Taksim: Kalabalıkların içinde kaybolmak
03.12.2025 09:33

Taksim: Kalabalıkların içinde kaybolmak


Gezi yazısı: Arda Han Kaya

Fotoğraf çekmeyi ve sokakların ruhunu gezerek öğrenmeyi sevenlerin İstanbul’daki en hareketli duraklarından biridir Taksim. Rengini sürekli değiştiren, kimi zaman büyüleyen, kimi zaman yoran ama bir şekilde hep kendine çeken bir semt… Bu yazıda, doğup büyüdüğüm yer olan Taksim’de yaptığım gezinin hikayesini anlatacağım. Amacım yalnızca dolaşmak değil, detayları yakalamak.

Havanın hafif rüzgârlı, gölgelerin ferahlık verdiği tam gezmelik günlerinden biri… Böyle günler Taksim’in en güzel zamanlarıdır; kalabalık hiç bitmez ama şehir sanki daha sabırlı olur.

Taksim’in kısa tarihi

Taksim’in adı, Osmanlı döneminde buradaki su dağıtım merkezinden geliyor. “Taksim”, suyun şehir içine taksim edildiği yani paylaştırıldığı yer demek. Meydan zamanla şehrin buluşma noktası, kutlamaların, konserlerin, yürüyüşlerin merkezi hâline gelmiş. Bir de İstiklal Caddesi var. 19. yüzyılda Pera adıyla anılan bölgede Levantenler, azınlıklar ve diplomatların yaşadığı, tiyatroları, şık kafeleriyle “İstanbul’un Avrupa’sı” diye bilinen yer… Bugün hâlâ o eski zarafetin izlerini bulmak mümkün.

Meydanın sembolü: Cumhuriyet Anıtı

Taksim Meydanı’na çıktığımda ilk hissettiğim şey, her zamanki gibi kalabalığın ritmiydi. Meydanın ortasındaki Cumhuriyet Anıtı güneş ışığıyla parlıyor, etrafta turistler fotoğraf çekiyor, kuşların sesleri uzaktan gelen müziğe karışıyordu.

Meydan son yıllarda modernleştirildi ve geniş, beton ağırlıklı bir alana dönüştürüldü. Ancak bu düzenlemenin beraberinde getirdiği bir sorun var: Meydanın eski karakteri her geçen gün biraz daha siliniyor. Tarihî binaların arasında bir boşluk gibi duran bu yeni düzenleme, insanın aklında şu soruyu bırakıyor: Bir meydan modernleşirken ruhu kaybolabilir mi?

Nostaljik tramvayın peşinden…

İlk durağım elbette ki İstiklal Caddesi’nin simgesi olan nostaljik tramvaydı. Kırmızı rengiyle caddenin içinde ağır ağır ilerlerken, kalabalığın arasından bir çizgi gibi geçiyor. Tramvay geçtiğinde herkesin başı ona dönüyor; sanki yılların dostuymuş gibi…

Fotoğraf çekmek için birebir! Birkaç kareyi yakalarken fark ettim ki, İstiklal’in kalabalığı bile tramvayın zarafetini gölgeleyemiyor.

Caddenin müziği hiç bitmiyor

İstiklal Caddesi boyunca ilerledikçe sokak müzisyenleri, ressamlar, turistler, dükkanlardan gelen kokular birbirine karışıyor. Her adımda ayrı bir melodi, ayrı bir enerji…Bir sokak müzisyeni klasik gitarla “Duman” şarkısını çalıyordu, biraz ileride yabancı müzik sesi yükseliyordu. Taksim’in en sevdiğim yanı da bu. Farklı dünyalar bir sokak boyunca yan yana akıyor.

Ara sokakların saklı güzelliği

Taksim’in karmaşasını seviyorsanız, ara sokaklarını daha çok seversiniz. Bakkalların, antikacıların, eski sinema tabelalarının arasında dolaşırken, Taksim’in kaybolmak için doğmuş bir yer olduğunu düşündüm. Bir ara sokakta karşıma çıkan eski bir bina, dökülen sıvalarıyla hâlâ eski Beyoğlu zarafetini taşıyor gibiydi.

Nevizade ve Çiçek Pasajı

Gezimin ilerleyen saatlerinde Nevizade sokaklarından geçtim. Gündüzleri sakin olan bu sokaklar, akşamları bambaşka bir dünyaya dönüşüyor. Restore edilmiş binaların altında sıralanan meyhaneler, eski İstanbul eğlence kültüründen izler taşıyor.

Çiçek Pasajı’na uğradığımda, kubbenin altından süzülen ışıklar pasaja masalsı bir hava veriyordu. Her gelişimde aynı hayranlık…Fakat içerideki kalabalık, yüksek fiyatlı mekanlar ve turistik dokunuşlar, pasajın eski doğal hâlini biraz gölgelemeye başlamış.

Farklı kültürlerin buluşma yeri: St. Antuan Kilisesi

Taksim’den İstiklal’e doğru yürürken kalabalığın arasında bir anda sakinleşen bir kapı görürsünüz: St. Antuan Kilisesi. Kırmızı tuğlaları ve yüksek kemerli girişiyle hemen dikkat çeken bu yapı, cadde boyunca karşılaşacağınız en etkileyici duraklardan biri. İçeri adım attığınız anda şehrin gürültüsü bir anda geride kalıyor; vitraylardan süzülen ışıklar ve sessiz atmosfer, İstanbul’un karmaşasının ortasında küçük bir nefes alanı yaratıyor.

Tarihi 20. yüzyıl başına uzanan St. Antuan, İstanbul’daki en büyük Katolik kilisesi olarak hem mimarisi hem de kültürel hikâyesiyle görülmesi gereken bir mekan. İster kısa bir mola vermek ister fotoğraf çekmek ister sadece hissetmek için durun… Gezi rotasının en özel noktalarından biri olduğunu hemen anlayacaksınız.

Son durak: Galata Kulesi

Taksim’den başlayıp İstiklal’de kalabalıkların akışını takip ettikten sonra, dar sokakların arasından süzülen yol beni her zaman olduğu gibi Galata Kulesi’ne götürdü. Kulenin gövdesi, sokağın sonundaki dönüşü geçer geçmez bir anda karşınıza dikiliyor; o an insan kendini İstanbul’un en eski masallarından birine girmiş gibi hissediyor.

Kulenin hemen dibine geldiğimde kalabalık daha da yoğunlaştı. Yukarı çıkmak için bekleyen uzun sıra kaldırıma taşmıştı. Kule, insanı sadece tepesinden değil, yanından da etkiliyor. Yaklaştıkça taşlarındaki yüzyılların izini, dar pencerelerin içine sinmiş hikayeleri daha net görmeye başlıyorsunuz.