ÜSÇÖZÜM’de toplumsal cinsiyet ve medya konuşuldu
10.05.2021 21:58

ÜSÇÖZÜM’de toplumsal cinsiyet ve medya konuşuldu


Haber Üsküdar – Hazal Göksun

Üsküdar Üniversitesi Çözüm Odaklı Kadın Sorunları Uygulama ve Araştırma Merkezi ile Sosyal Bilimler Enstitüsü tarafından ‘Medya, Kadın ve Psikoloji: Toplumsal Cinsiyet ve Medya’ konulu etkinlik gerçekleştirildi.

ÜSÇÖZÜM tarafından gerçekleştirilen ‘Toplumsal Cinsiyet ve Medya’ konulu etkinliğin moderatörlüğünü Görsel İletişim Tasarımı Bölümü’nden Dr. Öğr. Üyesi Cem Tutar yaptı. Etkinlikte, ÜSÇÖZÜM Müdürü Doç. Dr. Aylin Tutgun Ünal, Yeni Medya ve Gazetecilik Bölümü’nden Dr. Öğr. Üyesi Yıldıray Kesgin, Üsküdar Devlet Hastanesi Uzman Sosyal Çalışmacı Burcu Gündüz ve Klinik Psikolog Selvinaz Çınar Parlak konu hakkında sunum ve görüşlerini paylaştı.

Uzman Burcu Gündüz: Toplumsallaşma süreçlerimizde kadın ya da erkeklere özgü olan beklentilerle karşılaşmaktayız

Uzm. Burcu Gündüz, toplumsal cinsiyet kavramını ve öğrenme süreçlerimizi anlatarak konuya şu sözlerle giriş yaptı: ‘‘Toplumsal cinsiyet, ‘kadınlık’ ve ‘erkeklik’ kategorilerini; bu kategorilerle ilişkili olduğu yapı tarafından belirlenen davranışlar, tutumlar ve toplumsal rolleri ifade etmektedir. Toplumsallaşma olarak adlandırılan süreç içerisinde bireyler; doğdukları andan ölümlerine kadar olan süreç içerisinde toplumun kendinden beklentilerini öğrenir ve bunu gerçekleştirmeye çalışır. Bu beklentiler toplumdan topluma, kültürden kültüre göre değişiklik gösterir. Kız veya erkek bebek olarak dünyaya gelen insanlar, toplumsallaşma süreci içerisinde kadın ya da erkeklere özgü olan beklentilerle karşılaşmaktadır. Genel olarak cinsiyetten kaynaklı biyolojik özelliklerin ötesinde toplumsal yapılarla ve ilişkilerle bağlantılı bir boyuta işaret eder. Örneğin, erkeğin egemen olduğu ataerkil bir toplumda kadınların çoğunlukla; uysal, narin, duygusal ya da edilgen olduğunu, erkeklerin ise; güçlü, asi, mantıklı ve aktif olması bekleniyor. Toplumsal cinsiyet rolleri geleneksel olarak kadınlarla ve erkeklerle ilişkili, inanılan ve böyle olduğu varsayılan rolleri belirtmektedir.’’

"Dil, üstünde düşünülmeden kullanıldığında tutumlarımızı yönlendirici bir güce sahiptir"

Toplumsal ve cinsiyetçi dil kavramını açıklayarak kadına ve erkeklere verdiğimiz özellikleri dile getiren Gündüz, ‘‘En önemli iletişim aracı olarak ‘dil’ toplumların vazgeçilmez unsurlarından biridir. İnsanların dünyayı algılamasında, değerlendirmesinde ve kültürlerin aktarılmasında en önemli güçtür. Üstünde düşünülmeden kullanıldığında tutumlarımızı yönlendirici bir güce sahiptir. Bir dili inceleyerek; cinsiyetlere bakışları, onlara biçtikleri roller, cinsiyetler arası güç dağılımları ve toplumların ön yargıları büyük oranda gözlemlenebilir. Cinsiyetçi dil; cinsler arasında ilgisiz ve adaletsiz ayrımlar yapan ifadelerin kullanılmasıdır. Böyle bir dil cinslerden birini dışlamaktadır. Dilde var olan erkek egemenliğinin kadının toplumsal olarak ikinciliğini pekiştirdiği ve bunun sonucunda sürekli olarak yenilendiği gözlemlenebilir. Toplumda kadınlığa dair fiziksel, sosyal, psikolojik her şey yaygın olarak hakaret ya da aşağılama amacıyla kullanılmaktadır. Onur veren, destekleyen, iyi, güzel, güçlü özellikler de erkekler üzerinden tanımlanmaktadır’’ ifadelerini kullandı.

Dr. Öğr. Üyesi Yıldıray Kesgin: İnsanların yaptıkları paylaşımlar eşitliğin sağlanmasında etkili stratejiler arasında

‘Toplumsal Cinsiyet Eşitsizliğinde Medyanın Rolü’ başlıklı sunumunu anlatarak kadın/erkek eşitliğinin sağlanabilmesi için gerekli faktörlerden siyasal etkiyi sağlama ve medya bağlantılarıyla ilgili bulduğu çözümleri dile getiren Dr. Öğr. Üyesi Yıldıray Kesgin, ‘‘Medya için önemli olan ‘Söylemsel Stratejiler’ üzerinden ilerleyeceğim. Söylem, bugün hayatımızın iletişim alanında var olmaktadır. Özellikle söylemin kendi stratejilerinin olduğunu söylüyoruz. Bütün paylaşımlarımızda, ifadelerimizde bir güç odağının olduğundan bahseden bir konudur. Çözümlerden diğeri ‘Olumlu Eylem Stratejileri’; kadın/erkek eşitliğinin sağlanabilmesi için yapılan herhangi bir davranışın yeri geldiği zaman, eşit yeteneklere sahip olduklarında kadının tercih edilmesi örnek olarak gösterilebilir. ‘Pozitif Ayrımcılık Stratejileri' ise daha dezavantajlı olan gruplara sağlanan bir ayrımcılık olarak karşımıza çıkıyor. Son olarak da ‘Sosyal Medya Aktivizmi’ne baktığımızda; günümüzde sosyal medyanın tüm çevreler tarafından takip edilmesi önemli hale geldi. İnsanların yaptıkları paylaşım ve ifadeler, kadın/erkek eşitliğinin sağlanmasında etkili stratejiler arasında’’ dedi.

"Kadın cinsiyeti haberlerinde kullanılan dilin niteliği toplumsal cinsiyet analizi açısından oldukça önemlidir"

Kadın cinayeti haberlerinde cinsiyetçiliğin yeniden üretim biçimlerine de değinen Dr. Öğr. Üyesi Kesgin, ‘‘Kadın cinsiyeti haberlerinde kullanılan dilin niteliği ve söylemin üreticisinin cinsiyeti, toplumsal cinsiyet analizi açısından oldukça önemlidir. Bu analiz, aynı zamanda haberin hangi bakış açısıyla yazıldığını da belirlemektedir. Bir örneğe baktığımızda; ‘Eski sevgilisi tarafından vahşice öldürülen Güleda, ölmemek için 17 saat mücadele etmiş’ başlıklı haberinde problemin fotoğrafta olduğunu görüyoruz. Olay verilirken seçilen haber fotoğrafında fail ile Güleda’nın beraber çektirdiği fotoğraf kullanılmış, failin yüzü mozaikle gizlenirken Güleda’nın yüzü ise net şekilde verilmiş. Bu fotoğraf, basın etiği tartışmalarını tekrar gündeme getirmiş ve kadın cinayetinin yeterince önemsenmediği yönünde yorumlara yol açmış. Peki 'Maktule ve katile dair görsel seçimi nasıl olmalı?': Kadın cinayeti haberleri failin ifadeleriyle yazılmamalı, zira maktul artık yaşamadığı için failin iddialarını çürütecek durumda değil. Maktul fotoğrafı gerekmedikçe kullanılmamalı ve maktulü öldürme biçimi de ayrıntılı verilmemeli. İntiharlarda olduğu gibi kadın cinayetlerinde de taklit vakalara rastlanabilir. Kadın cinayetleri bazen adli bir vaka olarak haberleştirilebiliyor. Mağdura, haberin diliyle ikinci bir mağduriyet yaşatılmamalı’’ sözlerini kullandı.

Doç. Dr. Aylin Tutgun Ünal: Toplumsal cinsiyetteki davranışların sosyal medyada benzer olduğunu söyleyebiliriz

Toplumsal cinsiyet rollerinin haberleştirilmesi, bu söylemlerin sosyal medyadaki yansımalarına bağlantı kurarak ‘Sosyal Medya Kullanımında; Kadın/Erkek Farklılıkları’ başlıklı sunumunu anlatan Doç. Dr. Aylin Tutgun Ünal, ‘‘İnsanların gerçek yaşamındaki davranışları sosyal medyaya da yansımış durumda. Rollere bakacak olursak, kadın birey olarak birçok role bürünmüş durumda; bir anne, ev hanımı, iş kadını, arkadaş, sanatçı… Bu rollerle toplumsal alanda bulunuyoruz. Ev alanımızda farklı, iş alanımızda farklı bir rolümüz var. Diğer yandan da sosyal medyadan bahsediyoruz. Orada da farklı rollere bürünüyoruz. Ama az önce bahsedilen toplumsal cinsiyetteki davranışların ve konumlandırmaların da sosyal medyada benzer olduğunu söyleyebiliriz. Sosyal medyada, günlük yaşamda zarar verme anlayışı devam ediyor. Yaptığımız sosyal medya araştırmalarında, sosyal medya bağımlılığına baktığımızda; orta yaştaki kadın/erkeklerde fazla fark göremedik. Ama alt boyutlarda bir inceleme yaptığımızda kadınların daha çok duygusal destek aldığı ve bu anlamda bağımlı olduğu ortaya çıktı. Duygusal destek almak, kişisel problemleri unutmak için sosyal medyaya bağlanmak çok yaygınlaştı. Kadınların bu ataerkil toplumlarda ki konumundan dolayı kendine özgürlük alanı yaratması olağan bir durum. Erkeklere baktığımızda ise çatışma ve olumsuz sonuçlar puanları yüksek oluyor. Erkeklerin egemen olma çabası sosyal medyada çatışma puanına yansıyor ve orada da güçlü olmak istiyor. Kadınlar duygusal bağımlı olurken erkekler güç bağlamında bağımlı oluyor. Bu durum herkes tarafından olumlu karşılanıyor’’ şeklinde konuştu. 

Psikolog Selvinaz Çınar Parlak: Çizgi filmler toplumdaki dönüşümü daha hızlı yakalayan unsurlardır

Medyadaki dönüşümüne ihtiyacımızın olduğunu belirterek medyanın kişiler üzerinde yarattığı etki ve ihtiyaçları anlatan Psikolog Selvinaz Çınar Parlak, ‘‘Bir kişinin bireysel olarak çocukluktan itibaren kimlik algısı oluşmaya başlıyor; kendisini nasıl konumlandırdığı, temel ihtiyaçları, dini inançları… Dünyaya geldiğinde kız ya da erkek çocukların temel duygusal ihtiyaçları benzer şekilde oluyor. Ama nasıl birer kadın/erkek olacaklarını çevresel faktörler belirliyor. Toplumsal varlık olarak insanlar, ona toplumsal sistem içerisinde nasıl var olacağını öğretiyor ve buna ilk eşlik edenler aile bireyleri oluyor. Dolayısıyla bir kadın için de nasıl bir kadın olacağını öğrendiği ilk model evdeki ona bakım veren yetişkin kadınlar. Dolayısıyla onların nasıl bir kadınlık algısı varsa çocuk da o algıyı içselleştiriyor. Sizlerin de bahsettiği haberin dili, haberin görseli, bütün bunlar çocuklukta bize yerleşen kadın ve erkekle ilgili temel inançlardan kaynaklanıyor. Bu nedenle orada; kadın dediğin evde oturur, çocuğuna bakar, cinsel bir objedir, erkek dediğin güçlü olmak zorundadır, duygusallık kadına atfedilir algısı yer alıyor. Çocukların evde nasıl bir anne/babaya maruz kaldığı rolleri belirleyici olduğu gibi bir diğer unsur da televizyondur. İzlediği çizgi filmlerdeki diller, söylemler de toplumsal algısını yönetiyor. Hem anneyi içselleştiriyor hem de televizyondaki bambaşka hayatları. İşte biz bu noktada hala medyada kadının zayıf, erkek himayesi altında olması gerektiğini söyleyen sinema ögelerine rastlıyoruz. Aynı şekilde kadın programlarında, dizilerde erkekler tarafından mağdur edilmiş kadınları görüyoruz. Medya geleneksel kadın rolüyle aktarmaya devam ediyor. Ama dış dünyada bu rol çok hızlı değişiyor. Dolayısıyla medya bu değişimi yakalamıyor, geride kalıyor. Çizgi filmlerde bir gelişme görüyoruz. Peri masallarına baktığımızda bütün prenseslerin bir dramı vardır, bir erkeğin kurtarmasına ihtiyaçları vardır. Çizgi filmler bu noktada değişimi ve dönüşümü daha hızlı yakalayan unsurlar. ‘Elsa’ya, ‘Uğur Böceği ve Kara Kedi’ye baktığımızda süper kahraman olan kadınlar var. Bir şehri kurtaran, erkeğe yardım eden ve erkekle eşit bir şekilde savaşan kadınlar var. Bu noktada çizgi filmlerle başlaması anlamlı çünkü tam da o yaşlarda çocukların izledikleri şeylerdir çizgi filmler’’ ifadelerini kullandı.