. Fotoğraf merakım ilerledikçe de foto muhabiri olmaya karar verdim. 1998 yılında da Cumhuriyet gazetesi Ankara bürosunda çömez bir foto muhabiri olarak başladım.

Foto muhabirliği ne demek sizin için?

Foto muhabirliği platonik bir aşk gibi benim için. Sen onu seviyorsundur ama onun haberi yok. Tam da bu şekilde ifade edebilirim. Enteresan bir meslektir foto muhabirliği, gazetecilik. Her zaman işe yaradığını hissetmezsin. Çoğu zaman çektiklerin, yazdıkların zaman kaybı gibi görünür. ‘Neden ben bu mesleği yapıyorum’ diye sorar durursun. Fazlasıyla duygu grafiği, inişli çıkışlı geçişler yaşatan bir meslektir. Çektiğinle, yazdığınla gündem belirlersin. Arı kovanına çomak sokar, ortalığı karıştırırsın. Taş ata ata denizi taşırdığını görürsün. Sonuçta halk için bir şey yaparsın. Kopamazsın. Her anın, her hücren artık bu şekilde hayat bulur.  Sevgiliye örülen duygular gibi her gün aşkını örersin. Yılmaz Erdoğan’ın, ‘Ben senin beni sevebilme ihtimalini sevdim’ diyor ya, biraz da öyle işte.

Bu kadar severek ve aşkla yaptığın mesleğin seni böyle karşılıyor mu? Gazetecilik mesleği değer görüyor mu?

Değer görme kavramını biraz farkı görüyorum. Sen gazeteci olarak mesleğine ne kadar değer veriyor ve sahip çıkıyorsan başkası da o kadar saygı gösterir. Holdinglerin basın sektörüne girişi ve basın çalışanlarına çok düşük ücretler verilmesi, ülke ekonomisinin sürekli kötü oluşu mutsuz gazeteciler yarattı. Mutsuzluk ve parasızlık huzursuzluk getirdi bu mahalleye. Gazetecilerin mesleğine sadakati ve sahip çıkma seviyesi diplere indi. Yöneticilerin tüm bu olumsuzluklara rağmen çalışanlara karşı ‘ya sev ya sev’ yaklaşımı da tuzu biberi oldu. Gazeteci kendi mesleğine sadakatini kaybederken gerçeğe olan sadakatini de kaybetti. Uzun lafın kısası gazeteciler kendi mesleklerine sahip çıkmadıkça kimseden mesleğimize değer vermesini, saygı duymasını da beklememeliyiz.

Gazetecilik mesleği çok değerlidir. Dördüncü güç olarak konumlandırılır. Bu çok önemli ve stratejiktir. Bir devletin, sistemin, önemli bir gücüdür. Hukuk, adalet, eşitlik için gazetecilik mesleği olmazsa olmazdır.  Demokrasi olan bir yerde bu kavramlardan ve onların varlığından bahsedebiliriz.

Bakın doğa dediğimiz şey bir zıtlık yapısıdır. Olmak zorundadır. Zıtlıklar denge için vardır. Gazetecilik de doğa gibi toplumdaki dengeyi sağlıyor. Savaş halindedir her şey. Tüm insanlık için gazetecilik olmak zorundadır. Denetleme görevinde dördüncü güç de yer alır. Demokrasi, adalet, özgürlükler ve doğrular için gazetecilik olmazsa olmazdır. Zorlukları elbette çok fazla var. Her anlamda bir baskılanma, daraltılma durumu söz konusudur. Buna rağmen mesleğini hâlâ çok iyi şekilde icra etmeye çalışan meslektaşlarımız vardır. Mücadeleleriyle bu mesleği taçlandıran ve anlamını hayatımızda hissettiren çabaları ve mücadeleleri vardır. Onları bir kez daha selamlamadan geçmek istemem.

Konuyu açtınız. Değiştirilen Basın Kanunu var. Bunun hakkında ne düşünüyorsunuz?

Basın Kanunu’nun değiştirilmesi bizi çok da mutlu etmedi. Değişikliğin olduğu tarihten beridir gazetecilerin her geçen gün çalışma koşullarının ve mesleğin alanlarının daraldığını görmekteyiz. Neye dokunsak elimiz yanıyor. Her gün sizler de izliyor ve duyuyorsunuzdur, gazeteciler bir cendereye sıkıştırılmak isteniyor. Mesleğimiz soru sormak ve doğrunun peşinde gitmektir. Mesleği bırakalım, insanız nihayetinde, sorularımız, meraklarımız elbette olacaktır. Fakat meslek öyle bir hal aldı ki bazı duyarlı ve merak eden meslektaşlarımız tahkikat ve kovuşturmalara maruz kalmaktadır. Çıkarılan yasalarla resmi çiziyorlar. Bu resmin içinde meslektaşlarımız haricinde olan bileşenler haliyle tedirgin oluyorlar. Gazete yöneticileri de haber kelimesinden inanılmaz derecede korkuyor. Onlara haber deme de ne dersen de. Bizden, ‘suya sabuna dokunmamamızı istiyorlar’. Nasıl olacak peki bu meslek? Hiçbir şey sormayalım, bir şey yazmayalım, düşünmeyelim. Peki, sonra ne olacak? Mesleği bırakalım, insan olmanın doğasına aykırı değil mi bu? Kimse birbirinin işine karışmaz, tabiri caizse arı kovanına çomak sokmadan, görmeden, duymadan, konuşmadan yaşayıp gidelim. Sorun yok buraya kadar. Her şey güllük gülistanlık olsun. Ne âlâ. Kulağa da hoş geliyor. Peki, biz iyiyi kötüyü nasıl anlatacağız. Bu kelimeler kimsenin tekelinde ve yorumunda değildir. Halkı esas alacaksın. Halkı, toplumu aydınlatacaksın. Bazı arkadaşlarımız tam da bu anlamda misyonlarını çok iyi oynamaktadırlar. Eline çomak alıp kovanı karıştırmaya başlayınca başlıyor baskılar, tahkikatlar, kovuşturmalar.

Tolga Şardan bizim Tolga abimiz, kendisi ile 10 yıla yakın bir süre Milliyet gazetesinde çalıştım. Gerçek bir gazetecidir. Mesleğine sadakati tamdır. Yalan haberin yanına bile yaklaşmaz. Emin değil ise haberinde yazmaz. Ama maalesef yaşadıklarını hepimiz gördük. İnsan gazetecilerin cezaevine girmesine üzülüyor. Tolga abinin yaşadıkları da beni sarstı. Her gün meslektaşlarımızın böylesi durumlarla karşılaşması psikolojik olarak herkesin kaldırabileceği bir şey değil.

Üzülerek biz de bunlara tanık oluyoruz. Peki, Serdar Bey şu an mesleğinizi nerede icra ediyorsunuz?

Bir kurumda çalışmıyorum. Uzun süredir bağımsız gazetecilik yapıyorum. Aslında bu benim tercihim değildi. Fakat koşullar beni böylesi bir çalışma alanına itti. Bahsettiğimiz o duyarlılık ve mesleğin etik değerlerine olan inanç bazen pahalıya mal olabiliyor. Bazı gazetelerde çalıştırılmıyorum bazılarını da prensip gereği kendime çok uzak görüyorum. Hangilerinde çalışmayacağımı açık açık yazmama gerek yok. Ama ben biraz mükemmeliyetçi bir yapıya sahibim. Eğer o hedef için ilerlendiğini görmezsem ne kendim gelişebilirim ne de başkasını geliştirebilirim.

Siz iyi bir fotoğrafçısınız. Hatta bu konuda sizi bilen bilir, çektiğiniz fotoğraflar sizden izin alınmadan yayımlanıyor. Bu olumsuz ve üzücü olay devam ediyor mu?

Etmez mi! Bazen o kadar şaşırıyorum ki, hiç tahmin etmediğim, kendime yakın hissettiğim kurumlar bile bu şekilde fotoğraflarımı izinsiz kullanmaktadır. Kendi çabamla bunun takipçiliğini yapmak ve emeğimi korumak istiyorum. Ama elimden çok bir şey gelmiyor. Ancak sosyal medyada afişe edebiliyorum. Fakat o da fark edebildiğime…

Bir önceki soruya dönersek…Evet, neden serbest çalışıyorum. Bizde bayağılık, boş vermişlik ağır basıyor, zora gelemiyor kimse. İlerlemek değil günü kurtarmak derdindeler. Yeninin değil kopyalamanın derdindeler. Çözüm aramayı bırakın, sorunun bir parçası olmayı yeğliyorlar ve bir taraftan da haber içeriğinden ziyade haber sayısına oynuyorlar. Bunlar bana göre değil. Ayrıca şu an hiçbir kurum bir foto muhabiri çalıştıracak kaynağa, isteğe, hevese de sahip değil. İhtiyaç duydukları görselleri bazı ajanslar üzerinden, sosyal medyadan ya da internetten ‘çalarak’ kullanmayı tercih ediyorlar. Zaten onlar da benim onlara göre olmadığımı düşünüyorlar. Değerlerimle çelişen hiçbir gücün, güç odağının bir parçası olmayı istemiyorum. Ben de o nedenle bağımsız kalmayı, göle, denize kendi imkânlarım ölçüsünde taş atmaya devam etmeyi değerli buluyorum.

Güzel anlattınız. Serdar bey foto muhabirliği alanı sizin için yeterli mi?

Ufku geniş hiç kimse için olduğu yer yeterli değildir. Benim için de öyle. Sadece ülkemde değil dünya çapında foto muhabirliği yapabilecek imkânlara sahip olmayı dilerdim. Maalesef o hedeften şu an için uzağım ama küçük adımlarla ve inatla o hedefe yürümekten de vazgeçmiyorum. Bir de artık foto muhabirliğinin ismi değişiyor git gide. Neredeyse tüm foto muhabirleri artık video da çekiyor. Görsel haberci kavramı daha da yaygınlaşıyor. Bu kavramı seviyorum.

Siz ödüllü bir gazetecisiniz. Aldığın ödüller nelerdir?

İlk ödülüm meleğimin ilk yılında başvurduğum ilk yarışmadan geldi ve Musa Anter adına verilen ödülü fotoğraf dalında kazandım. Daha sonra Türkiye Gazeteciler Cemiyeti ve Abdi İpekçi fotoğraf ödüllerini kazandım.

Serdar bey, keyifli bir sohbet oldu. Zaman ayırdığınız için çok teşekkür ederim.

Aslında ben teşekkür ederim. Üsküdar Üniversitesi yakından takip ettiğim ve bildiğim bir üniversite. Tüm meslektaşlarıma başarılar diliyorum.

Not: Serdar Özsoy'un Kahramanmaraş Depremi sırasında İskenderun'da çektiği bu fotoğraf, foto muhabirinin izniyle kullanılmıştır.